Nefes almak bir reflekstir
Ulusal Yarışma ve Kıraathane-Edebiyat Evi, havanın ağırlaştığı bir zamanda kültür dünyasının nefes almasını sağlayan girişimlerden ikisi. Belli ki artık sivil toplumun, dayanışma guruplarının, kendiliğinden birlikteliklerin zamanı…
Meşrutiyet Caddesi’nin üstündeki küçük sokakta büyük bir kalabalık toplanmış. Yazarlar, çevirmenler, genç ya da değil editörler, yayıncılar ve gazeteciler. Türkiye’nin belki de ilk edebiyat evinin açılışını kutlamak üzere oradalar. Kolay kolay bir araya gelemeyen, böyle büyük kutlamaları pek nadir gören bir grup. Onlar kitap dünyasının insanları. Yayıncılığın çatlaya patlaya büyüdüğü serpilip geliştiği on yıl boyunca pek çok yeni şey oldu, ama edebiyata hizmet edecek, bütün kitap dünyasını bir araya getirecek böyle bir merkez hiç olmadı.
Kitap sitesi K24’ün açtığı Kıraathane adlı edebiyat evi, Beyoğlu’nda tarihi bir binanın beş katına yayılıyor. Küçük salonların hepsi, edebiyat toplantılarına, atölyelerine ya da yazarların çalışmasına ayrılmış vaziyette. Merkezin sonbahar programı, kalınca bir kitapçık oluşturuyor. Ruhunu biraz da Avrupa’daki benzerlerinden alan bu merkezin girişinde küçük bir kafe de olacak. Ve belli ki bundan sonra uzunca bir süre, tüm kitap dünyasını kendine çekecek. Yazarlar, yayıncılar o küçük sokakta sigara içme bahanesiyle toplanıp sohbet etmeye devam edecekler. Okurlarıyla, birbirleriyle buluşacaklar. Yeni fikirler geliştirecekler, yaptıkları işi, yazdıkları metinleri, yaraları ve dertleri neredeyse her neyse onu anlatma, başkalarıyla paylaşma olanağı bulacaklar. Kendilerine ayrılmış bir mekanın rahatlığı içinde serbestleşecekler. Din, dil, siyasi görüş ayırmadan bütün yazarların bütün okurlarla buluşabileceği bir edebiyat evi, şu sıkıntılı zamanda kitap dünyasının belki de en çok ihtiyaç duyduğu şeydi. Bunu gerçekleştirmeyi başaran ekip gerçekten teşekkürü hak ediyor…
Birkaç gün sonra, Kıraathane açılışındakine benzer bir başka kalabalık da Harbiye’de, Cahide Müzikhol’ün önünde toplanmıştı. Oyuncular, yönetmenler, sinema yazarları, magazin gazetecileri ve sinemacılar hep oradaydı. Antalya Belediyesi, geçen sene Altın Portakal Ulusal Yarışma’yı düzenlemekten vazgeçtiğini ilan etmişti. Onlar, artık uluslararası olmaktan söz ederken bazıları da muhalif filmlere ve sanatçılara açık bir alanın kapatıldığını düşündü, anlattı. Sonra alışılmadık bir şey gerçekleşti ve sinemacılar bu durumu eleştirmekle yetinmeyip, eyleme geçti. Kendi geleneklerine, kendi yarışmalarına sahip çıktılar ve Ulusal Yarışma’yı, İstanbul’da kendi kendilerine gayet de başarılı biçimde düzenlediler. Bu yıl ikinci kez yapıldı Ulusal Yarışma. Bir kez daha neredeyse herkes bir araya geldi, filmlerin özgürce gösterildiği, sinemacıların sesini özgürce yükseltebildiği bir organizasyon oldu. Tam da Ulusal Yarışma’nın sloganlaştırdığı gibi: Cesaretle, tutkuyla, umutla, dayanışmayla...
Açılış partisi yapıldı, filmler gösterildi, jüri ödülleri belirledi ve şık, eğlenceli, hiçbir eksiği olmayan, sinema dünyasının görmek istediği gibi bir ödül töreni yapıldı. Böylesi bir organizasyonun gerçekleşebilmesi için bir belediyeye, siyasi örgüte ya da devlete ihtiyaç olmadığının ispatı gibiydi Ulusal Yarışma organizasyonu. Bir iki sinemacının önderliğinde, ama pek çok başka kimsenin desteğiyle gerçekleşmiş bir organizasyon. Hepsi de teşekkürü fazlasıyla hak ediyor…
Bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey tam da Ulusal Yarışma’nın sloganlaştırdığı sözcükler: cesaret, umut ve dayanışma. Türkiye’de muhalif bir sözü olan neredeyse herkesin seçimlerden de parlamentodan da ümidi kestiği, bildiğimiz medyanın işlevsizleştiği bir zamanda geriye tek bir adres kaldı: Sivil toplum. Dernekler, vakıflar, bir araya gelen dayanışma grupları, kurumlar ya da anlık inisiyatifler… Bundan sonra bir süre nefes alınacak alanları onlar açacak. Sanatçılar, kültür insanları, meslek grupları kendi içinde kendisi için çözüm arayacak, seslerini duyurmanın yollarını bulacak. Toplantılara, panellere, kutlama ve buluşmalara katılımın daha da arttığını, tıpkı 80’lerdeki gibi kalabalıklaştığını göreceğiz. Kültür dünyası da sosyal hayat da önümüzdeki dönemde farklı yönlere doğru evrilecek. Bildik eski yöntemler canlanırken, yaratıcı yepyeni etkinlik biçimleri, yepyeni ekipler ortaya çıkacak. Ve hiçbirimiz buna şaşırmayacağız, hatta ister istemez, kendiliğinden bütün bunların bir parçası olacağız...
Çünkü, ne de olsa nefes almak bir reflekstir!