Kürtler Bağdat’a dönerken…
Barzani, referandum gecesi “Yarım asırdır savaşıyorum. Halkımla birlikte kitlesel ölümlerden, sürgünlerden, kimyasal katliamlardan geçtim” diyordu. Başarılı geçen referandumla birlikte uzun soluklu mücadelenin amacına ulaştığını düşünüyordu. Kendi ifadesiyle artık huzur içinde ölebilirdi. Kenara çekildi ama huzur içinde değil; konumu gereği kendisinin yapamayacağı manevraları çocukları ve yeğenleri yapabilsin diye…
Kürdistan lideri Mesut Barzani, 25 Eylül 2017’de bağımsızlık referandumuyla muradına ermiş, Bernard-Henry Levy ve Bernard Kouchner gibi Batılı destekçilerin eşlik ettiği kutlama masasında bıçağıyla elmasını soyarken poz vermiş ve “Artık ölebilirim” demişti.
Bu sözü, Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa’ya liderlik eden Raymond Poincaré’in Almanların yenilgisinin ardından Strasbourg’da söylediği nakledilir. Poincaré anılarını kaleme aldığı kitabının bir yerinde sokakta yürürken “Çok yaşa Fransa” nümayişleriyle karşılaşınca bu ifadeyi kaydeder: “Artık ölebilirim.”
2014’te IŞİD karşısında Irak ordusu dağılıp Musul ve Kerkük’ten çekilince Kürt liderlerden sıklıkla duyduğumuz söz mealen şuydu:
“Irak artık başarısız, müflis bir devlettir; bir daha kendini toparlanamaz. Kürtler açısından Irak içinde kalmak için bir neden kalmadı.”
Zamanın Kürtler lehine aktığı saatlerde, birçoğu için Bağdat’ta iktidar ortaklığı anlamını yitiriyordu. Kürtlere ayrılmış cumhurbaşkanlığı koltuğu da Celal Talabani’den sonra iyice sembolikleşmişti. Talabani kendi tarzı, özel ilişkileri ve engin tecrübesiyle o koltuğun varlığını siyasete hissettiriyordu. Onun ölümünden sonra “Bağdat’taki Kürt”ün Kürtlerin davasına değen bir tarafı kalmadı. Hissiyat buydu.
Bağdat’la yüzde 17 paya endeksli bütçe bağı elbette önemliydi. Fakat bağımsızlık üzerine hesap yapanlar için o bağ koparsa da kızılca kıyamet kopmazdı. Ankara ile 50 yıllık petrol anlaşması ve Türkiyeli işadamlarının Kürdistan’daki artan yatırımları iddiayı büyütme yönünde cesaret veriyordu. İşler yolundaydı; Erbil’de ‘Italian City’, ‘English Village’ ve ‘American City’ gibi modern sitelerde konutlar binlerce dolara kiralanıyordu. Birileri için hayat harbiden ve kamilen şatafatlıydı. Irak’ın diğer vilayetlerine göre Kürdistan’ın şehirleri en güvenli yerlere dönüşmüştü. Cazibeliydi falan.
Barzani, referandum gecesi “Yarım asırdır savaşıyorum. Halkımla birlikte kitlesel ölümlerden, sürgünlerden, kimyasal katliamlardan geçtim” diyordu. Başarılı geçen referandumla birlikte uzun soluklu mücadelenin amacına ulaştığını düşünüyordu. Kendi ifadesiyle artık huzur içinde ölebilirdi.
Kenara çekildi ama huzur içinde değil; konumu gereği kendisinin yapamayacağı manevraları çocukları ve yeğenleri yapabilsin diye…
Çünkü Türkiye ve İran’ın bağımsızlık iradesini boğacak şekilde geliştirdiği abluka siyaseti, ardından İranlıların orkestra şefliğinde Irak ordusu ve Haşd el Şaabi’nin yaptığı müdahaleyle Kürdistan yönetimi, Kerkük dahil kritik bölgeleri kaybetti. Kimi yerlerde 2014, kimi yerlerde 2003 öncesi duruma geri dönüldü. İçerdeki fırtınayı dindirmek ve Bağdat’la yeni bir başlangıç yapmak için Barzani kendisine çekilme pozisyonunu uygun gördü.
***
Bir taraftan da 26 yıldır fiilen bağımsızlık koşullarında yaşadığı halde bunun için gerekli altyapının inşa edilmediği gerçeği Kürdistan’ın yüzüne çalınmış oldu. İki aileye zimmetli iki partinin (KDP ve KYB) iktidarı paylaşmasına dayalı sistem yeni siyasi oluşumlara rağmen demokratik dönüşüme izin vermedi. İki partinin aşiret disiplinine dayalı silahlı kanatları (Peşmerge) Batı’dan alınan eğit-donat desteğine rağmen tek komuta altında ulusal bir orduya dönüştürülemedi. Denetim ve şeffaflık gerektiren kamu bütçesi aşiret ve aile temelinde pay dağıtmaya devam etti. Bu imtiyazlı iktidar paylaşım sistemine meydan okuyacak siyasilerin de başına az şey gelmedi. Seçimler yapılıyor ama defolu; parlamento var ama geleneksel güç tekelini aşamıyor; kurumlar var ama kurumsal değil.
Merkezi hükümete bağlı güçlerin 17 Ekim 2017 müdahalesi Kürdistan içindeki durumu daha da karmaşık hale getirdi. Üstelik ikili sistemdeki koordinasyon ve uyum da bozuldu.
Kritik süreçte 12 Mayıs’ta Irak genelinde, 30 Eylül’de de Kürdistan’da parlamento seçimleri düzenlendi. Yerel parlamento seçiminde KYB, Erbil ve Duhok’ta KDP’yi; KDP, Süleymaniye’de KYB’yi; Goran, Yeni Nesil, Komal gibi alternatif partiler her yerde KYB ve KDP’yi ağır hileler yapmakla suçladı. KDP ve KYB’nin binlerce sahte kimlik basıp oylarını artırdığına dair iddiaların haddi hesabı yok. Sesini yükseltenlere karşı müdahaleler ve tehditler de cabası. Böyle giderse Kürt’ün Kürt’le savaştığı 1997 öncesine dönüleceği korkusu geçmiyor. Tek teselli bütün bu badirelere rağmen seçimlerin organize edilebiliyor olması.
***
Gelinen noktada sadece coğrafi-idari sınırlar değil siyasette de her şey eskiye döndü. Eskiden kasıt; ne kadar anahtarsan o kadar kilit açarsın! Kürtler referanduma karşı sergilenen düşmanlığa binaen başlangıçta boykot etmeyi tartıştıkları genel seçimlerde 7 parti olarak toplam 60 koltuk kazandı. Böylece Bağdat’ta hükümeti kurmaya çalışan tüm taraflar için ‘olmazsa olmaz partner’ pozisyonuna geldiler.
“Paylaşacağımız bir şey kalmadı” denilen Irak’la en kritik koltukların paylaşımı için haftalardır sıkı pazarlıklar dönüyor. Özgüvenle yeniyi ararken korkuyla eskiyi kurtarma çabası. Hükümet kurma müzakereleri için 30 kişilik KYB heyetinin doğru düzgün koltukları bile olmayan askeri nakliye uçağıyla Süleymaniye’den alınıp götürülmesi ve içeriden bunun fotoğraflarının paylaşılması epey manidar geldi.
Ama bu kez iki parti arasında evdeki kavga yüzünden Bağdat’taki ortaklık modeli de çökmüş oldu. Eski modelde KDP, Kürdistan başkanlığını alırken KYB’ye Irak cumhurbaşkanlığı koltuğu düşüyordu. Bu kez KYB, kendi partisinden ayrılıp Demokrasi ve Adalet Koalisyonu ile seçimlere katılmış olan Dr. Berhem Salih’i cumhurbaşkanlığı koltuğuna önerdi. KDP ise Başkanlık Divanı üyesi Dr. Fuad Hüseyin’i aday gösterdi. KDP’nin argümanına göre artık paylaşımın en önemli ayağı olan Kürdistan başkanlığı yoktu, KDP’nin Irak parlamentosundaki vekil sayısı (18’e 25’le) daha fazlaydı ve Irak’la ciddi pazarlıkların olacağı yeni sürece KDP’li bir cumhurbaşkanıyla girmek iyi olurdu. KDP ayrıca KYB’yi kendilerine danışmadan aday gösterdiği için de suçluyordu.
İki tarafın arasını bulma çabası da İranlılar ve Amerikalılara düştü. Bir tarafta Mesud Barzani ve Başbakan Neçirvan Barzani, diğer tarafta Talabani’nin oğulları Bafel ve Lahur Talabani. İktidara oynayan Şii bloklar, tercihlerini Salih’ten yana koysa da koalisyona desteğini alabilmek için KDP’yi de küstürmeme taktiği güttü. İranlılar coğrafi yakınlığın da etkisiyle öteden beri Kürdistan’ın Süleymaniye yakası üzerinde etkili. Salih’e rakip olarak öne sürülen Fuad Hüseyin’in Feyli (Şii) Kürtlerinden olması da İranlıları etkilemedi. (Elbette Hüseyin Şiileri etkilemek için seçilmedi. Sadece kendisi ve eşi hakkında çok spekülasyon yapıldığı için hatırlattım.)
Neçirvan Barzani, İran’a yakın duran Nuri el Maliki ve Hadi el Amiri’nin liderliğindeki Şii blokla Fuad Hüseyin’i desteklemeleri halinde koalisyona omuz vermeyi önerdiği öne sürüldü. Kürt medyası aranan desteğin verildiğini yazdı. Fakat günün sonunda parlamentoda dün yapılan oylamada Berhem Salih 90’a karşı 165 oyla kazandı. İki gün önce Şii partilerin neden Salih’i tercih ettiğine dair çarpıcı bir izahat, Haşd el Şaabi’nin bileşenlerinden Asaib Ehl el Hak’ın lideri ve meclisteki Sadigun Bloku’nun kurucusu Kays el Hazali’den gelmişti. 2007-2010 arasında işgal güçlerinin elinde esir kalan Hazali, Salih’in adaylığı ile ilgili “Kürtlerin tek bir aday üzerinde uzlaşmalarını umuyoruz. Fakat bölünme devam eder de iki aday öne sürerlerse ulusal düzeyde Salih’in şansı daha fazla olur. KYB, bağımsızlık referandumunda daha akılcı bir pozisyona sahipti. Tepkileri daha hassastı ve çatışmadan kaçınıp insanların canlarını koruma konusunda yeterince cesurdular” demişti.
KYB’yi Berhem Salih’te karar kılmaya ikna eden de ABD Özel Temsilcisi Brett McGurk idi. Bu da İran nüfuzunu kesmek için gece gündüz mekik dokuyan McGurk için Ortadoğu çıkmazındaki cilvelerden biri olsa gerek. Mesud Barzani hem Haydar el İbadi’nin yeniden başbakan olması hem de ortak aday konusunda McGurk'un baskılarına direndi. Barzani’nin duruşu “Kürdistan’ın taleplerini kabul eden blokla işbirliği yapacağız” şeklindeydi. Barzani’yi hem İranlıların hem Amerikalıların cezalandırması da Ortadoğu çıkmazındaki bir diğer garabet.
Sırada hükümetin kurulması var. Kürtler pazarlıkların merkezinde. Ama faktör ve denge unsuru çok: Birbirine rakip Şii bloklar, Sünniler, bölünmüş Kürtler, İran-Amerikan nüfuz savaşı, Necef merkezli dini otoritenin tercihleri vs. Bunun Kürdistan’la ilişkilere nasıl bir boyut katacağını kestirmek şimdiden imkânsız.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Açılımda Kandil ve Suriye yok! Peki sahada olan ne? 31 Ekim 2024
Fars’ın stratejik aklı ne diyor; ‘Vur’ mu, ‘Dur’ mu? 28 Ekim 2024
Öcalan sahneye neden davet edildi? Ne tür oyunlar dönüyor? 24 Ekim 2024
Kelle koparma ya da ateşkes 21 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI