YAZARLAR

Belki asıl problem ortak değerlerde

Kutuplaşmayla değil de ortak değerlerimizle (yahut müşterek kıymetlerimizle) mücadele etsek belki de daha önemli bir iş yapmış oluruz. Yarın bu kutuplaşma bitse sular çekilse elimizde kalacak olanlarla kaç metre gideriz bilemiyorum.

İç politika izleği: Durun, bazılarınız kardeşsiniz - Turgut Yüksel

Memleketteki tehlikeli kutuplaşma hatta bölünme halinin açıktan ve pervasız yürüme hali diğer önemli problemlerimizi görmemizi engelliyor olabilir. Bir grup sesi çok çıkan insan cinnet ve halüsinasyon-yoğun bir şekilde birbirlerine gaz verip dururken olan biz sıradan insanlara oluyor. Neye inanacağını şaşırmış huzursuz yığınlar halinde yaşamaya alışmayız umarım.

Konuşulan söz, kurulan cümle önemsizleşti. O sözü kimin söylediği belli kalıplara uygun olup olmadığı önemli hale geldi. Bir fikir, tavır ya da durumun gerçekliğinden önce onun iletişimi düşünülüyor. Post-truth devrinde nesnel gerçeklerden bahsetmenin önemi yok. İletişimi iyi olduğu sürece neyden bahsettiğiniz çok önemli değil.

İletişimini yapabilmek bilmekten daha önemli olduğu için olsa gerek kendisine iletişimci diyen insanların sayısı da arttı. Rakı sofralarında bile “bir iletişimci olarak konuşuyorum” (“söylenen yalanları şrak diye anlarım çünkü aynı yalanları söylüyorum”) lafını duymak mümkün hale geldi.

Gerçek bundan yirmi sene öncesine göre çok daha yakında. Pek çok şey bir Google mesafesinde. Ama insanlar genellikle gerçeğin değil kendi kabilesine dair onayların peşinde olduğu için bunun pek bir önemi yok.

Elbette eskiden de hayat bayram değildi. Lakin eskiden gerçekler gizlendiği için ulaşmak zor olurdu. Bugün erişim engellenemediği için aynı işlem çarpıtmak yahut sıfırdan yaratmak suretiyle oluyor.

Gerçek şuracıktayken önümüzden geçen zırvalardan birini beğenip inanıyoruz.

Git gide pek bir şeyin farkında olmayan yığınlar her şeyi yalan yanlış bilen yığınlar haline geliyor. Bu kadar yalan dolan da büyük oranda kutuplaşmayı stabil tutmak için üretiliyor.

Peki, bu fena kutuplaşmamıza, e-posta kullanabilen kabileler haline gelmemize rağmen ortak değerlerimiz yok mu? Var ama onların da pek çoğu hayırla anılabilir şeyler değil. Hatta kutuplaşmayla değil de ortak değerlerimizle (yahut müşterek kıymetlerimizle) mücadele etsek belki de daha önemli bir iş yapmış oluruz. Yarın bu kutuplaşma bitse sular çekilse elimizde kalacak olanlarla kaç metre gideriz bilemiyorum.

Burada vereceğim örneklerin çoğu ülkemize münhasır durumlar değil bu arada. Dünyanın başındaki dertler. Ne fark eder ki?

ORTAK DEĞERLERİMİZ 1: AYRIMCILIK

Milyonlarca insan milyonlarca sürünmekte olan Suriyeli’nin bedava sağlık, ulaşım, eğitim vb. hizmetler ve maaş eşliğinde şahane hayatı olduğunu sanıyor. Arabasına yanaşan Suriyelinin para istemesine maruz kalmamak için camını kapatırken “Bunların var ya…” diye başlayan tamamı uydurma bilgileri yanındaki arkadaşına boca ediyor.

Bugüne kadar baktığım araştırmalardan anladığım büyük oranda kendi de göçmüş olan Türkiye’nin yüzde 95’i mülteci/yabancı düşmanı. Dünyada da durum yaklaşık aynı minvalde. En medeni ülkenin bile yarısı mülteci düşmanı.

Sanırım en birinci ortak değerimiz mülteci düşmanlığı.

Harikulade ortak değerlerimiz de var tabii. Örneğin Zeki Müren bu ülkenin “ortak değeri”. Ama tabii bir yok sayılan bilgi eşliğinde: Eşcinsellik. Çünkü bu ülkenin Zeki Müren’e rağmen bir başka ortak değeri de eşcinsel düşmanlığı. Acaba Türkiye’de homofobi sahibi olmayan insan sayısı yüzde üç müdür? Yoksa beş mi?

Ya Kürtler, Ermeniler? Hepsi en iyimser konuşmada kardeşlik sevgi, komşuluk, arkadaşlık bağlamında konuşulur: Benim Kürt arkadaşlarım, Ermeni komşularım var.

Oysa konunun (o yalan) sevgiyle ilgisi yok. Bu bir hak meselesi. Birine sevgini bahşettiğin zaman o birini yanına değil altına konumlamış olursun.

Kadın düşmanlığı yahut erkek şiddeti de hepsiyle yarışır. Bu ülkede her gün iki kadın öldürülüyor, kim bilir kaç tanesine işkence ediliyor ve çıt çıkmıyor.

(Bir de insanlığın ortak değeri türcülük var, o hepsinden daha derin bir yara. Bu yazıyı buraya kadar sabırla okumuş az sayıda kişiyi de kaybetmemek için o konuya hiç girmeyeceğim.)

ORTAK DEĞERLERİMİZ 2: İŞİNİ BAŞKASINA YAPTIRMA

Türkiye’de kendi işini yapan bir kişi kendisini “bir şeyleri yanlış yapan bir kişi” olarak görür. Zul görür. Kendi işini yapmadaki ferahlığı aklı almaz. Zenginlik basamakları sık sık kendi işini yapma miktarına göre belirlenir.

Kendi evinin işleri yapmak, kendi çocuğuna bakmak, kendi şirketinde/işinde sıradan işleri yapmak, başkasına yaptırabileceğin bir işi oturup kendi başına yapmak genellikle pek istenmeyen şeylerdir... Halini vaktini halleden ilk iş bunları yapmayı bırakıyor.

Hemen şuracıktaki benzerimiz Yunanistan ile en büyük farkımız da gayrı safi milli hasıla filan değil. İş yapış.

Yunanistan’da lokantalarda sahibi çalışır. Yemek de yapar, servise de bakar, kül tablası da değiştirir, bulaşık da yıkar. Yahut Yunanistan’da araba kiralama şirketi sahipleri arabalarını kendileri yıkar. Bizde bırakın oto kiralama şirketini kendi arabasını yıkayan kaç kişi tanıyorsunuz? Ben oto yıkamada çalışanların bile kendi arabalarını başkalarına yıkatıyor olabileceklerini düşünüyorum.

ORTAK DEĞERLERİMİZ 3: BAZILARININ AYAK ALTINDAN ÇEKİLMESİ

İlk Avrupa’ya gittiğimde “Burada ne kadar çok engelli var yahu” diye düşünmüştüm. Halbuki Türkiye’de oranın katlarca fazlası engelli yaşıyor. Ama göremezsiniz. Çünkü göz önünde değillerdir.

İhtiyarların, delilerin, engellilerin ve çocukların ayak altından çekilmesi gerekir. Onlar elbette sevilirler. Ama belli koşullar dahilinde.

“Ah ne sevimli” dedeler nineler için akla gelen ve hep adında huzur, sükun filan geçen şeyler tecrit işlemleridir. “Bir bakıcı tutup” evine kapatmak. Yahut kendisi gibilerle dolu bir huzurevine “yerleştirmek”. Dedeler nineler de bir işe yaramamaya o kadar alışmışlardır ki sıkıcı ve uzun konuşmalardan başka pek bir şey yapmazlar hayatlarında. Memlekette ihtiyarlığı “eline geçirdiği birine 50 sene önce yaşadıklarını uzun uzun anlatıp duran” bir ölüm öncesi dönem zanneden epey insan yaşıyor. Oysa ihtiyarlamak hastalanmak değil ve doğumdan itibaren başlayan bir süreç. Hele ortalama yaşam süresi uzadıkça hepten başka bir şey haline geldi. Bence asla değil ama yaygın kabule göre Cher de yaşlı, ne bileyim Taner Öngür abimiz de. Yahut henüz tanıştığım müthiş enerjik felsefeci/yazar Nuran Direk de. Cher “yıllar seni eskitememiş” diyenlere “bir de annemi görmelisin, taş gibi” diyor. Onlar niye dönüp durup 50 sene önceki anılarını anlatmıyor acaba diye bir düşünmek lazım.

Çocuklar konusunu çok yazdım. Deliler konusunda da artık özgür mahalle delilerinin dahi neslinin tükendiğini söylemek yetecektir sanırım.

ORTAK DEĞERLERİMİZ 4: HUZURSUZLUK VE TEDİRGİNLİK

Türkiye’de kapı zillerinin üzerinde neden genellikle isim yazmaz? Bir belediye otobüsünde, metro durağında, parkta bahçede kimseyi rahatsız etmeden eğlenmeye başlayın. Kötü bakarlar. Beklemedikleri bir hareket yapın, öbür tarafa çevirirler kafalarını.

Bir gün vaktim vardı ve çantamdan ne hikmetse elbise askısı çıkmıştı. Kancasını söktüm. Paltomun kolunu büzdüm, dışından görünür şekilde kancasını Kaptan Kanca gibi tuttum. Ve görünür bir şekilde havaya kaldırdım ve öyle yürüdüm. İstiklal Caddesi boyunca. Onlarca insan gördü elimi. Yahu bir taneniz bir tebessüm edin. Hadi tebessüm etmeyin, ilgiyle bakın. Vasat bir espri de olsa atipik, ilginç bir durum bu işte. Tahmin edeceğiniz gibi gören herkes gözlerini kaçırdı. Aynısını diken üstünde yaşamayan yerlerde misal Barcelona’da La Rambla’da deneyin, o kancaya beşlik çakmalar, gülmeler kahkahalar… Sıkıcılık ceza gerektirmese de bir çeşit suçtur yahu.

ORTAK DEĞERLERİMİZ 5: HALÜSİNASYON

Ortak değerler bu şekil olunca herkesin bir teselliye ihtiyacı var tabii. Bu ihtiyacı da halüsinasyonlar yardımıyla görüyor epey bir insan. Mesela samimiyetle bütün dünyanın bütün dünya olmayı bırakıp bizim memlekete düşman olduğunu düşünüyor insanlar. Bu çapta bir zırva da pek çok şeyi açıklamalarına yetiyor tabii.

Pek çok başka konu da hayal dünyası ile idare ediliyor. İş bulamıyor çünkü Suriyeliler kaptı bütün işi. Yahut torpili yok. Eş bulamıyor çünkü kıymetini bilmiyorlar. Ortaklık yapamıyor çünkü hep kazık atıyorlar ona.

ORTAK DEĞERLERİMİZ 6: İŞLEVSİZ HOŞGÖRÜ

Belki de kabileleşmenin sebebi, bu ülkede hakikaten Murathan Mungan’ın dediği gibi rezil olmak mümkün değil. Misal, -hafazanallah- Banu Avar’ın başına gelen benim başıma gelseydi uzun bir zaman insan içine çıkamaz, bir daha asla yazı yazamaz, TV’lere çıkıp ahkam kesemezdim. Ama Banu Avar hiç üzerine alınmadı konuyu. Unutanlara hatırlatayım, bir TV programı esnasında GSM’ini kurcalarken Zaytung haberi olan “Sierra Leone'de Unutulan Büyükelçi Çareyi Ermeni Tasarısında Buldu”yu okumuş, gayrı ciddiliği her kenarından akan haberi ciddi zannetmişti. Buraya kadar pek çok insanın başına gelebilir. Ama oracıkta okuduğu şeyi “kendi haber kaynaklarından” edindiği bir özel habermiş gibi sunup ciddi ciddi anlatmıştı. Kısa bir aramayla videosuna ulaşırsınız, çok eğlenceli.

Banu Avar bir şey olmamış gibi davranmayı kendine yakıştırmış olabilir. Peki ya onu takip edenler? Onlar nasıl görmezden gelebiliyorlar siyasi yorumlarını dinleyip durdukları insanın bu çapta bir yalancılığını?

Saçma ve zararlı bir de hoşgörü var bu ülkede. Adam karısının ağzını burnunu  kırar “canım şeytana uymuş” denir. On kişi bir kişinin ağzını burnunu kırar “kargaşa yaşandı” denir. İnsanlara karşı işlenen suçlar beş para etmediği için memlekette muktedirler, polis, anne-babalar, komşular herkes saçma bir hoşgörü, bir barıştırma merakı içindedir.

ORTAK DEĞERLERİMİZ HEP Mİ KÖTÜ?

Hayır. Elbette değil. Daha önce bir yazımda bahsetmiştim ama tekrar etmenin tam yeri. Bir Fransız aile Türkiye’ye yerleşmek ister. Emlakçı arkadaşımı arar. Arkadaşım da der ki: “Yahu deli misin? Herkes Türkiye'den kaçıyor, sen niye taşınıyorsun?”

Cevap manidardır: Dünyanın gidişini iyi görmüyorum, Türkiye çok güvenli bir ülke.

Arkadaşım şaşırır tabii. Lakin cevaptaki detaylar da çarpıcıdır: “15 Temmuz’da Ankara’da olanların yarısı Paris’te olsaydı iç savaş çıkmış, ülke birbirine girmiş ve uzun zaman toparlanamamıştı. Sizin günlük hayatınız etkilenmedi bile.”

Velhasıl ortak değerlerimizi daha fazla yüceltecek performansta hissetmiyorum kendimi. O da başka bir yazının yahut yazarın konusu olsun.

Bunları okuyup da memleketten umudu kestiğimi zannetmeyin. 40 üzeri insanlar ezberini bozmadı. Onların ortak değeri de gençleri beğenmemek. Ben gençlerin çok şahane geldiğini düşünüyorum. Müthiş yaratıcılar. Başka türlü yaşıyorlar sadece. Pek çok şeyin farkındalar. Ve umuyorum ki bu yazıda andığım ortak değerlerin çoğunu onlar tamir edecekler. Haldeki (üçünü beşini kenara koyun) STK ve partilerin bütün bunları pek önemsediği söylenemez nitekim.

Ben bir kere daha Çetin Altan gibi enseyi karartmayın deyip gurur kaynağımız, ortak kıymetlilerimiz Neşet Ertaş, Zeki Müren, Yılmaz Güney, Yaşar Kemal, Kazım Koyuncu ve Ahmet Kaya şerefine bitireyim bu yazıyı.


Metin Solmaz Kimdir?

1969′da doğdu, Ankara’da büyüdü. İstanbul, Fethiye, Lapta, Lefkoşa ve Bodrum’da yaşadı. 1990 yılından bu yana yazılı basında ve muhtelif internet sitelerine yazıyor. siberalem.com, idefix.com, Overteam ltd ve Ağaçkakan Yayınları kurucularındandır. Kitapları: Kenardaki Milyonerler (1992, Korsan), Rock Sözlüğü (1994, Pan) Türkiye’de Pop Müzik (1996, Pan), Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı (2015, Ağaçkakan), Erken Adam Hikayeleri (2016, Pan), 100 Ne Olacak Bu Memleketin Hali (Hazırlayan, 2016, Ağaçkakan) Facebook: MetSolmaz | Twitter: @metinsolmaz