Sınıf mücadelesi ve kriz
Eylül rakamlarına göre tüketici enflasyonu yüzde 24.52’ye yükselmiş durumda. Yıl sonunda ise, ihtiyatlı bir tahminle enflasyonun yüzde 20’nin üzerinde olması muhtemel. Bu durumda gerçekleşecek ücret pazarlıkları, sınıflar-arası mücadelenin en temel konularından birini oluşturacak. Çalışanlara yüzde 20’nin altında verilecek ücret zammı, reel olarak krizin maliyetinin çalışanlara yıkılması anlamına gelecektir.
Dün açıklanan enflasyon rakamları, ağustos ayında derinleşen döviz krizinin etkilerinin ne denli büyük olduğunu ortaya koydu. Her ne kadar enflasyon rakamlarının açıklanması sonrasında Berat Albayrak, "en kötüsü geride kaldı" diye açıklama yapsa da, kriz şiddetini daha da artırarak derinleşecektir. Geçtiğimiz dönemde Mehmet Şimşek’in kaç kere "en kötüsü geride kaldı" şeklinde açıklama yaptığını araştırınca, benim yüzüm kızardı. Bu akıbet muhtemelen, Berat Albayrak’ı da bekliyor.
Bu yazıda, krizin derinleşmesiyle sınıf mücadelesinin yoğunlaşmasını, somut süreçler üzerinden ele alacağım. Ekonomik kriz dönemleri, sınıf mücadelesinin yoğunlaştığı dönemlerdir. Bildiğiniz gibi analitik bir araç olarak sınıf, ana akım tartışmalarda rastlanılan bir kavram değil. Bu nedenle yoğunlaşan bu mücadeleleri anlayabilmek için eleştirel politik ekonominin sağladığı kavramsal olanaklardan yararlanmalıyız. Sürece bu şekilde bakıldığında sınıf mücadelesinin iki çeşidini tespit edebiliriz: Sınıf-içi ve sınıflar-arası mücadeleler.
SINIF-İÇİ MÜCADELELER
Sınıf-içi mücadeleler, üretim sürecindeki konumlarına göre aynı sınıfsal kategoride yer alanlar arasındaki mücadele anlamına gelir. Sınıf-içi mücadelenin ilk türü sermaye sınıfı içindeki mücadeledir. Ekonomik kriz, sermaye birikim sürecindeki işlevlerine göre tasnif edebileceğimiz -para, meta ve üretken sermayeler- farklı sermaye türleri arasındaki mücadeleyi yoğunlaştırır. Bunun en somut görünümü, bankacılık sektörü ile reel sektör arasındaki mücadeledir. Bu anlamıyla konkordato, sermaye içi mücadelenin konusudur.
Son açıklanan enflasyon rakamlarını, sermayeler arası mücadelenin yoğunlaşmasına bir örnek olarak okuyabiliriz. Eylül ayında üretici fiyat artışı yüzde 46.15 olarak gerçekleşti. Bu fiyat artışının, talebin daraldığı bir ortamda tamamıyla tüketici fiyatlarına yansıtılması mümkün değil. Dolayısıyla önümüzde kitlesel firma iflasları ve bunun yaratacağı kitlesel işsizlik dönemi var. Kitlesel firma iflasları, sınıf-içi mücadele açısından bakıldığında, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması eğilimlerinin artması olarak görülebilir. Bir başka ifadeyle kriz anı, sermayeler arası hiyerarşide bir çizgi çekilmesi ve bu çizgi altında kalanların elenmesi anlamına gelir. Son enflasyon rakamı, bu elenmenin büyük boyutlarda olabileceğini gösteriyor.
Sınıf-içi mücadelenin ikinci türü, işçi sınıfı içindeki mücadeledir. Burada işçi sınıfını, geniş anlamda ücretlileri ve güvencesiz çalışanları (prekarya) kapsayacak şekilde kullanıyorum. Kriz dönemlerinde, özellikle örgütsüz olunan sektörlerde işçi sınıfı içindeki mücadele yoğunlaşır. Yukarıdaki enflasyon örneğinden devam edersek, kitlesel firma iflaslarının kitlesel işten çıkarmalar ile sonuçlanması durumunda, işini koruyabilmek için girişilen bireysel mücadeleler, sınıf-içi rekabetin daha da yoğunlaşması anlamına gelecektir.
SINIFLAR-ARASI MÜCADELE
Kriz döneminde yoğunlaşan ikinci mücadele türü sınıflar-arası mücadeledir. Bu, geleneksel olarak çalışanların sermaye sınıfına karşı giriştiği mücadelelerin geneli olarak görülebilir. İş gününün, çalışma sürelerinin, sosyal hakların ya da emeklilik ve sağlık hizmetlerinin elde edilmesi, işçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesi sonucunda gerçekleşmiştir. Ancak, geçtiğimiz son 40 yılda, neoliberalizm olarak adlandırılan siyasal ve iktisadi program sonucunda çalışanların kazandığı bu haklar birer birer geri alınmaktadır.
Sınıflar-arası mücadele, sınıfların güçleri oranında süreci belirleyebildiği bir zemini ortaya çıkarır. Son açıklanan enflasyon rakamlarından hareketle bunu değerlendirdiğimizde, ortaya şöyle bir durum çıkıyor. Eylül rakamlarına göre tüketici enflasyonu yüzde 24.52’ye yükselmiş durumda. Yıl sonunda ise, ihtiyatlı bir tahminle enflasyonun yüzde 20’nin üzerinde olması muhtemel. Bu durumda gerçekleşecek ücret pazarlıkları, sınıflar-arası mücadelenin en temel konularından birini oluşturacak. Çalışanlara yüzde 20’nin altında verilecek ücret zammı, reel olarak krizin maliyetinin çalışanlara yıkılması anlamına gelecektir.
İŞÇİ SINIFINA KARŞI SERMAYE
Kriz döneminde her iki sınıf-içi mücadele türü de yoğunlaşır. Ancak bu ikisi arasında önemli bir fark var. Sermaye fraksiyonları arasındaki mücadelenin dayattığı dağınıklık, sınıflar-arası mücadele anında farklı sermaye fraksiyonlarının işçi sınıfı karşısında hızla birleşmesine engel değildir.
Örneğin sanayiciler ile bankacılar arasındaki mücadele ne kadar sert olursa olsun, her iki kesim de önerdikleri çözüm önerileri arasına, ‘kıdem tazminatının kaldırılması’ ya da ‘emek piyasasının esnekleştirilmesi’ gibi sınıf taleplerini yerleştirirler. Bir başka ifadeyle sermaye, güçlü sınıf örgütleri sayesinde kriz dönemlerinde kendi içinde yürüyen mücadele ile sınıflar-arası mücadeleyi birbirinden ustalıkla ayırt eder.
SERMAYEYE KARŞI İŞÇİ SINIFI
Kapitalist toplumsal ilişkiler içerisinde, işçi sınıfı sermaye karşısında yapısal olarak dezavantajlı konumdadır. Bu farklılık, iki kesimin örgütlülük seviyesinden ve bu örgütlerin devlet iktidarına erişimi açısından görülebilir. Bu yapısal dezavantaja ek olarak, 2000’li yıllarda Türkiye’de uygulanan neoliberal popülizm, doğrudan emekçilerin örgütlü güçlerini dağıtmaya ve çalışanları piyasa ilişkileri içinde atomize etmeye dayalıdır. Bunun bir sonucu olarak, mevcut kriz koşullarında işçi sınıfı, sermayenin yaptığı gibi bir bütün olarak sınıf tepkisi vermek yerine, bireysel ya da daha iyi ihtimalle kısmi örgütlülüklerle yoğunlaşan krize tepki vermektedir. Özellikle işsizliğin arttığı bir dönemde çalışanlar arası rekabetin daha da artacağı beklenebilir.
***
İşte bu sıkışmışlık noktası, tam da siyasetin devreye girmesi gereken yer. Aklın kötümserliğine karşı iradenin iyimser olabilmesi için, öncelikle bir irade olması gerekir. Türkiye’de mevcut rejimden memnun olmayanlar ile krizin maliyetini ödemek istemeyenleri, yani hürriyet ile ekmek kavgasını birleştirebilecek bir irade, ancak bu kilidi aşacak anahtarı üretebilir.