Sezai Temelli'den çağrı: Gelin yerel seçimleri ikinci tura çevirelim
Yerel seçimlerin, demokratik siyasetin toplumsallaşması açısından çok önemli olduğuna vurgu yapan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, çeşitli toplumsal kesimlerin işaret edeceği isimlerin tabanın ortak adayı olacağını söyledi. 24 Haziran'da insanların sandıktan mucize beklediğini ancak bunun tarihsel bir süreç olduğunu kaydeden Temelli, bölgede oy kayıplarının da iddia edildiği kadar yüksek olmadığını belirtti. Ayrıca, ekonomideki gelişmelerin yeni bir özelleştirme dalgasının geldiğini gösterdiğini, İstanbul'daki havalimanı işçilerine yönelik tavrın da, hükümetin emekçilere bakışını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdiğini anlattı.
ANKARA - Bugünkü konuğumuz HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli… Kendisiyle ekonomik krizden MHP’nin af teklifine, Bakan Berat Albayrak’ın kamu maliyesinin danışmanlığının McKinsey şirketine verildiğini açıklamasından yerel seçim ittifaklarına kadar merak edilen pek çok başlığı konuştuk. HDP Genel Merkez’deki makamında sohbet ettiğimiz Temelli, sorularımıza ayrıntılı yanıtlar verdi. İşte o söyleşi…
'PARTİMİZDE ATALET YOK'
24 Haziran Seçimlerinden sonra özellikle CHP’de yaşanan iç tartışmalar, çalkantılar HDP’ye de olumsuz yansımış görünüyordu. HDP bir yandan kendi iç tartışmalarını da yürütüyor. Bütün bunlar, partide bir atalet veya moralsizlik varmış gibi yansıyor. Nedir bu sessizliğin sebebi?
Atalet yok. Vekillerimiz, parti meclisi üyelerimiz, MYK üyelerimiz, yerel yöneticilerimiz… Herhalde HDP’nin şu anki hareketliliği başka hiçbir partide görülmeyecek bir hareketlilik. Bunun kamuoyuna yansıma kanalları kapalı. Bunu bildiğimiz için arkadaşlarımıza dedim ki “canlı yayına geçiyoruz”… Madem bütün bu kanallar kapatıldı, biz o zaman sokakta, iş yerlerinde, mahallelerde olacağız. Bütün arkadaşlarımız da bu şekilde çalışıyor. Hepimiz olabildiğince yoğun programlar içinde, halkımızla, kadınlarla, emekçilerle bir arada olmaya çalışıyoruz. Bu medyadan veya sosyal medyadan yeterince yansımıyor olabilir. Bu kanalları daha etkin kullanmamız gerektiğine inanıyorum ama önemli olan halkla, tabanla buluşabilmektir. Bunu da çok iyi yaptığımızı söyleyebilirim. Yeterli mi? Tabii ki yeterli değil. Geliştirmeliyiz, çoğalmalıyız. Halktan, toplumdan gelen taleplere daha fazla yanıt verebilmeliyiz.
'HDP’DEN ÇOK ŞEY BEKLENİYOR. BU BİZİ ONURLANDIRIYOR'
Belki de HDP’den çok şey bekleniyor?
HDP’den beklenen çok şey var, aslında bu bizi onurlandırıyor. Toplumsal muhalefetin, Türkiye’deki mağdurların, sömürülenlerin öncelikle bize bakması, bizden bir şeyler beklemesi bizi onurlandırıyor. Biz de gücümüz kapasitesinde yetişmeye çalışıyoruz. Yan yana olmaya, mücadeleyi yükseltmeye çalışıyoruz çünkü bu sadece bir seçim meselesi değil Türkiye’nin demokratikleşmesi, özgürlük ve savaşın bitmesi meselesi.
HDP’den beklenti yüksek ama partinin çok sayıda üyesi, yöneticisi tutuklu...
Evet, 6 bin civarında arkadaşımız tutuklu yargılanıyor ve bu arkadaşlarımızın da bir an önce özgür kalmasını istiyoruz. İşte HDP’yi farklı kılan en önemli özellik bu. Halka rağmen değil halkla, emekçilerle, kadınlarla birlikte siyaset yapması. Bu anlamda bir durma, gerileme söz konusu değil. Mücadele devam ediyor. Türkiye’de çok sayıda tutuklu var. Bu da yargı sisteminin en önemli aksaklıklarından biri.
Türkiye’de cezaevlerinin kalabalık olmasını af kanunu için bahaneleştirmek isteyenler, tutuklu yargılama konusuna baksalar… Ama niyet, yargı sisteminin adaletli bir zemine oturtulması değil. Türkiye’de 40 bine yakın insan tutuklu yargılanıyor ve bunun büyük çoğunluğu da düşüncesini ifade edenler, demokratik siyaset içinde olanlar…
'MHP İÇİN AF KONUSU, BİR PAZARLIK ARACI'
MHP, organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı için istediği affı genişletti ve bazı suçların cezasının infazında beş yıllık indirime gidilmesi yönündeki kanun teklifini Meclis’e sundu. MHP cinayetten, uyuşturucudan hüküm giymiş olanların serbest bırakılmasını neden istiyor? Bir seçim yatırımı mı?
Cumhur İttifakı olarak adlandırılan bu otoriter rejimi inşa eden zihniyet, bir pazarlıklar hukukuna dayalı. MHP ve AKP, ittifakları pazarlıklar üzerinden sürdürüyorlar. MHP için af konusu özellikle yerel seçime giderken masada bulunması gereken önemli bir pazarlık aracı. 24 Haziran Seçimleri döneminde de bunu dillendirdiler, bunun üzerinden AKP ile pazarlıkta ellerini güçlendirmeye çalıştılar. AKP de aynı yöntemle bu ittifakın aslında nasıl şekillendiğini bize gösteriyor. Oysa Türkiye’nin şu anda öncelikle halletmesi gereken bir adalet sorunu var. Mahkeme salonlarında, sokakta, hiçbir yerde adalet yok. Adalet sorununu halletmenin yolu, ülkenin hızla hukuk devletinin gereklerini yerine getirmesinden geçiyor. Eğer bunu yapabilirse Türkiye’nin af diye bir konuyu konuşmasına gerek kalmayacak.
'BU AF ÇAKICI AFFI OLARAK NİTELENDİRİLECEKTİR'
Binlerce insan “örgüt propagandası” gibi bir suçtan tutuklu yatarken cinayetten, uyuşturucudan içeride olanlar çıkacak. Peki HDP nasıl bir tavır izleyecek bu teklif Meclis gündemine geldiğinde, teklife bunları da dâhil edin mi diyecek?
AKP-MHP ittifakının en önemli mutabakatı HDP karşıtlığında kuruluyor. Örgüt propagandası meselesi, keyfi bir yaklaşım. Her ifadeyi buna sokabilirsiniz. İlkesel olarak insanların “düşünce suçu” işlediği gerekçesiyle veya demokratik siyaset yaptıkları için tutuklanmaları kabul edilebilir bir durum değil. Bunlar bir af kapsamında değil demokratikleşme, hukuk devleti kapsamında ele alınacak konulardır. Parlamento yargı sisteminin sorunlarını çözmek istiyorsa, Türkiye’de demokratikleşmenin gerçekleşmesi için bir adım atmayı düşünüyorsa bunun yolu bir yargı reformunu hızla hayata geçirmesidir.
Biz her fırsatta, geçen dönemki eş başkanlarımız Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ başta olmak üzere vekillerimizin, belediye eş başkanlarımızın, belediye meclis üyelerimizin yargılanmasında, partili arkadaşlarımızın, basın mensuplarının ya da düşüncesini açıklayan, bunu sosyal medya yoluyla veya sokakta basın açıklamasıyla yapan vatandaşların yargılanmasında çok büyük bir adaletsizlik olduğunu dile getiriyoruz. Türkiye’nin adı konulmamış bir paralel anayasası var: terörle mücadele… Tüm toplumu, yurttaşları terörize eden bir anlayış bu ve aslında suçu olmayan, demokratik bir ülkede asla mahkemeye yolu düşmeyecek insanların, terörle mücadele kıskacında, şu anda cezaevinde olması gibi bir sorunla karşı karşıyayız.
Bir de “kader mahkûmları” denilen bir kavram kullanılıyor. İçinde yaşadığı koşullara bağlı olarak ortaya çıkmış ve suça bulaşmış insanlar var ve bu insanlar bu suçu işlemelerine neden olan yaşam koşullarından muzdaripler. Bu tür geçici çözümlerle, kader mahkûmu da deseniz, aslında vicdani olarak toplumun beklentilerinde bir şeyi karşılamış olmazsınız. Tam tersine esas sorunların çözümünden uzaklaşmış olursunuz. Bu af “Çakıcı affı” olarak nitelendirilecektir.
'KİRLİ, AHLAKEN SIKINTILI BİR PAZARLIK'
Gelelim yerel seçim ittifaklarına… MHP İstanbul’da aday göstermeyeceğini açıkladı. Bazı illeri AK Parti’ye bırakıp hâlihazırda elindekiler başta olmak üzere farklı yerler için pazarlık yapacak gibi görünüyor. CHP, adının HDP ile yan yana gelmesinden endişeli; İYİ Parti ise HDP ile ittifak istemiyor. Muhalefet nasıl başaracak tabanı buluşturmayı?
‘Ben İstanbul’da göstermeyeyim, sen de şurada gösterme. Benim aldığım belediyeleri bana ver’ diye pazarlık yapılıyor. Bu, kirli, ahlaken sıkıntılı bir pazarlıktır. Halkın iradesinden korktukları için bu iradeyi sürekli ipotek altına almaya çalışıyorlar. İnsanlar mahallesini, ilçesini, ilini kimin yöneteceğine kendileri karar vermelidir, hatta onunla birlikte yönetmelidir. Bu iradeye ipotek koymak, siyaseten içine düştükleri aczi, yönetememe hallerini göstermektedir. İktisadi krizde de siyasi krizde de bu yönetememe halini çok çıplak biçimde görüyoruz. Bunun alternatifi, halkın iradesinin açığa çıkartılmasıdır. Tam da bunu yapma zamanıdır.
Siyasi hakların, en temel haklardan biri olan seçme hakkının gasp edilmesi bir şiddettir. Sandığı bu anlamda işlevsizleştirmeye çalışıyorlar. Önüne koyuyor ve işte bunu seçeceksin diyor. Diğer seçenekleri de kriminalize ediyor, suçlu göstermeye çalışıyor. Adaylarınızı şöyle belirlerseniz kabul etmem, böyle belirlerseniz kabul etmem… Biz adaylarımızı halkla beraber belirliyoruz. Hep böyle yaptık, şimdi de böyle yapacağız. Halkın ortak iradesini, ortak aklını açığa nasıl çıkartabiliriz. HDP ile de sınırlı kalmasın, herkesi bu sürece davet ediyoruz. Kentin bütün dinamiklerini, orada yaşayan tüm insanları davet ediyoruz. Gelin diyoruz, nasıl bir kent arzuladığımızı, kenti nasıl yöneteceğimizi hep birlikte konuşalım ve adaylarımızı hep birlikte belirleyelim.
'HALK, KAYYUMLARI SÜPÜRÜP ATACAK'
Hürriyet gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi bir yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Terör örgütüyle birlikte aday olmaya yeltenenler kusura bakmasınlar, bizden demokratik bir yaklaşım bekleyemezler” açıklamasını ve MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin “Kayyumla yönetilen belediyelerin milletimizin iradesi doğrultusunda yeni sistemin yapısına uygun olacak şekilde tezahürü, teşkili ve tahkimi sağlanmalı” sözlerini hatırlatarak “Bu ne anlama geliyor? Soruşturdum. HDP'nin adaylarının Kandil tarafından belirlenmesine izin verilmeyecek. Eğer Kandil belirlerse önlem alınacak” diye yazdı. Aday göstereceğiniz isimlere şimdiden gözdağı mı veriliyor?
Nasıl ki OHAL kalktı ve yerine aslında 3 yıllık yeni bir OHAL geldi, iktidar ve ortağı MHP kayyum düzenini de devam ettirme peşindeler. Bu, Türkiye’ye çok zarar veren bir anlayış. OHAL koşullarında ülkeyi yönetmek ve kayyumcu bir anlayışla bölgeyi yönetmek Türkiye’ye büyük zarar veriyor, barışın önünü tıkıyor. Yerel yönetim kanunlarında neyi değiştirebilirler? Anayasa değişikliği gerektiğinden şu anda bu konuda adım atamamaktan dolayı yine pazarlık ve ittifaklar üzerinden kayyum atadıkları yerlerde belediyeleri nasıl alabiliriz diye düşünüyorlar.
Alabilirler mi?
Bu mümkün değil. Halkın bu konuda çok kararlı bir iradesi var. Halk, kayyumları kayyum coğrafyasından süpürüp atacak. Bu konuda kimsenin tereddüdü yok. Kayyum meselesi sadece bölgenin değil Türkiye’nin meselesidir, Türkiye’nin demokratikleşme meselesidir, bu rejimin vesayetinden kurtulma meselesidir. Sadece bunu bir bölgeye hapsedip Kürt illeriyle alakalı bir konuymuş gibi ele almak, büyük bir yanılgıya sürüklenmemize neden olabilir. Biz buradan bütün muhalefet partilerine bu anlayışla yaklaşmaları çağrısını yapıyoruz.
Bu iktidarın kayyum coğrafyasına yönelik yapacağı her hamle aslında Türkiye’nin her yerinde demokratikleşme meselesinin önünü tıkamaya yönelik olacaktır. Bunu yapamayacaklarını bildikleri için de HDP’ye dönük saldırıları, 24 Haziran’dan önce olduğu gibi şimdiden başladı. Bu bizi yıldıramaz, caydıramaz. Çalışmalarımızı durduramazlar! Biz çok kararlı bir şekilde Kürt illerinden kayyumları süpürüp atmakla kalmayacağız, Türkiye’nin her yerinde, bu vesayetçi sistemin yerel ayakları olarak gördüğümüz belediyeleri, yeni bir yerel yönetim anlayışıyla var etmek için AKP iktidarından kurtarmaya çalışacağız.
'İKTİDAR, MEŞRUİYET ARAYIŞI İÇİNDE'
Artık her şey mümkün olduğu için soruyorum. Ya siz belediyeleri yerel seçimde geri alırsanız ve siyasi iktidar oralara tekrar kayyum atarsa?..
Bu, otoriter rejime, faşizmi kurumsallaştırmaya çalışan zihniyete karşı sürdürdüğümüz bir mücadeledir. Arkadaşlarımızın özgürlüğü de kentlerimizin özgürlüğü de bu mücadeleden geçmektedir. Biz bu mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdüreceğiz; kayyumları süpürüp atacağız. İktidar, meşruiyet arayışı içinde. Seçimlere bu gözle bakıyor ve her seçimden sonra dönüp bütün dünyaya ‘bakın ben seçildim’ diyor. Dolayısıyla biz kayyum atanan belediyeleri geri aldıktan sonra oraya tekrar kayyum ataması, iktidarın meşruiyetini tümüyle yitirmesi anlamına gelecektir. Eğer bunu yapmaya devam ederlerse biz de mücadelemizi ona göre sürdürürüz. Bunun hesabı üzerinden bir seçim taktiği ortaya konulamaz. Bu aslında insanları emek-demokrasi mücadelesinden uzaklaştıran, soğutan bir yöntemdir. İktidar tam da bunu kitlelere zerk etmeye çalışıyor. Güç bende, ben ne istersem o olur, demeye getiriyor. Biz de diyoruz ki, hayır, güç halkın elindedir; güç, kentin gerçek sahibi emekçilerin elindedir; güç, doğayı yaşamı savunanların elindedir. Bu gücü gösterebilirsek eğer iktidar ne kayyum atayabilir ne de bu sistemi sürdürebilir.
'DEMOKRATİK SİYASETİN TOPLUMSALLAŞABİLMESİ İÇİN YEREL YÖNETİMLER EN ÖNEMLİ ZEMİNDİR'
Adaylarını hem parti örgütlerindeki yoklamalarla hem de kamuoyu yoklamalarıyla mı belirleyeceksiniz? 2014 Yerel Seçiminde aday gösterilen ve seçilen bazı isimlerden HDP seçmeninin memnun olmadığı konuşuluyor.
Çalışmaya başladık, her yere gidip herkesin görüşünü alıyoruz. Birçok toplantı yapacağız. Demokratik siyaset zemininde buluşmalar gerçekleştireceğiz. Şöyle bir iddiamız var, demokratik siyasetin toplumsallaşabilmesi için yerel yönetimler en önemli zeminlerdir. Yerel yönetimlerde demokratikleşme yönünde atılacak adım hem bu vesayet sistemini kıracaktır hem de bu iktidar için sonun başlangıcı olacaktır. Biz yeni bir yerel yönetim anlayışında insanları, toplumu, halklarımızı buluşmaya davet ediyoruz.
HDP, 2014 Yerel Seçimine Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ile birlikte girmişti. Bu kez yalnız giriyor.
Şimdi Türkiye’nin her yerinde HDP olarak giriyoruz. DBP’nin bütün deneyimi zaten HDP’nin içinde. Çok kıymetli, önemli bir deneyim. Birlikte çalışıyoruz. Amacımız çok daha geniş bir zeminde, çok daha geniş bir kesimle çalışma olanağı yaratmak. Sadece HDP ve bileşenleri değil, HDP’nin ittifak siyasetini, toplumsal muhalefeti ve hatta siyasetten uzaklaşmış ama mağdur kesimleri bu sürece katmak büyük önem taşıyor.
'İKTİDARIN YÖNTEMLERİYLE SORUNLARI ÇÖZEMEZSİNİZ'
CHP’nin İstanbul’da solcu bir aday göstererek HDP seçmeninin desteğiyle yarışı almaya çalışacağı, Ankara’da ise sağcı bir aday göstereceği konuşuluyor. Sağın alternatifi sağ mıdır? Başka türlüsü mümkün değil mi?
Başka türlüsü mümkün olduğu için zaten bütün kesimleri siyasete davet ediyoruz. Kimliklerin böyle belirleniyor olması başlı başına ironi. ‘İstanbul’a şu aday… Burada şöyle bir ittifak gerçekleştirelim…’ Bunlar bizi ittifak pazarlığına sürükler. Bu pazarlığı ortadan kaldırmanın yolu bütün kesimleri, ezilenleri, sömürülenleri siyasete davet etmektir. Bu, bugünkü iktidara karşı itirazın örgütlenmesi demektir. Çok ciddi sorunları var Türkiye’nin. Bu iktidarın uyguladığı aynı yöntemlerle bu sorunları çözemezsiniz. Demek ki başka bir yönteme, başka bir siyasete ihtiyacımız var ve işte HDP bunu topluma sunuyor ve bütün kapılarını bu anlamda açıyor.
'HDP TABANIN SESİNİ DİNLER VE ONA GÖRE HAREKET EDER'
HDP Ankara’da aday göstermezse HDP seçmeni CHP’nin gösterdiği adaya koşulsuz evet der mi?
Tabanda ittifak bir ortak adaya işaret eder. Tabanda çeşitli toplumsal kesimler, kurumlar, sendikalar, emek/meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri yan yana gelip bir adayı işaret ediyorsa o, tabanın ortak adayıdır, herhangi bir partinin adayı değildir. MHP baştan tabanın tercihlerine duyarsız olduğunu gösteriyor. Ben yukarıda ittifak yaparım, İstanbul’da aday göstermem diyor. HDP için bu söz konusu olamaz. HDP tabanın, demokratik yapıların, toplumsal muhalefetin sesini dinler ve ona göre hareket eder.
'İNSANLAR SANDIKTAN MUCİZE BEKLEDİ AMA BU TARİHSEL BİR SÜREÇ'
24 Haziran seçimleri sonucunda sandığa küsenleri nasıl ikna edeceksiniz?
Bu hayal kırıklığının nedeni bizatihi her şeyi seçime endekslemekten kaynaklandı. İnsanlar sandıktan bir mucize bekledi. Oysa bu tarihsel bir süreç. Bir mücadeleyle bu kâbustan kurtulabiliriz. Önümüze koyduğumuz hedeflerden birincisi barajı geçmekti, ikincisi de seçimlerin ikinci tura kalmasıydı. Bu sadece HDP’nin yapabileceği bir şey değildi. Bütün muhalefetin bu stratejide odaklanması gerekirken yeterince bu çaba ortaya çıkmayınca ister istemez ilk turda sonuç bu oldu ve ikinci tur gerçekleşmedi. O seçim sonucuna bakarak umutsuzluğa kapılmaya gerek yok. Gelin yerel seçimleri ikinci tura çevirelim! Bunu yukarıda pazarlıklarla değil halkla, emekçilerle, kadınlarla yapalım. Bu, iktidara bir itirazdır, muhalefet olmadır. Umutsuzluk, sandığa gitmemek bunun önünde engeldir. Sandığa giden yolu bir mücadele yolculuğu olarak örebilirsek sandıktan istediğimiz sonuç çıkar. Kürt halkı biliyor ki, sandığa gitmezsen, mücadele etmezsen, örgütlenmezsen bu şiddetin, bu baskının durma ihtimali yok. O yüzden de sadece seçim dönemleri değil her gün her saat mücadele kararlılığında olmak gerekiyor.
'24 HAZİRAN’DAKİ OY KAYBIMIZ ANLATILDIĞI KADAR YÜKSEK DEĞİL'
24 Haziran sonrası muhalefet partileri özeleştiri süreci yaşadılar. Bu süreçte HDP’nin kaybettiği oylar da çok konuşuldu. HDP nasıl sonuçlar çıkardı bu süreçten?
Biz 24 Haziran seçim sonuçlarını, akademik ve politik olarak çok sahici bir şekilde hemen değerlendirmeye aldık. Evet bazı yerlerde oy kaybımız var ama bu kayıp anlatıldığı kadar yüksek değil. Oy kaybının nedenlerini olabildiğince çıplak bir şekilde masaya yatırdık. Öncelikle oy kaybettiğimiz yerlerde çok ciddi bir yerinden yurdundan edilmişlik meselesi var. İnsanlar zorunlu göçe tabi tutulmuşlar ve ikametgâhları olmadığı için oy kullanamıyorlar. Hatta gittikleri yerde de büyük çoğunluğu oy kullanamıyor. İkincisi, devletin o bölgede topyekûn uyguladığı bir terör var. Kaymakamıyla jandarma komutanıyla valisiyle uyguladığı bir terör var ve buna bağlı olarak insanların seçim çalışması yapması ya da sandığa gitmesi engelleniyor. Bütün bu faktörleri alt alta yazdığınızda bizim toplam oy kaybımız 120 bin. Bütün bölge için konuşulan rakam bu. Dönüp baktığınızda AKP’nin yüzde 7 oy kaybı var. İşte bu algı yönetimi! Bu konuşulmayıp saymış olduğum nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan meselenin kamuoyunda öne çıkartılması bir algı yönetimidir. Bizim 1 Kasım 2015 Genel Seçimine göre her şeye rağmen yüzde 1’lik bir artışımız var. Her şeye rağmen! Yeterli mi? Tabii ki değil. Çok daha yüksek bir oranla seçimi tamamlayabilirdik. Bu durum, bizim önümüze özeleştirisini vereceğimiz, sorunları çözebileceğimiz bir ödevi koydu ve bunu gerçekleştirdik.
Parti iç hesaplaşma sürecini kapattı ve yerel seçime mi odaklandı?
Şu anda yerel seçim çalışmalarına odaklanmış durumdayız. Komisyonlarımız kuruldu. Yerel komisyonlar yapılandırılıyor çok hızlı bir şekilde ve bu altı aylık çalışma programı geçen Parti Meclisimizde biçimlenmişti. Bu program çerçevesinde çok güçlü bir yerel seçim çalışması gerçekleştireceğiz, hem bölgede hem Türkiye genelinde.
'MCKINSEY’İN IMF’DEN FARKI YOK'
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın ABD’deki temaslarının ardından, ‘Yeni Ekonomik Programın hedeflerinin izlenmesiyle ilgili kurmuş olduğumuz Kamu Maliyesi ve Dönüşüm Ofisinin danışmanlığı görevini McKinsey adlı firmaya verdik’ demesi tartışma yarattı. Kimileri “Sayıştay varken Türkiye ekonomisinin kozmik odası neden Amerikalı bir firmaya denetletiliyor?” diye sordu, kimileri bunun “bir çeşit IMF” veya “yeni bir kapitülasyon” olduğunu söyledi. Hazine ve Maliye Bakanlığı ise kararı, McKinsey’in icra fonksiyonu olmayacağını söyleyerek savundu. İcracı olmaması ne anlama geliyor?
Kamuoyundaki tepki karşısında bir savunma mekanizmasıyla böyle açıklamalar yapıyorlar. IMF de icracı değil ona bakarsanız. Yol gösterir ama bu, bazen icracı kurumlardan daha etkili olur. İcracılıktan kasıt, Hazineyi, Maliyeyi yönetmeyecek. Hazine ve Maliyenin isteklerinin yerine gelmesi için yönlendirecek. Örtülü icra ortaya çıkacak. En temel dert, önümüzdeki dönem borçların çevrilebilirliğini sağlamak, cari açıktan dolayı ortaya çıkan döviz açığını karşılayabilmek, dolayısıyla bu süreçte olası iktisadi krizin tahribatını azaltmak. Bunu yapabilmek için yeni kaynağa ihtiyaç var. Bu tür firmalar sizinle anlaşma yaptığı zaman size bir plan program sunuyor ve bu çerçevede hareket etmenizi istiyor. Bu çerçevede hareket ettiğiniz ölçüde de size kredi yatırımcı buluyor, kaynak girişi sağlıyor. Yani sizi küresel piyasalara pazarlayan bir firma… IMF gibi size bir mali disiplin dayatıyor. Kamu emekçilerinin maaşlarını azalt diyor, kamu çalışanlarını esnek çalışmaya it diyor, sosyal programları azalt diyor, bütçe harcamalarını kısarak mali piyasalardan çekeceğiniz fonlara tahdit getiriyor. Bu anlamıyla IMF’den farkı yok.
'YENİ BİR ÖZELLEŞTİRME DALGASI OLACAKTIR'
Bu mali disipline bağlı olarak da aslında sizin kaynaklarınızı diğer alanlara yönlendirmenizi işaret ediyor. Bu savaş sanayidir, borçların ödenebilirliğini sağlamaktır… Kemer sıkma politikasıdır bu. Bu fonların karşılığını nereden yaratıyor? Yeni bir özelleştirme dalgası olacaktır. Varlık fonundaki gelişmeler bunun için önemli bir alt yapı sunuyor.
McKinsey’in önereceği modelin, 2000’li yılların başında önerilen modelden farkı yoktur. Bütün iktisadi krizin maliyetini toplumsallaştırmak, emekçilere halka yüklemek, ülkenin kamusal mirasını, toplumun ortak kurum ve kuruluşlarını değerinin altında özelleştirmek… Dolardaki bu hızlı yükselişle beraber ciddi bir değer kaybı söz konusuyken böyle bir uygulamayla da karşı karşıya kalacağız.
Uzun süredir belliydi. İktidar IMF’nin kenarında uzun süredir dolaşıyordu. IMF’siz bir IMF programı uygulanması açıklamaları vardı. Dış kaynak sorununu çözmeye çalışıyordu. Bunu da bu yöntemle çözdüler. Dolar yakmaların, Amerika’ya karşı bu kadar laf etmelerin, emperyalizm teorisini bile yeniden yazmanın sonu McKinsey ile anlaşma yapmak! Türkiye Amerika’nın, küresel piyasaların beklediği tavizleri vermiş oldu. NATO konsepti ve küresel finans sisteminin belirleyiciliği çok açık biçimde gözüküyor.
'EKONOMİK KRİZ EVİNİZE GİRER, SOFRANIZDAN EKMEĞİNİZİ ALIR GİDER'
Ekonomik kriz için ‘dış güçlerin oyunu’ söylemi, halkın geniş bir kesimini bir süreliğine ikna etmiş görünüyor. Peki halk bu krizin gerçek olduğuna ve nedenlerine nasıl ikna olacak?
Ekonomik kriz gelir kapınızı çalar, evin içine girer, sofranızdan ekmeği alır gider ve sofranız küçülür, elektrik faturanızı ödeyemezsiniz, çocuğunuzun okul ihtiyaçlarını karşılayamazsınız, işsiz kalırsınız. Bir gün kapınızı haciz memurları çalar. Ekonomik kriz makro göstergelerle başlar. O zaman çok hissedilmez. Ne zaman evden, iş yerinden içeri girer o zaman hissedilir. Esnafın dükkânında, çiftçinin tarlasında hissedilir. Bir çiftçi ile konuştum. Bu mazot, gübre fiyatlarıyla tarlayı ekemem diyor. Asgari ücret yıl başında 405 dolardı, şu anda 240 dolar. Çok daha vahimi, bunları telafi edecek bir politika geliştirilmiyor. Evet bir kriz dalgası geldi. Ciddi bir yoksullaşma, işsizlik geliyor. Buna tedbir alma yönünde bir siyasi irade yok ortada.
Hâlâ Türkiye’nin kaynakları çarçur edilmeye devam ediyor. Bu çok daha vahim bir geleceği bize işaret ediyor. Gerçekten çok ciddi bir kriz batağına doğru sürükleniyoruz. Artık kriz sözcüğü de yeterli değil çünkü iktisadi krizler, iktisadi dinamiklere bağlı olarak ortaya çıkarsa buna yönelik tedbirler almak mümkün olabilir. Bugün Türkiye’de yaşanan çoklu krizdir: iktisadi kriz, siyasi kriz, toplumsal kriz ve yönetememe hali…
'PSİKOLOJİK OLARAK NİTELENDİRMEK, KRİZİN DERİNLEŞMESİNE KATKIDIR'
Siyasi iktidara göre ekonomik kriz psikolojik…
Bunu psikolojik olarak nitelendirmek, dış güçlerle ortaya çıktığını söylemek, iktisadi krizin daha da derinleşmesine katkıdır. Bu Türkiye emekçilerine, halklarına, kadınlara, Türkiye’de yaşayan insanlara yapılan bir kötülüktür. Peki neden böyle saçma sapan açıklamalar yapıyor? Çünkü iktidarı ayakta tutan, bu anlayış. Bu duygudan kurtulmak demek aslında iktidardan vazgeçmek demektir. Türkiye’nin ihtiyacı olan, mevcut yoksulluğu, işsizliği ortadan kaldıracak, adaletli bir gelir dağılımını sağlayacak, sosyal bir büyümeyi iktisadi, toplumsal ayağıyla örecek bir anlayıştır.
İlk yıllarında kendisini “yoksulların partisi” olarak tanımlayan AK Parti 16 yıllık iktidarında, ‘insani koşullarda çalışmak istiyorum, ölmek istemiyorum’ diyen üçüncü havalimanı işçilerini tutuklayan bir siyasi iktidara dönüştü. Oradaki kayıt dışı çalıştırmayı, ölümleri kendi seçmenine nasıl anlatacak AK Parti?
İşçiler nasıl çalışıyor, hangi ücretlerle çalışmaları isteniyor?.. Her şey tüm çıplaklığıyla havalimanında ortaya çıktı. Aslında koşullar birçok şantiyede böyle. Bir rezidansın yapımında, köprü yapımında işçilerin maruz kaldığı muamele bu. Bu köleci bir yaklaşım. Bir sömürü! İşçiler bunu net bir şekilde ifade edip tepkilerini ortaya koydular. Jandarmanın, polisin müdahalesiyle karşılaştılar. Uyuşturucu operasyonu yapılıyormuş gibi kapıları kırılıp içeri girilerek insanlar gözaltına alındı. 30’a yakın işçi tutuklandı. İstedikleri haklara bakıyorsunuz, hijyen koşullar istiyorlar, yıkanmak istiyorlar, temiz bir kap yemek istiyorlar… Bu işçilerin yüzde 80’e yakını Kürt işçiler. Kalanların yüzde 10’u mülteci işçiler.
Şantiyede iki yıl önce bir Kürt işçi, üzerine benzin dökülerek yakılmıştı.
Evet… Kürt düşmanlığının İstanbul’a geldiğinde nasıl şekil aldığını şantiyede görüyorsunuz. Bir de yabancı düşmanlığı denilen bir şey var ki, şantiyede bunun Suriyelilere karşı nasıl bir nefrete dönüştüğü açık.
'MÜTEDEYYİNLERİN KİMLİĞİNE İPOTEK KOYAN BİR İKTİDARLA KARŞI KARŞIYAYIZ'
Siyasi iktidara yakın bazı köşe yazarlarının havalimanı işçilerini hedef alan çok çirkin ifadeleri oldu.
Toplumu başta Kürt düşmanlığı olmak üzere her alanda ayrıştırdı, düşmanlaştırdı, araya nefret tohumları ekti. Sen Alevisin, sen Kürtsün, Suriyeli göçmensin, Arapsın!.. Artık toplumsal kesimler birbirine bir karşıtlık üzerinden bakıyor. İktidarın marifeti bu. Şöyle bakıyor, beni ayakta tutacak bir kitleyle hareket etmem yetecektir. Burada da sürekli Türk-İslam aksında hareket ediyor. Bu, mütedeyyinlerin kimliğine ipotek koymaktan başka bir şey değil. O yüzden yoksulların partisi falan değil artık. Türklerin ve mütedeyyinlerin kimliğine ipotek koyan, onların siyasi iradesini yok sayan ama onları da bu ayrıştırmada kendi kitlesel desteğine çeviren bir iktidarla karşı karşıyayız. Biz tüm Türkiye’ye sesleniyoruz. Ülkenin tek Türkiye partisi olarak, HDP olarak Türk, mütedeyyin, Alevi, Kürt, Süryani, bu ülkede yaşayan herkese sesleniyoruz. Yan yana gelmeliyiz çünkü hepimiz bu iktidardan ve bu kapitalist sistemden mağduruz. O zaman karşıtlıklarımız bizi güçlendirsin. Radikal demokrasi ile kast ettiğimiz de budur. Yan yana gelemezlerin yan yana gelmesidir.
'BÜTÜN DÜNYANIN KÜRTLERE TEŞEKKÜR ETMESİ LAZIM'
ABD Başkanı Donald Trump, BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasından sonra yaptığı basın açıklamasında ‘ABD’nin Kürtlerle ilişkilerinin IŞİD sonrasında nasıl olacağı’ sorusuna, “Kürtler muhteşem insanlar. Bizim için de öldüler. Bunu unutmayacağım” yanıtını verdi.
Doğru bir ifade. Bütün dünyanın Kürtlere teşekkür etmesi lazım. Orada IŞİD ile mücadelede eğer bugün bir yere gelinmişse, Suriye’nin İdlib dışındaki bütün bölgelerinden IŞİD temizlenmişse ve Kürtlerin kontrolündeki bölgede insanlar barış, huzur içinde yaşıyorsa sadece Trump değil bütün dünya teşekkür etsin. Ediyorlar zaten. Bizim de teşekkür etmemiz gerekiyor. Erdoğan, bugünkü iktidar neden bu hakikatle yüzleşmiyor? Çünkü silah üretip satacaklar. Çünkü bu beton sistemi devam etsin, bu düzenleri sürsün istiyorlar.
Trump, Türkiye’ye de teşekkür etti.
Henüz Rusya ve ABD arasında ya da İran meselesi konusunda atılabilecek adımlar netleşmediği için Suriye’de savaşın ve kaosun devam etmesi, bunun düşük yoğunluklu bir halde sürdürülmesi ya da silahlı grupların bir yerden bir yere kaydırılmasıyla kazanılacak vakit herkes için kabul edilebilir bir durum gibi gözüküyor şu an. Erdoğan geçici bir dönem için bu olanağı sundu. Teşekkürün karşılığı budur. Bu kaç ay sürecek bilmiyoruz. Bu silahlı gruplar nereye gidiyor, silahlar ne olacak? El Nusra, El Kaide, IŞİD… Bunlar zihniyet olarak birbirlerine çok kolay geçiş yapabilen, amaçlarının ne olduğunu da Suriye savaşı boyunca gördüğümüz bir çete. Binlerce silahlı, ağır silahlarla donatılmış insandan bahsediyoruz. ‘Trump teşekkür etti… Soçi’de şunu görüştük… Meseleyi çözdük’ havası yaratılıyor ama mesele daha büyük bir çözümsüzlüğe sürükleniyor olabilir. Bu konuda Suriye halklarına, Suriye yönetimine, Suriye’deki kesimlere öncelik verip dış güçlerin bir an önce oradan çıkması, çıkarken de bu silahlı grupların ne olacağı konusunun açıklığa kavuşturulması büyük önem taşıyor. Aksi halde bu süreç devam eder.
Meclis, adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen yeni sistemin tüm muğlaklığıyla, 1 Ekim’de açılıyor. HDP yeni yasama döneminde nasıl bir strateji izleyecek Meclis’te?
Türkiye, demokratik bir anayasaya kavuşarak, yerel demokrasiyle güçlendirilmiş bir parlamenter sistemi inşa etmeyi önüne koymalıdır. Bu sistemle yürümek mümkün değil. Bu sistem değişikliğine bağlı olarak gelecek rejim değişikliği Türkiye’yi çok büyük felaketlere sürükler. Parlamentoya düşen, bunları önleyecek, iyileştirme yönünde adım atmak. Umudumuz var mı? Yok çünkü HDP dışındaki partiler, henüz bu anlamda adım atabilecek, bir parlamenter inisiyatif kullanabilecek yaklaşımda değiller. AKP’nin parlamentoyu hiçleştirmeye, işlevsizleştirmeye çalışan tekçi anlayışına karşı çokluğun sesini, toplumsal muhalefetin itirazlarını o kürsüye taşıyacağız. O kürsü halkın kürsüsü olacak ama bütün mücadeleyi parlamentoya taşıma niyetinde de değiliz. Sokakta olmak, halkın vekillerinin halkla beraber mücadeleyi sürdürmesi bizim önceliğimiz. Ama parlamentonun da ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini hem o parlamenterlerin hem de iktidarın gözünün içine baka baka tüm topluma anlatmaya devam edeceğiz.
'AİHM, TÜRKİYE’DEKİ İKTİDARLA AYNI DÜŞÜNEN BİR YERE SÜRÜKLENMİŞ'
“Gözünün içine baka baka” deyince aklıma “Mahkemeye zulmün gözünün içine bakmak için geldim” diyen eski Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağ ve tabii Selahattin Demirtaş geldi. Son olarak Demirtaş, Newroz’da yaptığı konuşma nedeniyle yargılandığı davada, Sırrı Süreyya Önder ile birlikte ceza aldı. Bu tip kararlar, cezaevinden çıkmaları yönündeki umudu kırıyor.
İçeride bir gün, bir saat bile kalmaması gereken, Türkiye’de demokratik siyasete katkı sunan arkadaşlarımızın içeride tutulması aslında rejimin teşhiridir. Selahattin Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın ve diğer arkadaşlarımızın cezaevinde tutulmaları tam da iktidarın Kürt düşmanlığının, demokrasiye tahammülsüzlüğünün yansımasıdır. Onlara yaklaşım bir düşman hukuku yaklaşımıdır.
Biz bütün dünyaya çağrı yapıyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) sorgulanmalıdır. Sadece Demirtaş davasıyla ilgili değil bütün davalarda Türkiye’deki iktidarla aynı düşünen, aynı konuşan bir yere sürüklenmiş bir AİHM. Öcalan kararı bunu çok çıplak bir biçimde ifade etmektedir. Demirtaş neden tutuklu? Fezlekeleri okuduğunuzda barış sürecine verdiği katkı çıkıyor ortaya. Barış sürecine katkı verenler bugün cezalandırılıyor. Hâlbuki Türkiye 2013-2015 döneminde yaşadığı o iki yıllık süreçte çok büyük umutlara, çok önemli bir gelecek hayaline sahipti. Türkiye’ye barış gelebilirdi. Bu arkadaşlarımız buna katkı sunmuş. Şimdi bu katkılarından dolayı yargılanıyorlar. Karşınızdaki savaş iktidarı barış diyen herkesi cezalandırmanın peşinde.
Eğer tecrit sonlanmış olsaydı, o dönem devam etseydi, bugün hem Suriye’de hem Türkiye’de barış vardı, Avrupa’da da huzur olacaktı. Ekonomik olarak, bütçenizin büyük kısmı savaşa gidiyor. Barışın gelmesi, ekonomik olarak rahatlamanın ve adaletin gelmesi demektir. Herkese çağrımız şu, eğer barış içinde, demokratik bir ülkede yaşamak istiyorsak bu iktidara karşı yan yana gelmeliyiz. Ancak o zaman arkadaşlarımız da özgürlüğüne kavuşabilir.