Banksy ve tekniğin olanaklarıyla kendini paralayabildiği çağda sanat yapıtı
Tablo satıştan sonra şaşkın izleyicilerin gözleri önünde parçalara ayrılırken de bir Picasso alıntısı eşliğinde koyduğu Instagram videosuyla hikayeyi kendi gözünden anlatmış: “Yok etme dürtüsü de yaratıcı bir dürtüdür.” Anarşizm, nihilizm, yapı hatta leke sökücülük, ne ararsan var. Hikayenin bu kısmında en olmayan şey, inandırıcılık, maalesef.
Günümüzde sanatın her alanında yokluğu en çok hissedilen şey, deha, özgünlük, yaratıcılık ve cesaret kokteyli. Bunların bir araya gelmesi zor, gerçek bir ruh taşıyan bir eserin büyük kitlelerle buluşması daha da zor. Çünkü algılanabilirlik, erişilebilirlik kıstası giriyor o noktada bir de devreye. Sinema, edebiyat gibi izleyiciyi bir öykü dünyasının içine çeken sanatlar için bu etkiye ulaşmak belki bir parça daha olanaklıyken resim, heykel gibi alanlarda sınırlı bir kitleye hitap etmekle en popüler damara seslenmek arasında kalan patikalar pek zorlu.
Bir de teknoloji herkesi bir miktar ‘sanatçı’ yaptı, malum. ‘Acemi’ hiç bu kadar şanslı olmamıştı. En uyduruk fotoğraf bile efekt, filtre desteğiyle bir şeye benziyor. Selfie müessesesi sayesinde insan yüzü başlı başına kurmaca bir hâl aldı. İşin endüstriyel boyutu, piyasa dinamikleri, keşif duygusunun yerini neredeyse tamamen ‘öne çıkarılan’lar/çoksatanların övgüsü ve yergisine bırakmış olması da eklenince sahici, özgün bir ruh, sese ulaşmak giderek zorlaşıyor. Yine de her alandan tek tük de olsa deha, çıkıyor. Zamanın ruhunu kavrayıp kendince ören, ördüğünü de tersinden giydiren sanatçılar oluyor genellikle bunlar. Duvarların efendisi, büyük sokak sanatçısı Banksy işte bunlardan biri.
Son büyük numarasıyla tüm dünyayı hakkında konuşturmayı başardı. En bilinen eserlerinden “Kırmızı Balonlu Kız”, Londra'daki Sotheby's müzayede evinde 1 milyon sterlinden yüksek bir fiyata satılmasının hemen ardından kendi kendini parçalara ayırdı. Bu kısım mühim çünkü iki gündür ilgili haberler hep ‘imha etti’ ifadesine yer veriyor. İmha değil, cam çerçeve indirmeden hallice, fiyatı da en az ikiye katlayan bir bölünme/parçalanma durumu var ortada. Walter Benjamin’den ilhamla koyduğum başlıkla, ‘kendini paralayan’ ama bunu yaparken de meta değerini artıran bir eser.
Banksy dünyanın dört bir yanına imzasını atıp da şu ana dek mucizevi biçimde kimliğini gizli tutmayı başarmış biri. Mizah duygusu çok gelişmiş, hayli cesur ve politik bir sokak sanatçısı. Çok zor şartlar altında, İsrail’deki “utanç duvarı”na yaptığı nefis graffitilerden Kürt gazeteci, ressam Zehra Doğan’ın yaptığı resimler nedeniyle tutuklanmasını protesto için Manhattan’da yaptığı duvar resmine, destekleyici Instagram iletilerine değin uzanan cesur bir politik çizgisi var. Bir odanın içine boyalı bir fil sığdırabilmek gibi çarpıcı buluşları var. Az sayıda da olsa verdiği röportajlar, yapımcısı olduğu, muzip ve ters köşeli bir belgesel var. Bu selfieler çağında, yüzünü göstermeden mümkün mertebe muhalif bir kimlikle adını şimdiden ölümsüzleştirmiş bir deha, özetle.
Banksy kendini gizledikçe, ünden kaçtıkça ünlenmiş ve sonuç olarak elbette bu işten müthiş paralar da kazanmış biri. Bir noktayı aştıktan sonra, ün ve paranın ne kadar masum ve ‘muhalif’ kalabildiği daimi tartışma konusudur. Bir ekiple çalıştığını kendisi söylüyor ki bunda hiç beis yok. Graffiti yaptığı duvar parçaları bile kesilip biçilip akıl almaz fiyatlara satılan bir sanatçının bunca üne rağmen kimliğini gizleyebilmesinin ardındaysa dev bir ‘giz yönetimi’, müthiş bir PR olduğuysa açık bana göre. Tüm bunlar Banksy’nin zamanımızın ününü çokça hak etmiş bir yaratıcı kahramanı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Graffitiyi o icat etmiş olmasa da sokakların demokratik birer sanat mekânına dönüşmesine katkıları ve özgünlüğün, ruhun mumla arandığı günümüzde özellikle gençlere verdiği ilhamın büyüklüğü yadsınamaz.
17 yaşında, sokak sanatçısı bir yeğenim var, Fırat. Motorla karşıdan karşıya geçerken sekiz dakikada vapur arka cephesine resim çizmek ve belki okulunda olmadık bir iki yeri boyamaya kalkmak gibi desteklersem anne babasından haklı olarak papara yiyebileceğim ufak tefek çılgınlıkları oldu. Onun bu tutkusundan işin özünün bu beklenmediklik, dünyanın kendisini kocaman bir tuval gibi görmenin verdiği özgürlük hissi olduğunu anladım. Banksy’ye ait bir söz de şu ana dek sanatın anlamına dair edilmiş en iyi sözlerden biri bana göre: “Sanat, huzursuzları yatıştırmak, keyfi yerinde olanlarınsa keyfini kaçırmak içindir."
Banksy’yi sevmemek pek mümkün değil, özetle. Bu tablo doğramacılıksa beni en çok tereddütte bırakan eylemi. Aşağı yukarı eşit düzeylerde gıcık ve hayran olunası bir ‘büyük numara’. Şu ana dek, yanılmıyorsam eserlerinin satış kısmına pek etkin biçimde bulaşmazken bu olayı Instagram hesabından duyurma biçimi de öyle. Tablonun satışını canlı izleyip Instagram hesabından önce ‘gitti-gidiyor, giiitti!” diye duyurmuş. Tablo satıştan sonra saniyeler içinde şaşkın izleyicilerin gözleri önünde parçalara ayrılırken de bir Picasso alıntısı eşliğinde koyduğu Instagram videosuyla hikayeyi kendi gözünden anlatmış: “Yok etme dürtüsü de yaratıcı bir dürtüdür.” Hıım, anarşizm, nihilizm, yapı hatta leke sökücülük, ne ararsan var. Hikayenin bu kısmında en olmayan şey, inandırıcılık.
Banksy’nin dediğine göre baştan beri planı buymuş, tablonun arkasına kağıt öğütücü bir mekanizmayı birkaç yıl önce yerleştirmiş. (Rusların “bir görgü tanığı gibi yalan söylüyor” sözünü hatırlatan bir detay, ‘birkaç yıl’.) Böyle bir şeyin müzayede salonunun işbirliği olmadan gerçekleşmesi neredeyse imkansız. Uzaktan kumandayla mekanizmanın (salondaki Banksy tarafından?) çalıştırılacağı ana değin her şey beraberce planlanmış olmalı gibi geliyor. Sonrasında Sotheby's yöneticisi Alex Branczik’in “Banksylendik galiba, he heh” biçimindeki tepkisi de biraz önden yazılmışa benziyor. Hadi diyelim hepsi gerçek, bu eylem bize ne söylüyor?
Elbette çarpıcı ve düşündürücü ki, günlerdir konuşuyoruz. Hemen akla getirdiği şey, sanat eserinin tamamlanmamışlığı ve aidiyet meselesi mesela. Bu oyun da resmin anlatısının bir parçasıysa, gerçek resim hangisi, bildiğimiz tablo mu, sonunda parçalara ayrılan mı? Dünyanın faniliğinden tüketim toplumunun ‘çiğne tükür’ felsefesine değin bir sürü şeyin ilham tohumunu barındırıyor bu olay, içinde. Picasso’nun sözüyle birleşince Fight Club’a kadar giden bir tüketim kültürü imajlar silsilesini kolayından tetikliyor. Az gayretle halihazırda çekiyorsan aşk acına bile katık edebilirsin. Bir sanat olayının bizleri hakkında bu kadar düşündürmesi iyi elbette. Ama çokça tartışılan kısmı hakikaten çok belirsiz: Kapitalizme inen bir yumruk mu bu, alanın, satanın, izleyenin hayranlıkla karışık razı olduğu son derece iyi planlanmış cinfikir bir oyun mu?
Bana göre bahsettiğim ilk kısımla bağlantılı olarak, ikincisi. Sanat eleştirmeni değilim ama zaten burada yorumlamaya çalıştığım da resim değil bu süreç. O resim gerçekten eriyerek aksa, kendini imha etseydi, bu cidden devrimci bir eylem olurdu bak. Bu haliyleyse Hitchcock’un şok/gerilim ayrımından yola çıkarsak katartik etkisi olan, resmin değerini de iki kat arttıran bir ‘şok’ bu. Halen dev bir müzayede salonunda müthiş, isyankar bir eyleme imza atabilecek dahi sanatçının ve sanatın gücüne bizi inandırır gibi yapıyor. Detaylı düşünüldüğündeyse, ağzımıza bir parmak bal çalma etkisi ruhumuza karıncalar salmasından çok daha muhtemel bir eylem.
Banksy’yi seviyorum, bu numarayı sevemedim. Heyecan var, mizah var, ters köşe var. Maalesef ruh yok. Onun için de evet bir ilk, evet şaşırtıcı ama çok da büyük bir anlamı yok, bana göre. Aklımızın duvarlarını az buçuk yerinden kımıldatan yeni Banksy eylemleriyle karşılaşmak dileğiyle.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI