AK Parti iktidarında mekânların dönüşümü ve Kaşıbeyaz'ın konkordato ilanı
AK Parti iktidarının Ankara’nın Ulus-Kızılay-Çankaya aksını terk ederek kendi hattını, yaşam alanlarını Beştepe-Çukurambar-Eskişehir yolu-İncek hattına çevirmesi hayatı nasıl mı değiştirdi? Bunu en iyi Ankaralılar bilir. Eskişehir yolundaki devasa gökdelenler, AVM’ler, her yağmur yağdığında su baskınlarına sebep olan ucube kentleşme, siyasal İslam’ın neoliberalizmle kucaklaşmasının en net fotoğrafıdır.
Kutuplaştırıcı siyaset, ötekileştirici dil, sonunda tüm toplumu zehirleyen bir noktaya vardı. Bu hal, epey zaman önce yaşam alanlarımıza da sirayet etmişti. Ankara gibi kültürel ve sınıfsal yaşam alanlarının keskin çizgilerle ayrıldığı bir başkentte ise bu durum kendisini en çok mekânların paylaşımında hissettiriyor.
Başkentlerin inşasında, devletin yönetildiği yerler olması sebebiyle güvenlik kaygısı hep ön planda tutulur. Ankara da öyledir. Varsıllarla yoksullar pek temas etmezler bu kentte. Herkes sınıfını, oturup kalkacağı mekânları, yürüyeceği kaldırımı, kısaca haddini bilir. Bir mahallede hayat son derece sterildir, aynı saatlerde başka bir mahallede kıyamet kopar ama kimse duymaz. Çok uzak da değildir mesafeler birbirine ama hayatlar birbirine yabancıdır.
İlk Meclis’in yer aldığı Ulus’tan şu anki parlamentonun bulunduğu Kızılay’a ve oradan, yakın zamana kadar Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak kullanılan Çankaya Köşkü’nün yer aldığı Çankaya’ya kadar çıkan bir aks vardır Ankara’da: Ulus-Kızılay-Çankaya hattı. İşte Türkiye Cumhuriyeti bu aksta kurulmuş, şekillenmiştir. Devletin ideolojisini ve resmi tarihi, buradaki binalardan, heykellerden, yolların düzenlenişinden, kamu kurumlarının birbirine mesafesinden apaçık okursunuz. Hepsi had bildirir gibidir; görkemli oldukları kadar uzak ve soğukturlar.
Recep Tayyip Erdoğan 2002 yılında “Milli Görüş gömleğini çıkartıp” AK Parti Genel Başkanı sıfatıyla seçimi kazandığında ve ardından Başbakan olduğunda Ankara’nın alışıklarına yabancı bir tercihle Keçiören Subayevleri’nde, o günün koşullarında nispeten mütevazı sayılabilecek bir evde oturmayı tercih etti. Kimilerine göre bu seçim, resmi ideolojiye kafa tutmaktı ve alkışı hak ediyordu, kimilerine göre ise İslamcı bir iktidarın kendi yaşam alanlarını inşa etmesinin ilk adımıydı. Erdoğan’ın ev sahibi, dönemin AK Parti milletvekiliydi. Gazetecisinden siyasetçisine pek çokları Erdoğan’la komşu olma telaşına girince mütevazı semtte emlak fiyatları kısa zamanda olağanüstü sayılabilecek ölçüde arttı. Ana akımda bunların haber yapılabildiği günlerdi.
Aynı günlerde ana akım medya için Erdoğan’ın lüks saati, Emine Erdoğan’ın kullandığı çantanın fiyatı, bakanların gereksiz harcamaları da haber değeri taşıyordu. Başbakan Erdoğan şimdikiyle mukayese dahi edilemeyecek “az sayıda” korumasıyla evine giderken mahallesinin bakkalından çikolata alır bunları mahallenin çocuklarına dağıtırdı. Mahalleli için komşu bir Başbakan’dı, ulaşılabilirdi.
Biz Ankaralı gazeteciler, iktidar partisinin bakanlarının cuma namazı kıldığı camilerde iş takibi yapmak için iş insanlarının, gazetecilerin sıraya girmesine tanık olmamıştık henüz. Gazeteciler Erdoğan’ı evine kadar takip eder, kapısında bekler, çıkışta soru sorardık. Başbakanlık binasının kapısı da biz gazeteciler için mühürlenmemişti o tarihte. Akreditasyon uygulaması falan da yoktu. İstediğimiz zaman istediğimiz bürokrata veya bakana ulaşır, odasına girer soru sorabilirdik. Sonrası herkesin malumu…
Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra selefi Abdullah Gül’ün aksine Çankaya Köşkü’ne taşınmayı reddetti ve kendisine adına “Cumhurbaşkanlığı Külliyesi” denilen bir yapı inşa ettirdi. Daha doğrusu ilk başta Başbakanlık Hizmet Binası olarak inşa edildiği söylenmişti. Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca Cumhurbaşkanlığı Külliyesine çevrildi.
Yapımına başlandığı günden itibaren tartışılan bu yapı sonunda akrep denilen zırhlı polis arabalarının ve ağır silahlı polislerin koruduğu, kocaman, ulaşılmaz bir Saray olarak Ankara’nın Beştepe mevkiinde tüm heybetiyle yerini aldı. Bin odasıyla, yapımı için harcanan astronomik parayla, yapımını üstlenen inşaat firmalarıyla ve en çok da inşa edildiği yer itibariyle tartışıldı Saray. Çünkü seçilen yer, Atatürk Orman Çiftliği’ydi. Bu süreçteki tartışmaları merak edenler için Mimarlar Odası Ankara Şubesi yöneticileri Tezcan Karakuş Candan ve Ali Hakkan ile avukat Gökçe Bolat’ın “Kaçak Saray” adlı kitabı önemli bir çalışmadır.
Erdoğan’ın deyimiyle “sessiz yığınların sesi” olma iddiasıyla siyaset hayatına giren ve seçmeninin ezici çoğunluğunu yoksulların oluşturduğu AK Parti’nin, varsıllıkla buluşmasına tanıklık ettik 2002’den bu yana. AK Parti iktidarlarının ekonomide lokomotif olarak gördüğü inşaat sektörüne bir heves soyunan müteahhitlerle siyasetçilerin yakın ilişkisini, müteahhitliğe soyunan gazetecileri, siyasetçileri ve inşaat sektöründe deniz tükenince yatırımlarını savaş sanayiine nasıl kaydırdıklarını izledik. Siyasetçilerin ticari faaliyetlerinin haber değeri taşıdığı günlerden bu günlere çok kısa sürede geldik. Mekânlar da benzer biçimde, baş döndürücü hızla değişti, dönüştü.
Atatürk Orman Çiftliği’ne yalnız Saray yapılmadı. Ankara’nın tarihi mekânlarından, Mustafa Kemal’in, Atatürk Orman Çiftliği’nin kuruluş aşamasında çiftlikte vakit geçirirken dostlarıyla buluştuğu yer olarak bilinen ve daha sonra restorana dönüşen tarihi Merkez Çiftlik Lokantası da bu süreçte Kaşıbeyaz Restoran oldu. Sarayın hemen karşısında gösterişli ve tabii ki alkolsüz bir restorana dönüştü Merkez Lokantası. Müşteri profili de değişti.
Sadece Kaşıbeyaz değil Ankara’da kendisine ait başka mekânlar da inşa etti AK Parti iktidarı. Fevzi Hoca Balık Lokantası gibi Erdoğan’ın özel davetiyle Ankara’ya gelen başka restoranlar, pastaneler oldu. Bunlardan biri de AK Parti Genel Merkezi’nin hemen arkasındaki Orman Bakanlığı arazisi içine yerleşen İstanbul’un ünlü restoranı Hacı Abdullah’tı. O da gösterişte Kaşıbeyaz’dan aşağı kalmadı. “Öğrenci ve memur kenti Ankara”nın alışık olmadığı bir şaşaa var bu mekânlarda.
Gazeteci merakıyla AK Parti’nin yaşam alanlarında gezintiye çıktığım her sefer nasıl para kazanıp bu devasa işletmeleri çevirdiklerine şaşırdım. Bir garsona bunu sorduğumda “Ramazan aylarında iftarları tüm bakanlar burada veriyor. O ayın cirosu bile tek başına yetiyor. Bir de sık sık Külliye’ye yemek götürüyoruz” demişti. Menüde ejder meyvesi suyu görmedim ama bu restoranların önündeki lüks arabalar bile tek başına çok şey anlatıyor.
İstanbul’da 4, Ankara’da Merkez Lokantası’nın yerine açılanla birlikte toplam 5 tane restoranı bulunan Kaşıbeyaz’ın, Florya’daki restoranında işlerin istendiği gibi gitmemesinden dolayı konkordato ilan edildiği haberlerini okuduk dün. Bu yazının yazılmasına da bu haber vesile oldu.
AK Parti iktidarının Ankara’nın Ulus-Kızılay-Çankaya aksını terk ederek kendi hattını, yaşam alanlarını Beştepe-Çukurambar-Eskişehir yolu-İncek hattına çevirmesi hayatı nasıl mı değiştirdi? Bunu en iyi Ankaralılar bilir. Eskişehir yolundaki devasa gökdelenler, AVM’ler, her yağmur yağdığında su baskınlarına sebep olan ucube kentleşme, siyasal İslam’ın neoliberalizmle kucaklaşmasının en net fotoğrafıdır.
Gelelim konkordato ilan eden firmalardaki işçilerin alacaklarına... Son 16 yılın en ağır zulmünü çeken işçilerin alacaklarının takibi sendikaların sorumluluğunda. Bu da başka bir yazının konusu diyelim ve burada noktalayalım