Türkiye’de seçimin iki anlamı
Bir yandan iktidarın yerel yönetim seçimlerini sınırlandırma olasılığını düşünebilecek kadar istisnai bir süreç içindeyiz diğer yandan her şey olağan bir süreç içinde akıyormuş gibi politik manevraları izliyoruz.
2019’da yerel seçimler var. Rejim bir yandan muhtarları düzenli olarak Saray’da misafir ederken bir yandan da yerel yönetim kuruluşlarını demokratik yönetimler olmaktan çıkarmaya, onları idari şubeler haline getirmeye ilişkin söylentiler yayıyor. Aynı zamanda milliyetçi cephe içerisinde uzlaşmalar, uzlaşmazlıklar; muhalefet arasında görüşmeler sürüyor. Yani seçimler bakımından durum şu: Bir yandan iktidarın yerel yönetim seçimlerini sınırlandırma olasılığını düşünebilecek kadar istisnai bir süreç içindeyiz diğer yandan her şey olağan bir süreç içinde akıyormuş gibi politik manevraları izliyoruz. Seçim yapılacak birimlerin sınırlanmasından, seçimlerin organizasyonundaki açık hale gelmiş usulsüzlüklere varana kadar bir olağanüstülüğün karşısında, kim nereden aday olmalı gibi bir olağanlıkla ittifak stratejileri üzerinde duran muhalefeti izliyoruz.
Türkiye’nin son beş yılı seçimler ile geçti. Bizzat seçimin kendisinin ülkemizdeki istisnai rejim ve kurumların anlamını tesis eden bir hale geldiğini kavramamız kritik bir önem taşıyor. 2013’te Türkiye’deki temsili kurumların tamamına karşı gerçekleşen Gezi direnişinin ardından geçen beş yılda iki cumhurbaşkanlığı seçimi, üç genel seçim, bir referandum ve bir yerel seçim ile karşı karşıya geldik. Kurulan sandıkların her biri rejimin inşasına ilişkin belirli momentlere denk gelse ve her birinin özgül koşulları olsa da son beş yılda yapılan seçimlerin hem rejimin inşası açısından hem de toplumsal muhalefetin yapılandırılması bağlamında genel bir anlamı olduğunu düşünüyorum.
REJİMİN İNŞASI BAĞLAMINDA SEÇİMLER
Rejimin inşası bağlamında seçimlerin en üst düzeydeki anlamı, fiili olarak, hukukun dışına çıkılarak yapılana demokratik meşruiyet sağlamak, onu halka onaylatarak hukuktan kaçırmaktır. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri, "cumhurbaşkanının partisiyle ilişkisi kesilir" ve "cumhurbaşkanı tarafsızdır" hükümleri varken gerçekleşmiş; Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra düzenlenen AKP’nin birinci olağanüstü kongresinde “parti başkanı” olarak konuşmuş ve parti başkanlığını devretmişti. Bu kongre Yeni Türkiye’nin kuruluşuna ilişkin en geniş tartışmaların da yapıldığı kongreydi. AKP kongresi Türkiye’nin yeni kurucu iktidarı olarak kendini sunmuştu.
7 Haziran 2015 genel seçimleri kampanyasında Erdoğan cumhurbaşkanıydı, anayasadaki kural hâlâ yerinde duruyordu. Fakat seçim kampanyası boyunca parti başkanı olarak davrandı. 7 Haziran seçimlerinde oylanan AKP değil Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu. 7 Haziran, olağanüstü dönemin seçimlerinin anlamı bakımından da bir kırılma noktasıdır. Bu seçimlerin sonucunda AKP tek başına hükümet kurma olanağını yitirdi, parlamento çoğunluğunu kaybetti. Hukuk dışı yollarla girişilen yeni rejim inşa sürecinde demokratik meşruiyeti kullanan Erdoğan rejimi için siyasal hegemonyayı kaybetmek felaket demekti. Rejim bu felaketi 7 Haziran 1 Kasım arası geçen dönemde bütün bir ülkeye yaşattı.
Dört aylık yıldırı ve korku döneminin ardından gerçekleşen 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde yine aynı anayasal ilkeler varlığını sürdürüyordu ve yine partinin temsilcisi olarak Cumhurbaşkanı sahnedeydi. Kendisini oylattı, yıldırı döneminin ardından seçimleri kazandı. Seçim güvenliği, seçim adaleti çok uzun zamandır olmadığı kadar ayaklar altına alınmıştı. Bunun işe yaraması sonraki seçimler için de rejime yol gösterecektir.
1 Kasım’da varlığını hâlâ tehlikede gören rejim, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin lütfuyla inşa sürecini hızlandıracak 20 Temmuz istisnai rejimini ilan etti. Anayasaya aykırı olarak, KHK’ler yoluyla bütün devlet yapılanması ve kamu çalışanları yeniden düzenlendi. Hukukun ve öngörülebilir değişikliklerin yerini biçimsel ve içerik olan kağıttan ibaret olan keyfi kararnameler aldı. Bu fiili düzen de yine bir demokratik meşruiyet arayışıyla halka götürüldü. 16 Nisan 2017’de halkın önüne götürülen şey 18 maddelik anayasa değişikliği kanunu değil, fiili rejimdi. Tabii bu defa demokratik meşruiyet de tesadüfe bırakılmadı. YSK, kanuna aykırı olarak iki buçuk milyon civarında oyu geçerli saydı.
24 Haziran 2018 seçimleri sistemin hukuki olarak yürürlüğe gireceği seçimdi. Yani referanduma sunulan rejim değişikliğinin yürürlüğe girmesi yeni bir seçime bırakılmıştı. 24 Haziran seçim güvenliği ve adaleti bakımından seçim prosedürünün sonu oldu. Artık kuralları iktidar tarafından belirlenen, oyların iktidar tarafından sayıldığı ve iktidar tarafından denetlendiği, amacı iktidarı meşrulaştırmak olan seçimlerle karşı karşıyayız.
MUHALEFETİN YAPILANDIRILMASI BAKIMINDAN SEÇİMLER
Muhalefetin yapılandırılması bağlamında seçimlerin genel anlamını tarif etmek için en uygun ifade olağanlaştırma. Her seçim süreci fiili hale gelen yeni Türkiye inşa sürecinin muhalefet tarafından olağanlaştırılması anlamına geldi şimdiye kadar, muhalefet bu tuzaktan kaçacak hiçbir argüman ve politika geliştiremedi.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri bunun ilk örneği oldu. Selahattin Demirtaş’ın CHP ve MHP’nin ortak olarak çıkardıkları İslamcı aday Ekmeleddin İhsanoğlu ile yeni Türkiye’nin kuruculuğu rolüne soyunmuş İslamcı diğer aday Erdoğan’a karşı yürüttüğü kampanya dışında seçimler, fiili rejimin olağanlaştırılması dışında bir politik süreci başlatmadı. 2015’te gerçekleşen 7 Haziran seçimlerinde yine rejime ilişkin tek politik muhalefet, Demirtaş’ın "Seni başkan yaptırmayacağız" sloganında kendini gösterdi. Rejimin dönüştürülmesine karşı muhalefetin birleştirilmesini sağlayacak bu politik zeminde ne yazık muhalefet buluşamadı, sonrasında Demirtaş cezaevine gönderildi, HDP büyük bir baskı altına alındı. Sonuçta seçimler muhalefetin olağanlaşma umutlarını ve sonrasında da hayal kırıklıklarını besledi.
Muhalefetin seçimler aracılığıyla iktidar tarafından yapılandırılan rejimi “olağanlaştırma” işlevi yalnızca 16 Nisan 2017 referandumunda kırılabildi. Referandumda başlatılan HAYIR kampanyası, Türkiye’de rejimin tek adam etrafında örgütlenmesine karşın güçlü bir birliktelik yarattı, fakat seçimin kurallarını koyan, yürüten ve denetleyen mercilerin tek elde toplanmasının politik bir sorun haline getirilmesinden kaçınıldığı için, kanunen geçersiz oylar tek hamlede geçerli sayılınca hayal kırklığı daha da büyüdü.
24 Haziran’ın özel bir anlamı var. CHP’nin adayı Muharrem İnce Erdoğan rejiminin karşısına, aynı dili konuşan bir başkan adayı olarak çıktı. Buna rağmen, muhalefetin boşluğunu doldurdu, ülkenin geleceğine ilişkin endişe ve tedirginliğin önce büyük bir umuda, seçim gecesi ise önce Adil Seçim Platformu'nun, sonra bizzat kendisinin gösterdiği performans nedeniyle büyük bir hayal kırıklığına neden oldu.
Bugün Türkiye’de yaklaşan yerel seçimler üzerine kafa yorarken muhalefetin olağanlaştırma stratejilerine hapsolması, siyasal, sosyal ve ekonomik olarak yoksullaştırılmış ve yoksunlaştırılmış geniş halk kesimleri yerine, iktidar tarafından yapılandırılmış muhafazakar, dindar vs. tanımlarına seslenmesi, seçimleri örgütlerini yeniden yapılandırarak kitleselleşmeyi sağlamak yerine aday belirleme süreçleri olarak görmesi meselelerini iyi değerlendirmek, değerlendirmeye buradan başlamak en uygun yoldur.
Her seçimin yarattığı umutların ve hayal kırıklıklarının sebep olduğu yorgunluğu görmek, buna bir daha sebep olmamak gerekir. Tüm bu çabayı da politikaya kanalize ederek, belediye meclislerinde sahip olunacak koltukları değil, ülkenin geleceğini belirlemeye dönük stratejileri seçimler aracılıyla sunmak, bunu örgütlemek için kullanacak kadroları taşıyabilecek çatılar çatmak…
Tüm bunlar için de tartışmayı sürdürmek, olağanlaşmamak, olağanlaştırmamak…