Küreselleşme karşıtı Trump ve 'İlkeli Realizm'
Akademik bir yaklaşım olan Realizm bu kez doğrudan bir başkanın ağzından yeni bir ön ek alarak, İlkeli Realizm adıyla yeniden piyasaya sürüldü ve 2017’den bu yana Trump’ın Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretten, en son BM’deki konuşmasına kadar sıkça gündeme getirdiği bir kavram oldu. Açıkça dillendirilmese de bu fikrin sık sık Trump'la bir araya gelen Kissinger’dan çıktığı tahmin ediliyor ve yorumlar bu yönde.
Trump’ın BM Genel Kurul’unda yaptığı konuşmada açıkça “küreselleşme doktrinini reddettiğini” söylemesi şimdiye dek küreselleşme sürecine dair en açık ve net karşı çıkıştı. İlk defa bir Amerikan başkanı “küreselleşme ideolojisini reddediyoruz, vatanseverlik doktrinini benimsiyoruz” diyerek, küreselleşmeyi Amerikan karşıtı bir konuma yerleştirdi.
Trump bunu daha önce de çeşitli şekillerde dillendiriyordu ama küreselleşme eleştirisi daha çok gelir kaybına uğrayan orta ve alt sınıf seçmene yönelik iç politika retoriği olarak alınıyordu. Ama bu kez Trump BM Genel Kurulu gibi bir uluslararası platformda lafı hiç dolandırmadan bütün dünyaya küreselleşme karşıtlığını açıkladı. Bu çok önemli gelişmenin işaretleri görülüyordu ve bu konuya daha önce değinerek dikkat çekmeye çalışmıştım.
Konu önemli olduğu için üzerinde daha çok durmayı gerektiriyor ve buna sonraki yazılarda değineceğim. Bu yazıda daha çok yine küreselleşmeyle bağlantılı olarak Trump yönetiminin sık sık dile getirdiği ve küreselleşme karşıtlığının söylemini oluşturmaya başlayan ve en son BM’de yaptığı konuşmada yinelediği “İlkeli Realizm” kavramı üzerinde duracağım.
REALİZM NE DEMEK?
Uluslararası ilişkiler disiplininde Realizm 1940’larda ortaya çıktı ve çok uzun yıllar alanın hakim teorisini oluşturdu. Devletin çıkarını ve gücü merkeze alan ve temelde güçlü olanı meşrulaştıran böyle bir yaklaşımın ABD’li yazarlar tarafından ortaya atılıp hem akademik dünyada hem de uygulamada etkisini sürdürmesi şaşırtıcı değildi elbette. Tabii bütün eleştirilere rağmen hala en yaygın yaklaşımlardan biri olmasının nedeni de teorinin her dönem ve duruma uygun olarak revize edilmesi, başına bir ek alarak, temel hipotezlerini korumakla birlikte, kendisini dönüştürebilmesiydi.
Akademik bir yaklaşım olan Realizm bu kez doğrudan bir başkanın ağzından yeni bir ön ek alarak, İlkeli Realizm adıyla yeniden piyasaya sürüldü ve 2017’den bu yana Trump’ın Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretten, en son BM’deki konuşmasına kadar sıkça gündeme getirdiği bir kavram oldu.
TRUMP’IN KULAĞINA İLKELİ REALİZMİ KİSSİNGER Mİ FISILDADI?
İngilizce'ye başlayanlar için çok iyi bir alıştırma metni oluşturacak basitlikte tweet’ler atan Trump’tan kimsenin teorik bir açılım bekleyecek hali yok. Uygulamadaki Realizmin ABD tarihindeki en önemli ismi, 95 yaşındaki Kissinger’in sık sık Trump’la bir araya geldiği biliniyor. (Hatta ilginç bir not olarak Kissinger’in Putin ile 17 kez görüştüğü de Financial Times gazetesine verdiği bir mülakatta ortaya çıktı.) Dolayısıyla, açıkça dillendirilmese de bu fikrin Kissinger’dan çıktığı tahmin ediliyor ve yorumlar bu yönde.
TRUMP’IN İLKELİ REALİZMİNİN NERESİ İLKELİ?
Realizmin bir akademik yaklaşım olarak farklı türleri bulunur ama hepsi devlet merkezliliği, gücü, egemenliği öne çıkarır. Burada İlkeli Realizm bir teorik çerçeveden çok dış politika rehberi işlevi görüyor ve Trump yönetimi kapsamlı bir tanım getirmeyerek elini geniş tutmayı tercih ediyor. Gerek daha önceki konuşmaları, gerek 2017’de yayınladığı Ulusal Güvenlik Belgesi ve en son BM konuşması bir yanda küreselleşme karşıtlığını geliştirirken öte yandan geçmiş bazı dış politika uygulamalarından kopuşu da gösteriyor. Buradaki kopuşları başlıklar halinde vermek gerekirse, şu alanlar öne çıkıyor.
İNSAN HAKLARINA ELVEDA
Küreselleşme karşıtlığının ilk kurbanı insan hakları konusu oldu ve ABD artık araç olarak bile bunu kullanmayacağını, yani başka ülkelerle insan hakları konusunu gündeme getirmeyeceğini, bu konuda baskı yapmayacağını açıklamıştı. Yine ABD, BM’in İnsan Hakları Konseyi'nden de çekildi. Trump “ABD kimseye nasıl yaşayacağını, nasıl çalışacağını, nasıl ibadet edeceğini söylemeyecek” diyerek bu politika değişikliğini bir kez daha ortaya koydu. Bu ifade Realizm ile son derece uyumlu çünkü Realizm devletlerin iç yapısıyla ilgilenmediği ve onların dış davranışına yoğunlaştığı için bir devletin insan haklarına uyup uymaması ikili ilişkilerde bir sorun olarak görülmez. Trump açıkça kendisinden önceki yönetimlerin demokrasi yayma politikasını eleştirerek artık bu tür bir politikasının olmayacağını ilan etmiş oldu. ABD’nin hem kendi içindeki insan hakları sicili, hem de çok sayıda çevre ülkesindeki faaliyetleri ve diktatörlere verdiği destek herkesin bilgisi dahilinde olsa da, bu politika değişikliğinin birçok ülkedeki otoriter liderlerin elini rahatlatacağı kesin.
KUVVET KULLANMA VE MÜDAHALECİLİK
Sanıldığının aksine Realizm kuvvet kullanmayı özellikle savunmaz, hatta Realizmi savunan yazarların birçoğu Vietnam, Irak gibi işgallere karşı çıkmışlardır. Mantıkları da basittir. Bu savaşlar ABD’ye fayda sağlamak bir yana güç kaybettirmiştir. Hele bölgesel sorunlara müdahale Realizm tarafından eğer zorunlu değilse gereksiz bulunur ve daha çok liberal uluslararasıcılığı savunan Demokratlara atfedilir. Burada Cumhuriyetçi Trump yönetimini kendisinden önceki yine Cumhuriyetçi Bush yönetiminden ayıran ince çizgiyi görmek de mümkün. Bush Realizmi başka ülkelerde rejim değiştirmek için kullanmıştır ve Realizmin en temel ilkesini ihlal etmiştir. Trump’ın Realizmi bu tür maceralara girilmeyeceği, gücün bölgesel savaşlarda tüketilmeyeceğinin işaretlerini vermektedir. Çünkü Çin gibi daha ciddi tehditler vardır.
EGEMENLİĞİN VURGULANMASI
Küreselleşme kavramı neredeyse devlet egemenliğinin aşınmasıyla eş anlamlı hale gelmişti. Diğer bir deyişle, küreselleşme güçlendikçe devletlerin egemenliğinin zayıfladığı düşünülüyordu. Fakat burada bir sorun ortaya çıkıyor. Çünkü küreselleşmenin devletlerin egemenliğini zayıflattığı fikri daha çok bizim gibi ülkeler açısından geçerli kabul ediliyor, bunun ABD’nin lehine işlediği düşünülüyordu. Oysa, ilginç bir şekilde, Trump sanki bir üçüncü dünya ülkesiymiş gibi küreselleşmeyi ABD’nin egemenliğine aykırı bir süreçmiş gibi tanımlayıp, konuşmasında tuhaf bir şekilde “Bize egemenliğimizi geri verin” dedi. Hatta, diğer ülkeleri de bir zamanların popüler kavramı “küresel yönetişime” karşı egemenliklerini korumaya çağırdı.
ÇOK TARAFLILIĞIN REDDİ
Daha çok Demokrat Parti çizgisine ait olan küresel meselelerde uluslararası örgütler, uluslararası hukuk ve uluslararası normlara dikkat ederek ve müttefiklerinin rızasını alarak hareket etme geleneği olan çok taraflılık (multilateralism) Trump yönetimi tarafından hem söylem hem de eylemde reddedildi. Trump ABD’yi Trans Atlantik ticaret anlaşmasından ve Paris iklim sözleşmesinden çekerken, daha önemlisi müttefikleriyle çok sıkı bir ticaret anlaşmaları müzakere sürecine girdi. Buradaki mantığı ise bir uluslararası platformda mücadele yerine müttefiklerini tek tek karşısına alarak onlara kendi istediği hükümleri dikte etmekti. Bunu Meksika ve G. Kore’yle ilişkilerde gerçekleştirdi, şu anda Japonya’yı da bu türden bir görüşme sürecine ikna etti. Kanada ve Almanya gibi müttefikleri ise buna henüz direniyorlar.
DEVLETLER ARASI GÜÇ MÜCADELESİNİN ÖNE ÇIKMASI
Küreselleşme, sermayenin engelsiz dolaşımı, ticaretin serbestleştirilmesi ve sonuçta ekonomilerin ulusal niteliklerinin ortadan kalkması sonucunda dünyada savaş ve çatışmanın olmayacağı Kantçı bir küresel liberal barışı öngörüyordu. Bunun gerçekleşmesinin bir hayal olduğu ortadaydı ve küresel gerilimler ile bölgesel çatışmalar önlenemedi. Devletçiliğin, egemenliğin, ekonomik korumacılık ve milliyetçiliğin Trump yönetimi tarafından öne çıkarılması ve bunun Realizm ile kavramsallaştırılmaya çalışılmasının önemi, önümüzdeki dönemde büyük güçler arasındaki mücadelenin hız kazanacağına dair ön işaret olmasından kaynaklanıyor. Trump’ın konuşmalarında ve yayınlanan strateji belgesinde, geçmişte görmeye alıştığımız “küresel sorunlara küresel çözümler bulma” gibi klişeleşmiş ifadeler bile yer almıyor, terörizm, çevre gibi konular es geçiliyor. Bütün dikkat ve ağırlık Çin, Rusya, İran gibi ülkelerin ABD’ye nasıl tehdit oluşturduğuna odaklanıyor.
Daha şimdiden İlkeli Realizmi savunan muhafazakar ve neocon çevreler bu yaklaşımın hem Rusya ve Çin’e karşı işe yaramaya başladığını, Çin’in Obama döneminden farklı olarak ABD’ye karşı daha çekingen davranır olduğunu iddia ediyorlar. Liberal çevreler ise Trump’ın söylem ve dış politikasındaki tutarsızlıklara işaret ederek kavramın içinin boş ve çelişkilerle dolu olduğunu savunuyorlar.
İlkeli Realizm, görüldüğü gibi teorik olarak herhangi bir derinlik taşımıyor. Uluslararası ilişkiler eğitimi alan öğrencilerin hepsinin ezbere bildiği klasik Realizm ilkelerine bir geri dönüşü öngörüyor. Burada önemli olan bu söylemsel geri dönüşün küreselleşme koşullarında, küreselleşmeyi yirmi yıl önce yaymayı temel amaç edinen ABD tarafından gündeme getiriliyor olması ve küresel gidişatın bölgesel çatışma dinamiğinden, büyük güçler arasındaki gerilimli bir döneme geçiş işaretleri vermeye başlaması.