İki tarafa da geçmiş olsun!
Arda bir barda, kur yaptığı kadının kocasının burnunu kırıyor. Sonra anlıyor ki hanımefendi tanıdık, silahla hastaneye gidiyor. Tartışma orada da alevleniyor. Hatta silah ateşleniyor. Ve bu yaşananlar ilk gün sadece 5 ila 10 dakika arasında Türkiye’nin gündeminde kalabiliyor. Sonrası mı?
Bir imza için bir uçak kalkarken, o uçakta herkes vardı. Türk spor medyasının her mecrasından insan o uçağın içerisinde yer alabilmek için can atıyordu. Foto muhabirler, kalem erbapları, köşe yazarları…
O uçağa giren şanslı azınlık methiyeler düzüyordu. Haklılardı da. Sonuçta Türk futbol tarihinin en önemli imzalarından biriydi bu. Uçak numarasından, koltuk sayısına, menajerinin nerede oturduğundan, uçağa girdiği anda ne zaman gülümsediğine kadar hiçbir ayrıntının kaçmaması gerekiyordu. "Kim hikayeyi nasıl anlatacaktı"dan çok, "hikaye nasıl daha büyük anlatılır"a evrilmişti mevzu.
Takvim yaprakları 10 Temmuz 2015’i gösteriyordu. Bir uçak dolusu insan Arda Turan’ın Barcelona’ya atacağı imzanın peşinden Barselona yoluna düşmüştü. Televizyon kanalları canlı yayınlar yapıyordu. “İşte Arda burada sağlık kontrolünden geçecek, şuradaki yolun bilmem kaçıncı taşına basarak, bilmem kaç adımda imza atacağı salona gidecek, vs…” Tam bir Ardamania sarmıştı dört bir yanımızı. Baktığımız her yerde Arda’nın izi duruyordu. Bayrampaşa’dan başlayan peri masalı Camp Nou’da zirve yaparken, aslında kocaman bir egoymuş arşa çıkan.
TÜRK FUTBOLUNUN YÜZ AKI
Bakmayın bu imzanın ardından kendisine ‘Türk futbolunun yüz akı’ diyenlere, bakmayın oynamasa da onu ‘Barça çarkının ana dişlisi’ne sokuverenlere. Barcelona-Arda ilişkisi en şaşaalı günlerini imza töreninde yaşamıştı. Ve Burak Kut’un da dediği gibi yaşanıp bitmişti. Geri kalan kısmı keçiboynuzu. Hani biriyle birlikte olursun da yürümez ya. Ya da bir sohbete girersin, konu akmaz. İşte öyleydi. Bir maçta üç gol attığında da öyleydi, sahaya girip sadece yürüdüğünde de.
Bir uçak dolusu insanla Barcelona’ya imzaya giderken uçakta "Barcelona konuşmamı istemedi" diye konuşmayan, röportaj vermeyen Arda, bir başka uçakta basın mensubunun boğazına sarılacak kadar kuralsızlaşmıştı. Çünkü birinde üzerinde Barça gölgesi vardı, diğerinde kimsenin kendisine aksi bir laf edemeyeceğini bildiği Türkiye Milli Takım forması. Bildiği gibi de olmuştu zaten.
O DA VARDI AMA
Üzerindeki formanın kutsal olduğunu papağanlaştıranların başında gelen, güçlü bir Türkiye için ‘O da var’ olan Arda, sırf Fatih Terim kendisini açık alanda eleştirdi diye koca bir Avrupa Şampiyonası’nda yaverleriyle sahada sadece gezindi. Tahmin edeceğiniz gibi üzerinde o çok sevdiği, uğruna canını vereceği Türkiye Milli Takımı forması vardı!
Aslında babasıydı Fatih Terim. Hatta menajerine göre Barcelona’ya transferini babası bile bilmezken sadece Terim biliyordu. Zira Arda için Terim sadece bir baba değil bir rol modeldi. Aynıydılar aslına bakarsanız. Ama insan en çok kendisi gibi olandan nefret eder. Yeter ki ona bir fırsat verin. Ya da fırsat bulmasına vesile olacak bir yol verin. Arda-Terim ilişkisi de böyleydi. Neticede biri kebapçı basıyor, diğeri şarkıcı dövüyor. Silahla hastaneye giriyor. Yetmiyor ateşliyor. Biri ders almıyor ders veriyor, diğeri uçakta kendi yöntemleriyle gazetecilere ders vermeye çalışıyor. Örnekler uzar lakin hikayenin sonu değişmez. O yüzden konumuza geri dönelim.
ÇİN Mİ TÜRKİYE Mİ?
Barcelona kariyerine devam etme şansı olmayan Arda, Çin gibi çok para kazanacağı bir yerdense, attığı her adımda ilgi odağı olacağı, istediği gibi at oynatabileceği, istediğine kafayı koyabileceği, gerek sosyal medya gerekse normal hayatta onu bunu rahatlıkla tehdit edebileceği Türkiye’yi seçti. Terim’le arası bozuk olunca efsanesi olduğu Galatasaray’a dönemedi. Neden? Kebapçı hadisesinden sonra Terim soluğu yeniden sarı kırmızılı kalkanın içine girmekte bulmuştu. Yani bir kalkan iki sorunluyu koruyamazdı. O sebeple Arda da kendisine uygun bir takım buluverdi hemen: Başakşehir. Oyuncularının topluca gazeteci dövdüğü, kaptanının Emre Belözoğlu olduğu, sınırsız mali kaynak ve politik güçle dolu Başakşehir.
POLİTİK KARİYER YÜKLENİYOR
Dolayısıyla da Arda, Arda olmaya devam etti. Barcelona’daki evinde Mevlanacılık oynayan Arda, İstanbul’daki evinde ne yapıyordu bilmiyorum ama şehr-i İstanbul’da pek aynı noktada değildi. Son olay da bunun kanıtı. Arda bir barda, kur yaptığı kadının kocasının burnunu kırıyor. Sonra anlıyor ki hanımefendi tanıdık, silahla hastaneye gidiyor. Tartışma orada da alevleniyor. Hatta silah ateşleniyor. Ve bu yaşananlar ilk gün sadece 5 ila 10 dakika arasında Türkiye’nin gündeminde kalabiliyor. Sonrası mı? Hep birlikte göreceğiz ama tahminim şu: Arda cezası bitince sahalara dönecek. Bu olay hiç yaşanmamış gibi olacak, Arda futbol hayatının kalanında ne yapar bilemiyoruz ama futbol hayatı sonrasında kendisine uygun bir siyasi akım bulup politik kariyerine başlayacak. Ve olay sonrasında kendisinin de sosyal medyasına yazdığı gibi biz de sadece “Tüm taraflara geçmiş olsun” diyeceğiz.