'Çav Bella'nın 'öteki' hâlleri
Perşembe günü Hilal Cebeci yeni klibini yayımladı ve herkes buna odaklandı. Üzerine konuşulmayacak gibi değil zira durup dururken hiç alakası olmayan birinden “Bella Ciao” dinlemek tuhaf. Üstelik ödenmiş onca bedel varken… Şüphesiz herkes her şeyi söylemekte özgür, kimseye karışamayız ama söylenen şarkının neyi anlattığına dikkat etmek, vurguyu biraz da buna yapmak gerekiyor.
Geçtiğimiz yıl bugünlerde 94.9 Açık Radyo’da hafta içi her gün yayımlanan Şarkılarla Memleket Tarihi adını taşıyan küçük bir program yapıyordum. O gün olan olayları anıyor, hatırlattığı şarkıları çalıyordum. Sıkıntı çekmiyordum zira memlekette neredeyse her şey üzerine şarkı yapılmış –ki bunu fark ettiğim gün, hayatımın dönüm noktalarından biri. O günden beri memleket tarihini şarkılarla anlatıyorum. Yılın başından beri bunu Berlin’de yapıyorum, her ay tarihin bir dönemini anlatıyorum, alakalı şarkıları çalıyorum ve bu, neredeyse memlekette gördüğü kadar büyük ilgi görüyor. Anlattıklarım, bir yandan bizi ilgilendiren hadiseler ama aslında bütün toplumlarda buna benzer şeyler yaşanmış. Şüphesiz kimileri insanları şaşırtıyor, bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyorlar, kimilerini de ben anlatmakta zorlanıyorum ama memlekette olanı biteni insanlara anlatmak, yaşanmış onca acıya rağmen heyecanlı.
Memleketin bugününü anlamak için geçmişine bakmak, onu iyi tahlil etmek gerekiyor. Yaşananlardan ders almak, hataları bir daha tekrar etmemek de şart ama ekseriyetle yaptığımız bu. Dolap beygiri gibi gözümüze bağlanmış bir siyah bantla yürüyoruz ama aslında dolandığımız yer hep aynı daire. İleriye gittiğimizi sanıyoruz, durup durup aynı noktaya dönüyoruz. Her seferinde buna şaşırıyoruz üstelik. Bu, biraz da geçmişe ilgisizlikle alakalı. 12 Eylül, başarılı bir şekilde geçmişi sildi ve “yeni” bir Türkiye’nin oluşumundaki ilk büyük adımı attı. Hedefledikleri bu değildi belki ama bir noktaya fazla yüklendikleri için tabandan tam tersi bir hareket çıktı. Bu hareket 12 Eylül yasalarını kullanarak bugüne geldi ve bir noktada göstermelik bir yargılamayla onunla hesaplaştığını iddia etti. Bu tuhaf yargılamalar 15 Temmuz ve sonrasında yapılanların önünü açtı. Üstelik her şeyi bu tarihte yapılan “darbe” ile alakalandıranlar, pek çok insanı işinden, eşinden etti. Bugün kimi hataların farkına varılıyor, İbrahim Yazıcı gibi sahiden neden görevinden alındığını bilmediğimiz insanlar görevlerine iade ediliyor ama aradaki yılların hesabını kimse vermiyor. Bu yıllar boyunca maaş alamayan, yurt dışına çıkamayan, konser veremeyen insanlara “hadi tamam, serbestsin, dön işinin başına” deniliyor ama o arada kaybedilenlerle alakalı hiçbir şey söylenmiyor, adım atılmıyor. Üstelik, hesaplaştıklarını söyledikleri 12 Eylül’ün “unuttur” politikasına yürekten katılıyorlar ve geçmişi işlerine geldikleri gibi anlatıyorlar insanlara…
Ne anlatacaktım, nereye geldim… Bu memlekette yazı yazmanın en büyük zorluklarından biri bu: Anlatacağınız şey ne olursa olsun bugüne geliyor ve yapılan tuhaflıklardan söz etmeye başlıyorsunuz. Müzikle ilgili bir şeyler anlatmak üzere oturduğunuz bir yazı, bir anda siyasî bir analize dönüşüveriyor. Şüphesiz tercih ettiğim bu değil ama geçmişe bakarken günü de ıskalamamak gerekiyor. Yazılarımda ekseriyetle günle alakalı şeyler söylüyorum ama bunu düne bağlamayı seviyorum çünkü yaşadıklarımız aslında yaşanmış şeyler. Kimilerini yeni etüt ediyoruz, şaşkınlığımız bundan belki ama bugün şaşırdığımız pek çok şeyin geçmişte karşılığı var.
Üç gün öncesine dönelim. Perşembe günü Hilal Cebeci yeni klibini yayımladı ve herkes buna odaklandı. Üzerine konuşulmayacak gibi değil zira durup dururken hiç alakası olmayan birinden “Bella Ciao” dinlemek tuhaf. Üstelik ödenmiş onca bedel varken… Şüphesiz herkes her şeyi söylemekte özgür, kimseye karışamayız ama söylenen şarkının neyi anlattığına dikkat etmek, vurguyu biraz da buna yapmak gerekiyor. “Bella Ciao”, yıllardır söylenen şarkılardan. Pek çok versiyonu var. Cebeci versiyonu okyanusta bir damla gibi: Yakın dönemde yok olacak ama buna bile izin vermiyoruz. Görmezden gelsek kimseye ulaşmayacak bir şeyi durup dururken çoğaltıyoruz. Benim bu yazım bile buna hizmet ediyor aslında. Oysa onu dalga geçerek yaymak yerine şarkının tarihinden söz etsek, insanlara onu anlatsak, bu şarkıyı bugüne kadar söyleyenlerin başına gelenleri hatırlatsak şüphesiz daha büyük bir hizmette bulunuruz.
Kavel Alpaslan, 19 Mayıs 2018 tarihinde Gazete Duvar’da yayımlanan bir yazısında o dönem “La Casa de Papel”le yeniden dolaşıma giren “Bella Ciao”la alakalı hikâyeleri toplamış, “öncesi”ne bakmıştı. Bilgileri tekrarlamayayım, meraklısı yazıyı okusun ama ben buna şarkının memleket yolculuğuyla alakalı birkaç şey ekleyeyim… Gördüklerimiz pek de parlak şeyler değil aslında. “Olduğu gibi” söylenen yorumlara diyeceğim yok ama “Bella Ciao” bundan önce de (yazık ki) şekilden şekle girdi.
Önce “orijinal” yorumlardan söz edeyim –ki hepimizin bildiği bunlar aslında… “Çav Bella” olarak Türkçeleştirilen “Bella Ciao”, öteden beri söylenen ancak geç dönemde kayıt altına alınan bir şarkı. Şarkı dediğime bakmayın, bunu marş ya da ağıt olarak da değerlendirebiliriz ama söyleyenlerin ortak tavrı, coşkudan yana. Sözlere anlamını vererek söylediğinizde coşkuya katılmamak mümkün değil.
Karşımıza çıkan ilk “Çav Bella”, 1988 tarihli Grup Yorum albümü “Haziran’da Ölmek Zor / Berivan”daki yorum. Efkan Şeşen’in şahane sesiyle yorumladığı şarkı, dinlediğim ilk “Çav Bella” yorumu –ki önümde büyük bir ufuk açan yorumdur. Orijinalini aramış, henüz Google yokken çekilmiş kasetlerin ve plakların peşinde koşmuş, hatırı sayılır bir “Bella Ciao” arşivi yapmıştım. Tam da o dönemde memleket dışından gelen bir kasette rastladığım farklı yorum, beni şaşırtmıştı: “Bir sabah erkenden yoldaşlar / Bir zafer sabahı erkenden / Karşılaştık düşmanla // Alın beni, yoldaşlarım / Alın beni de yanınıza / Duyuyorum ölümü // Eğer ölürsem yoldaşlarım / Sıradan bir partizan gibi / Beni o son uykumda // Kızıl çiçek gölgesine / Zaferin kızıl karanfiline / Yaklaştırın beni de // Geçsin tüm yoldaşlar yanımdan / Özgür dağlarında yurdumun / Görsünler karanfili // ‘Bu kızıl karanfil’ desinler / Elveda yoldaşlarım elveda / ‘Bir partizan yoldaşındır / Özgürlüğün anısı’…” Mehmet Celal’in “Fırtınadan Önce” adını taşıyan bu kaseti memleket dışında yayımlanmış, 12 Eylül’ün baskıları sebebiyle memlekete girememiş, girmesi engellenmiş albümlerden. Mehmet Celal, şarkıyı “12 Eylül öncesinde” söylendiği gibi söylemiş. Albüm yıllar sonra (işlerini hep alkışladığımız) Anadolu Müzik tarafından yayımlandı ama şu anda bulmak mümkün değil.
Grup Yorum tarafından yeniden dolaşıma sokulan “Çav Bella”, Mehmet Celal tarafından yorumlanan “eski” versiyonunun “şarkıya uydurulmuş” hâli. Daha akılda kalıcı ve kalabalıklarca ağız dolusu söylemeye uygun. Sonrasında hep böyle söylendi zaten: Kızılırmak’tan Ferhat Tunç’a pek çok yorumu var. Koma Denge Azadi’den Ciwan Haco’ya uzanan Kürtçe yorumlar da cabası… Ayrıksı tek yorum, “Hoşça kal” adıyla Bandista’nın 2011 yılının Mayıs ayında yayımlanan “Daima” albümünde karşımıza çıkan: “Gün penceremde, uyandı güneş / Tenimde terin, gözümde ferin, bekler beni kardeşlerim // Bana şans dile, yolculuk kente / Dostlarımla biz, göstereceğiz, o kiralık katillere // Ve şimdi bakın, durmayın bakın / Güneş ışığı, satılık değil, malınız mülkünüz değil // Sana bir daha, göründüğümde / TV’de belki, belki hapiste, yüzümde var gülümseme…” Bandista bu yorumda Chumbawamba’dan esinlenmiş. Albüm kapağında şöyle söylüyorlar: “(…) âlemimizin en güzel ve yaygın marşlarından biri, ‘Bella Ciao’ kendi eylemci tecrübemiz içinden, yıllar, kentin sokakları, devrimci iyimserliğimiz içinden süzülerek bize bizim kuşağımızın hikâyesini bu sözlerle anlatıyordu. Bir kez de böyle söylemek istedik. Bandista’dan doksanlardan bugüne bir güzelleme. Bir 6 Kasım sabahının sürpriz güneşi eşliğinde.”
“Bella Ciao”, aslında yıllar önce memlekete girdi, üstelik yanlış bir yoldan… Şarkının 1966 tarihli Giorgia Gaber yorumunu beğenen Sezen Cumhur Önal ona Türkçe söz yazdı ve “aranjman”ların ortalığı sardığı dönemde “Sen Sen Sen” hâline gelen şarkıyı Mehmet Taneri yorumladı: “Kime anlatsam / Akıl danışsam / Sen her yerde her zaman / Yine sen sen sen / Nasıl unutsam / Uzakta dursam / Elimde değil, yapamam // Mevsim baharsa / Yağmur yağarsa / Sen her yerde her zaman / Yine sen sen sen / Neye bakarsam / Neyi koklarsam / Elimde değil yapamam // Sen sevmesen de / Bırak desen de / Sen her yerde her zaman / Yine sen sen sen / Artık kaçamam / Karşı koyamam / Elimde değil yapamam // Sen duymasan da / İnanmasan da / Sen her yerde her zaman / Yine sen sen sen / Dağlar ardında / Engin sularda / Kuşların kanatlarında // Ah anlatamam / Sensiz olamam / Sen her yerde her zaman / Yine sen sen sen / Üstüme varma / Hatıralarla / Yoruldum ben anlasana // Deniz mavisi / Yaprak yeşili / Sen her yerde her zaman / Yine sen sen sen / Artık kaçamam / Karşı koyamam / Elimde değil yapamam…”
Şüphesiz Mehmet Taneri’ninki en “masum” yorum çünkü sonrasında (bildiğim kadarıyla) iki kere daha “dönüştü” şarkı. İlki, Vitamin yorumu… Topluluk, 1991 tarihli ikinci albümlerinde “Çav Bella”yı “Cevriye”ye dönüştürdü, tanınmayacak bir hâle soktu: “İşte bir akşam / Köprüaltında / Bira patates takıldığında / Bar dolu, işgal altında // Sen ey Cevriye / Beni de götür / Kaybolurum ben Köprüaltında / Yem olurum balıklara // Beni de götür barlarınıza / Yem yap beni alıklara // Eğer kusarsam / Ben üstünüze / Ne zorluklarla yaşadık bu dönemi / Kusmuğun yok ki önemi // İçki içilip / Tartışılacak / Yapacağımız çok şeyler var daha / İçelim, kısmet sabaha…” Tanınmayacak dedim, sözlerle alakalı. Müziğe bakarsanız değme yoruma taş çıkartıyor aslında.
“Çav Bella”nın bir dönem yürürlüğe giren son “farklı” hâli, ‘90’lı yılların sonunda Flash TV’de yayımlanan bir program vesilesiyle tanıştığımız… Bahadır Tokmak – Turgay Yıldız ikilisinin hazırlayıp sunduğu “şenlikli” program “Sabah Kahvesi”nde dönemin hükümeti ve icraatı eleştirilirdi. Bu arada şarkılar, türküler söylenir, kimi güne uydurulurdu. Böylesi bir programda “Çav Bella” o dönem iktidarda olan Erbakan – Çiller koalisyonuna uyduruldu ve “Çal Hacı Çal Bacı”ya dönüştü. Neyse ki (kaseti yayımlanmasına rağmen) tedavülden hızla kalktı ve tarihin karanlığında kayboldu.
Geçtiğimiz aylarda bir dizi sayesinde yeniden gündeme gelen ve bu diziden mülhem Hilal Cebeci yorumuyla gündemin üst sırasına yerleşen “Bella Ciao”ın “öteki” hâlleri bunlar. Saydığım örnekleri düşündüğümüzde Cebeci’nin aslına sadık yorumu ziyadesiyle “masum” kalıyor. Baktığınızda öyle aslında: Bir dizide sevdiği şarkıyı almış, orijinal dilinde yeniden söylemiş. Biraz bundan nemalanmak istemiş –ki yanlış bir ticarî hamle olduğunu söyleyemeyiz. Tartışılması gereken, onun neden bu şarkıyı yorumladığı olmamalı. Tekrar edeyim: İsteyen istediği şarkıyı söyler, kimse karışamaz. Sorun, öncesinde bu şarkıyı söyleyenlerin bir dönem başına gelenleri bilip bilmediği… Dinleyenler için de aynı şey söz konusu. Bilhassa ‘90’lı yıllarda içinde “Çav Bella” olan kasetlerin yasaklandığını, toplatıldığını biliyoruz. Şarkıyı yıllar sonra dolaşıma sokan topluluk olan Grup Yorum, bugün konser veremiyor, bu şarkıyı halkın huzurunda söyleyemiyor. Olaya buradan bakıp bunları şarkının “yeni” dinleyicilerine anlatmak gerekiyor. Ayet savunur gibi marş savunmak çok da mantıklı gelmiyor bana. Ne tarafta olursa olsun “kutsal” addedilene uzanan ellerin kırılması ya da dillerin susturulması, sonrasında felaketi getiriyor. Tuzağa düşmemek gerek. Belki de tartışmaya, Cebeci’nin yorumundan önce bu şarkının dizide kullanılmasıyla başlamak yerinde olur. Öyle ya, o da onu bu dizi sayesinde öğrenmedi mi? Önceden biliyor olabilir ama öyle davranıyor, klibinde bile diziye gönderme yapıyor. Tartışmak güzel ama doğru noktadan ilerlersek. Aksi taktirde farkında bile olmadan eleştirdiğimiz insanların yanına konuşlanmış oluruz.
“Çav Bella”nın farklı hâllerini aldım, hafızamıza kazınan ilk sözleri sona bıraktım. Bunu bu sözlerle dolaşıma sokan Grup Yorum’un faal üyeleri baskılardan nasibini ziyadesiyle almış durumda: Konser veremiyorlar, ülkeye giremiyorlar. “Çav Bella”yı bir kere daha dinlerken bunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor: “İşte bir sabah / Uyandığında / Elleri bağlanmış / Buldum yurdumu / Her yanı işgal altında // Sen ey partizan / Beni de götür / Dağlarınıza / Dayanamam tutsaklığa // Eğer ölürsem / Ben partizanca / Sen gömmelisin / Ellerinle beni / Ellerinle toprağıma // Güneş doğacak / Açacak çiçek / Gelip geçenler / Diyecek merhaba / Merhaba ey güzel çiçek…”
“Bella Ciao” çok kısa bir süre önce Marc Ribot’un, yanına ustaların ustası Tom Waits’i alarak yorumladığı bir şarkı. Kulağımızı belki de ona döndürmenin tam zamanı. “Güneş doğacak / Açacak çiçek” diye beklediğimiz günler biraz da bunlarla gelecek. Tuhaf tartışmalar ve (bilinçli ya da bilinçsiz olarak) yapılmış ters köşeler buna engel olmasın.