Humusa bir kaşık yoğurt
Tasarım Bienali’nin Göç Eden Tatlar etkinliğinde çok şey öğrendim. Suriyelilerin tahini çok sevdiklerini, tebbele maydanozun çok yakıştığını, muhammarayı cevizle nasıl süsleyeceğimi… Ama en önemlisi, Suriyeli bir arkadaşım oldu.
Kaşığın tersini kullanıp, alışkın hareketlerle humusun üstünü süslerken bir yandan da işin incelikleri hakkında ipuçları veriyor. “Aslında” diyor Resmiye Hanım, “buna bir kaşık da yoğurt atacaksın, daha hafif olur”. Hemen karşı tezgahtaki başörtülü kadın onu onaylıyor. Sonra benim soruma o cevap veriyor, “buz yumuşatıyor. Nohutu çekerken buz koymayınca çok katı olur.” Resmiye Hanım, humus tabağının üstüne zeytin yağını gezdirdikten sonra şöyle bir durup bakıyor, “Biraz sumak olsaydı iyiydi, süslememek için…”
Eğer hemen tüketilecekse sarımsak da konabilirmiş. Ama dolapta günlerce bekleteceksen bizim yaptığımız gibi sarımsaksız olması daha iyiymiş. Tarifte 200 gr. tahin deniyor, ama o çokmuş; zaten biz o nedenle bir kaşık daha az koymuşuz. Tahinin iyisi olsa, tadı başka olurmuş. Bunlar belli ki fıstık tahiniymiş…
Resmiye Hanım Halepli. 15 yıl kadar önce evlenip gelmiş Türkiye’ye. Kocası çok daha evvelden göç etmiş. Mültecilerle çalışan bir STK için çevirmenlik yapıyor. Günün hemen başında düzenlenen gezinin çevirmeni de oydu. Sonra kendimizi yan yana Suriye yemekleri yaparken bulduk.
Bizi bir araya getiren İKSV oldu. Tasarım Bienali kapsamında, Mavi sponsorluğunda düzenlenen Tasarım Rotaları’ndan birine davet edildik. Göç Eden Tatlar başlığı altında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği UNHCR Türkiye’nin de katkılarıyla 10 mülteci ve 10 Türkiyeli bir araya geldi. Ben de bir süre önce burada ‘Arap arkadaşınız var mı’ diye bir yazı yazarak bu buluşmaya kendimi davet ettirmiş oldum...
Tasarım Bienali mekanlarından Studio-x İstanbul’da buluştuk. Suriyeliler çekingenlikleriyle hemen kendini belli ediyordu. Birbirimizi tanımak, arkadaş olmak için oradaydık ama sergiyi gezerken yine herkes tek başına ya da tanıdığıyla birlikteydi. Gıda ve sindirim sistemi üstüne işlerin arasında gezindik ve sonra olay mahalline, yani Mutfak Sanatları Akademisi MSA’nın mutfaklarına girdik. Beni orada grubun tercümanı Resmiye Hanım’la tanıştırdılar ve bir anda kendimizi üstümüzde önlük tezgahın başında, ‘Burası mutfak, burada şefin dediği olur’ diye yüksek sesle talimatlar yağdıran MSA şefinin kontrolü altında çalışırken bulduk. Tarifler Suriyeli kadın şefimizden geldi. Biz de MSA şefinin yönlendirmesiyle o küçük ama işlevsel tezgahımızda neler yaptık neler…
İşin aslı Resmiye Hanım yemekleri yaptı, ben de ona yardım ettim. Ama olsun, çok şey öğrendim. Bir kere Suriye yemeklerinin neredeyse hepsinde tahin olduğunu. “Ben de şimdi fark ettim, ne çok tahin kullanıyormuşuz” diye bu tespitimi onayladı, karşı komşumuz. Sonra patlıcan közlemek için özel bir tencere olduğunu, bizdeki gibi ocağı batırmadan da bu işin yapılabileceğini. Tebbel’e maydanoz ve limonun çok yakışacağını, muhammaraya tadını biber salçasının verdiğini, maklube için eti pişirirken sabırlı davranmak gerektiğini… Suriyelilerin patlıcanı bize göre daha fazla kızarttıklarını anladım ve kararmasına hiç ses çıkartmadım. Nitekim maklube pek güzel olmuştu…
İKSV’nin birkaç ay önce yayımladığı Birlikte Yaşamak adlı raporda, benzer bir etkinliğin Almanya’da düzenli olarak gerçekleştirildiğini okumuş, merak etmiştim. Hakikaten birlikte yemek pişirmek, farklı kültürden insanları yakınlaştırmak, birbirlerini tanımalarını sağlamakta birebir. Benzerlikleri ve farklılıkları görmek, ortak bir iş kotarmak, küçük telaşlar ve endişeler arasında lezzetli mutlu sona ulaşmak… Göç Eden Tatlar atölyesi aramızdaki duvarları inceltmeyi başardı. Suriyeli bir pastacıyla Türkiyeli bir meyhanecinin, Türkiyeli genç bir gazeteci kadınla Afganistanlı öğrencinin başka türlü bir araya gelip iki saat geçirmesi mümkün müydü? Pek sanmam.
Neyse ki Türkiye’de yaşayan milyonlarca mülteciye hayatımızda bir yer açabilmek için bu ilk adımları atacak olan ve atan sivil toplum kuruluşları var. Sonrası aslında tek tek her birimizin mesuliyeti. Bu tatlı hatıraları kalıcı ilişkilere dönüştürmek mümkün olmasa bile, farklı düşünce ve yaşama biçimlerine açık olmak, diyalog kurabilmek gibi temel bilgileri pratiğe dökme fırsatı buluyor insanlar. Yakınlarda açıklanan bir araştırmada Suriyeli çocuklara hayalet muamelesi yaptığımızı, onların hayatını, sıkıntılarını ve varlığını nasıl da görmezden geldiğimizi anlatıyordu. Hala bu ülkede yaşayan bunca insanın geleceği belirsiz, o çocukların nasıl bir eğitim alacaklarını bilen yok. Devlet politikasından daha önemlisi bireysel eğilimler, davranış kalıpları ve toplumsal tavır. Bunun için sanılandan uzun ve zorlu bir yol olduğunu, konuyla ilgilenenler iyi biliyor. O nedenle atılan her adım önemli.
Neticede, bizi aynı kentte yaşadığımız mültecilerle, Suriye kökenlilerle buluşturanlara kendi adıma müteşekkirim. En azından artık bir Suriyeli arkadaşım var…