İstanbul Barosu kimi başkan yapacak?
Hukuka güven bir yana, insanların güneşli günlere dair umudunu dahi ayakta tutamadığı bir zamanda, avukatlar dahil ülkenin yarısından fazlasının kendini her an tehdit altında hissettiği bu şizofrenik dönemde, çok daha cesur kişilerin/ekiplerin liderliğine ihtiyacımız var. Ekmek gibi su gibi hayati bir ihtiyaç bu; ‘hak’ ihtiyacı.
Yaklaşık 10 gün önce Mersinli 28 yaşında bir avukat ekonomik sıkıntılar sebebiyle intihar etti. Ondan önce de birçok avukat aynı sebeple intihar etmişti.
Ekonomik sıkıntılar sebebiyle yalnızca avukatlar intihar etmiyor. Çocuğuna pantolon alamayan baba da intihar ediyor, iflas eden dede de. Üstelik bu sayı her geçen gün artıyor, artacak da. Zira her ne kadar bir kısımlar “Ekonomik kriz mi? O da neymiş ilk kez sizden duyduk” cinsinden tavırlar sergilese de, ekonomik kriz var. Papaz kaçtı, ona rağmen var. Daha da olacak. Bunu onlar da biliyor, herkes biliyor. Hatta insanlar kırdıkları iPhone’ları geri istiyor. Her neyse.
Evet, ekonomik sebeplerle her kesimden insan canına kıyabiliyor; fakat ömrünün baharında onca çabayla hukuk fakültesi bitirmiş ve belli ki tutunmak için de bir süre mücadele etmiş bir avukatın ekonomik sıkıntılar sebebiyle intihar etmesi, ülkenin vaziyetinin fecaat derecesine tamı tamına işaret eden bir örnek.
Avukat olanın iyi kazandığına ilişkin bir kanı vardır. Hakikaten de eskilerde öyleymiş. Şimdilerde bu bir rivayet. Malumunuz sayısız hukuk fakültesi ve dolayısıyla mezun mevcut. Eğitim kalitesi genç bir avukat olmama rağmen benim okuduğum yıllara oranla fazlaca düşmüş durumda anladığım kadarıyla. Diplomayı eline geçiren avukat olunca tabii nitelik düşüyor, sayı çoğalıyor, rakamlar ve iş sayısı da azaldıkça azalıyor. Bekle ki müvekkil gelsin. Tek sebep bu da değil elbette. İnsanların adalete güveni kalmayınca avukata dahi ihtiyaç duymamaya başladılar. Bakıyorum pek çok insan kendi kendine dava yürütmeye çalışıyor.
Fakat bana sorarsanız en önemli etken savunmanın itibarsızlaştırılması. Avukatlar adliyelerde darp ediliyor, müvekkilleri gerekçe gösterilerek tutuklanıyor, gece yarısı ofisleri basılıyor, geçtim “yargının üç eşit ayağı”nı, kimi zaman duruşma salonuna dahi alınmıyorlar, bilhassa yıpratılıyor ve bastırılıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde ülkede birçok şehirde baroların genel kurulları yapıldı, baro başkanları seçildi. Önümüzdeki hafta sonu ise İstanbul Barosu Genel Kurulu var. İstanbul ülkenin lokomotif kenti olunca burada yapılan her seçim de ayrıca heyecanlı geçiyor. İstanbul Barosu dünyanın da en büyük barosu aynı zamanda. Biliyorsunuz dünyanın en büyük adliyesi de bizde. Bunun övünülecek yanı yok elbette, bilakis hiç de iyi şeylere işaret etmiyor bu sıfatlar. Ama İstanbul Barosu’nun öncü nitelikte bir öneme haiz olduğu gerçeği de yadsınamaz. Hal böyle olunca İstanbul Barosu başkanının kim olduğu da ayrıca bir önem taşıyor.
Yukarıda sıraladığımız birçok olumsuzluğun ortadan kalkması için mücadele verecek, sözünü söylemekten sakınmayacak, verdiği sözü de tutacak, Baro’yu etkin hale getirecek, her ne pahasına olursa olsun “Savunmaya Özgürlük!” için mücadele verecek ve insan haklarını savunacak bir başkan lazım bize.
İstanbul Barosu bu zamana kadar çok başarılı işler yapmış olabilir fakat bugün durum biraz daha farklı. Hukuka güven bir yana, insanların güneşli günlere dair umudunu dahi ayakta tutamadığı bir zamanda, avukatlar dahil ülkenin yarısından fazlasının kendini her an tehdit altında hissettiği bu şizofrenik dönemde, çok daha cesur kişilerin/ekiplerin liderliğine ihtiyacımız var. Ekmek gibi su gibi hayati bir ihtiyaç bu; ‘hak’ ihtiyacı.
İstanbul Barosu başkanlığına birçok değerli üstadımız aday. Her biri pek çok önemli vaatler sıralıyor. Ancak, yukarıda ifade ettiğim gibi, bu kez durum bir miktar daha farklı. Belirttiğimiz şekilde ‘korkmadan söyleyecek’ bir üstadımız aday esasında bu seçimlerde: Av. Fikret İlkiz. Fikret hocamızı burada uzunca övecek değilim, yapınca kızıyor zaten. Hakkında ufak bir araştırma yapmak yeterli bu ülkenin hukuk birikimine ne gibi katkılarda bulunduğunu anlamak için. Adaylığını duyduğumda ilk düşündüğüm şey “O yapar” oldu. Bu kadarını ifade etmekle yetineyim. Umarım kazanır.
Yazıya ekonomik sebeple intihar eden genç avukat haberiyle başladım. Baro başkan seçimleriyle alaka kurmak ilk bakışta pek mümkün olmayabilir fakat çok ilgisi var. Hani, ekonomik krizin kökeninde demokrasi ve insan haklarının olmayışı yatıyor diyoruz ya, canına kıyan genç meslektaşımızın yaşadığı buhranın kökeninde de aynı sebep yatıyor aslında. Bugün ülkede gerçek demokrasinin uygulanır hale gelmesi, insanlara haklarının teslim edilmesi, yargının tekrar bağımsız hale gelmesi, sosyal ve ekonomik adaletsizliğin de süreç içerisinde ortadan kalkması anlamına gelir. Dolayısıyla, eğitim anlayışı da düzelir, rant için mantar gibi hukuk fakültesi türemez, diğer yandan ekonomik kriz dev boyutlara gelmez, genç meslektaşlarımız da iş-güç yapabilir hale gelir, böylece konu yaşamaktan vazgeçmeye kadar gelmez.
Son kısım bir miktar meslektaşlara yönelik olacak fakat boynumuzun borcudur: Eğer temel sorunumuz insan haklarının ve demokrasinin tesisi ise, bu genç meslektaşlarımızın yaşamaktan vazgeçmeleri dahil başlarına gelen her şeyden bizler de biraz sorumluyuz. Mensubu olduğumuz Baro’ya sahip çıkmamız demek, bu genç arkadaşlarımıza da sahip çıkmak demektir. Hakkın, hukukun adaletin tesisi için oylarımızı enine boyuna düşünüp öyle vermemiz elzemdir.