YAZARLAR

Erdoğanland

Enverland’dan başlayıp, Mondros’tan geçerek, Türkiye Cumhuriyeti’ne varan uzun ince yolu hepimiz biliyoruz. Almanların büyük harbin son demlerinde attığı Bakü kazığını da anımsıyoruz. Ben de büyük dedemin mezarının neden Berlin’de olduğunu biliyorum. Kabrinden kafasını kaldırmasını da pek beklemiyorum. Oturduğum yerden, basın toplantısında gazeteci karga tulumba dışarı atılırken Erdoğan’ın Merkel’e gülüşüne katılıyorum.

Pek özgün bir benzetme değil: Enverland’ı kastediyorum. Hani “alte kameraden”, eski dostlar hikayesi. Alman altınlarıyla yürüttüğümüz I'inci Dünya Savaşı. Almanya’nın lojistik desteği, aradan Bulgaristan çekilip, kesilince imzaladığımız Mondros Mütarekesi, bırakışması. İmza tarihi 30 Ekim 1918, demek ki yüzüncü yılını idrak etmemize günler kalmış. Bilmem yüzüncü yıl vesilesiyle seminer ve benzeri etkinlikler düzenleniyor mu bu aralar?

Yahut Cumhurbaşkanı Berlin’deki temaslarında muhataplarına anımsattı mı Mondros’u? Veya muhatapları Cumhurbaşkanı Steinmeier, Şansölye Merkel ona? Almanya’da bugün seçim olsa, aşırı sağcı AfD, sosyal demokratların önünde ikinci partiymiş kamuoyu yoklamalarına göre. II'nci Dünya Savaşı biteli beri ilk kez oluyormuş bu. Aşırı sağcı demek de yanıltıcı belki günümüzde: Nativist, yerlici, içe kapanmacı, haydi düpedüz göç, göçmen karşıtı diyelim.

Bu ortamda yapıldı, dört yıldan bu yana ilk kez yapılan ziyaret. Bana sorarsanız Erdoğan açısından son derece başarılıdır. Efendim, “derin görüş ayrılıkları varmış”. Geçiniz. Buna benzer ziyaretlerde “amaç fotoğraf vermekti, hasıl oldu” dedikti pek çok kez. Bu defaki öyle de değil. İçerik de var. En öne çıkanı da bana göre Ankara’nın Idlip harekatını öteletmek, yavaşlatmak, hatta durdurmak adına önerdiği dörtlü zirvenin kesinleşmesi. Erdoğan’ın ev sahipliğinde Merkel, Macron ve Putin ekim ayı ortalarında İstanbul’da bir araya gelip Suriye’yi konuşacak.

Düşünün ki bu ziyaret öncesinde Alman Dışişleri Bakanı, Beşar Esat’a (dahi) Idlip’e harekat yapmaması karşılığında yeniden imara katkı havucunu uzatmıştı. Düşünün ki Suriye’nin nüfusu iç savaş başlarken 22.5 milyonlardan, şimdi yedi sene sonra 18 milyon küsurlara inmiş. Ya Tanrı korusun 80 milyonluk Türkiye iflas ederse? Üstelik bakıyor Almanya, Erdoğan’ın alternatifini de göremiyor. Alternatif, “Alternative für Deutschland-AfD”. Haksız mı? Steinmeier, “aynı yönde düşünülmese de Erdoğan’la temasın koparılmasının yararı olmayacağını” bundan söylüyor.

Almanya’nın AB’deki konumu bakımından da, Rusya’yla ilişkileri açısından da, Ortadoğu’yla araya set çekmesinden ötürü de, iç siyasette Hıristiyan Demokratların sağına (ana)muhalefet girmemesi için de Türkiye’yle ilişkileri önemli. Hem orta vadede getirisi yüksek yatırımları Türkiye ekonomisinin sert küçülme döneminde yaparak kazançlı da çıkıyor. Gerçekleştiği takdirde, demiryollarının ıslahatı buna iyi bir örnek.

Almanya aynı zamanda kapağı oraya atabilen akademisyenlere, gazetecilere fazla maraza çıkarmadan kapılarını da açıyor. Bunların da çoğu nitelikli sosyal bilimci. Onlar da Almanya’nın açığını gideriyor, belki toplumsal harcının berkitilmesine katkı sunuyor. DW Türkçe’si, vakıfları aracılığıyla mahcup bakışlarını yerden pek kaldırmadan zevahiri de kurtarıyor.

Hani Fatih Akın’ın son filminde Türkiye kökenli eşini ve biricik oğlunu neo-Nazilere kurban veren Alman ana (Diane Kruger) adaletten, sistemden umudunu kesip eşinin ailesinden de tepki çekince önce intikamcı katil olmayı deniyor, son anda fikir değiştirip intihar bombacısı oluyordu. Akın, Ermeni Soykırımı’na adını koymadan girdiği Kesik filminde olduğu gibi, bu filminde de çok netameli bir konuya yine hem zarif hem sarsıcı bir giriş yapmıştı bence. Alelusul bizde burun kıvrıldıydı tabii.

Merkellerin, Schaublelelerin, Steinmeierlerin evreninde bu tür işler zaman kaybından ibaret. Onlar siyasetin maliyecileri. Onun için de makine dairesindeki homurtu büyüyor. Ta ki günün birinde makine kara dumanlar püskürterek tekleyip, duruncaya dek: ABD’de Trump’la olduğu gibi. Britanya’nın Brexit kararında olduğu gibi. İtalya’da Cinque Stelle ile La Liga’nın, Yunanistan’da Syriza’nın iktidara gelmesi gibi. Yani korkunun ecele faydası olmuyor sanki.

Merkel ile McKinsey ile olduğu gibi, anlaşmanın parametreleri belli. Daha önce de yapıldı. Enverland’dan başlayıp, Mondros’tan geçerek, Türkiye Cumhuriyeti’ne varan uzun ince yolu da hepimiz biliyoruz. Almanların büyük harbin son demlerinde attığı Bakü kazığını da anımsıyoruz. Ben de büyük dedemin mezarının neden Berlin’de olduğunu biliyorum. Kabrinden kafasını kaldırmasını da pek beklemiyorum. Oturduğum yerden, basın toplantısında gazeteci karga tulumba dışarı atılırken Erdoğan’ın Merkel’e gülüşüne katılıyorum.

*Son dönemde Murat Sevinç hocamız Haffner’in 1914-33 dönemi anılarını anlatan kitabını yazdı. Ragıp Duran ağabeyimiz ise sosyal medyada Fransa’da yeni yayımlanan bir başka Hitler kitabının yazarlarıyla yapılan ufuk açıcı söyleşiyi paylaştı. Aynı bağlamda amadeniz de Eric Vuillard’ın “L’Ordre du Jour” belgesel romanını ahiren önermişti. Bugün erişmesi daha kolayını önereyim: Visconti üstadın 1969 yapımı “Lanetliler” (klasik) filmi. İyi pazarlar da diyebilmek isterdim.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.