Kör kurşun ve Çav Bella
Başa sararsak, bir adam, bir kadın, hafta boyu konuşulan iki olay. Buradan bakınca bana en büyük sorunumuz Hilal Cebeci gibi görünmüyor. Çav Bella’nın kuşakları aşan güzelliğini birkaç gülünç kliple yok edemezsin. Ama bu erkeklik türü üstümüzde salınmaya devam ettikçe, herhangi birimizin tezek yoluna gitmesi, an meselesi gibi görünüyor.
Günlerdir Arda Turan ve Hilal Cebeci’yi konuşuyoruz. Nedenini bilmeyen yoktur herhalde ama özetleyelim. A®dam, yani Arda, Yeni Türkiye’nin dev sponsorlu erkeklik markası. Tam, “düşmana göster çek” model adam. Geçen Salı Emirgan’daki bir mekânda şarkıcı Berkay Şahin’in eşi Özlem Şahin’i taciz ettiği iddia ediliyor. Devamında Berkay’la arasında çıkan tartışmada şarkıcının burnunu kırdı, ardından tabancasıyla hastaneyi bastı, ateş etti. “Belime tabancayı koyarken ateş aldı,” dedi. “Evli olduğunu bilmiyordum” dedi. Kendi eşi hamile. Ama lüzumunda “ben benim evli olduğumu bilmiyordum,” da der, ne olacak ki. Ne yapsa aklanabileceğini bilmenin verdiği sınırsız sorumsuz özgüven var arkada.
Elif Key’in 2017’de yaptığı güzel bir analiz var, Arda sözlüğü. Buradan da anlaşıldığı gibi, ağzından delikanlılık, vatan, millet sevgisi düşmeyen Arda’nın sırf şahsi ilişkilerindeki tökezleme EKG’sine bakmak, tutarlılık ölçümünü yapmaya yetiyor.
Her an ateş almaya hazır, yaptıklarının sonuçlarıyla da pek yüzleşmek zorunda kalmayan, kör kurşun gibi bir ‘erk’eklik. Dava sürüyor, Arda’nın da karşı davaya hazırlandığı söyleniyor. “Attıkları taciz yalanı nedeniyle Berkay ve eşine Türkiye Cumhuriyeti'nde görülmemiş büyüklükte, gelmiş geçmiş en büyük tazminat davasını açacağım,” demiş. Aşağısı kurtarmaz tabii, devlerin karşı davası büyük olur.
Arda cephesinde durum böyleyken günlerdir en az onun kadar öfkeyle sözü edilen Hilal Cebeci ise, bir klip yaptı. Buradan dümdüz bir Cebeci savunusu yapacağım düşünülmesin. Ama toplumun ve sosyal medyanın ölçüsüz hıncının kadınları hem daha sık hem de görece daha sudan nedenlerle hedef alabildiği açık. Arda Turan olayının konuşulduğu hafta, Hilal Cebeci de öfkemizin o belirsiz nesnesine cuk diye oturabiliyor.
Hilal Cebeci elbette ‘sadece’ bir klip çekmedi, ama sonuçta çektiği de silah değil, bir klip. Cebeci’nin Çav Bella (Bella Ciao ya da Ciao Bella, bu yazıda Türkçe’ye evrilmiş halini kullanacağım) eşliğinde kısacık şortuyla popo sallaması, devrimci değerlere, bu uğurda hayatını kaybedenlerin anısına saygısızlıktan vasat egemenliğine uzanan bir çizgide, sert biçimde eleştiriliyor. Bu tür eleştirilere karşılık önce, “seviyordum, yaptım… Ben bir direniş insanıyım, devrimciyim, insanları kalıplara sokamazsınız,” minvalinde konuştu. Sonra babasının işkence görmüş bir devrimci olduğunu anlattı. Ben bu yazıyı yazarken de şarkı için montajlattığı yeni klip yayınlandı. Burada danslı popo bella sahneleri silinip yerine Cebeci’nin işçi tulumu ve ponpon kulaklıkla çöp topladığı görüntüler yerleştirilmiş. “Alın size işçilik, emekçilik, devrimcilik,” demiş. Çıplaklık içermeyen bu versiyon bence siyasi açıdan daha pornografik olmuş katkılarımızla, iyi mi.
Klibin devrimci değerlere, bu uğurda hayatını kaybedenlere yaptığı pek bir saygısızlık yok aslında. Çünkü Çav Bella’nın orijinaliyle pek bir ilgisi de, derdi de yok. Son zamanların Netflix hitlerinden, Türkiye’de ayrı bir bağra basılan La Casa de Papel’den ilhamla yapılmış, tüm yatırımını da Cebeci’nin poposuyla beraber bu dizinin popülerliğine yapmış bir klip. Tabii estetik düzeyi yüksek değil, bir popoyu müzik eşliğinde salınır görmek de bin yıllık sıkıcı klip klişesi. Hilal Cebeci’nin özel bir sesi yok, telaffuzunun da şahane olmayabileceği gibi bir hissi de nedense insana hemen veriyor. Ama aklına düşürülmeseydi, devrim, emekçilik, işçiler falan pek yoktu ortalarda yani, “La Casa de Papel devrimciliği” o.
Hilal Cebeci kliplerine (ikincisine, özellikle) gülmemek mümkün değil, güler ve güldürürken tamamen politik doğrucu olmak da maalesef zordur. Ama durum bunun tersi de olsaydı, kısmen bu kadar cinsiyetçi, aşağılayıcı yorumu hak eder miydi? Bence elbette ki hayır.
Çav Bella’nın arka planına, gerçek değerine, dünyadaki yolculuğuna dair hayli de ilginç ayrıntıları Kavel Alpaslan ve Murat Meriç’e ait bu iki yazıda bulabilirsiniz. Şarkının Hilal Cebeci’ye varana değin ne badireler atlattığını görmek mümkün bu yazılardan.
Hilal Cebeci’nin yaptığı, La Casa de Papel’in ekmeğini kendince yemek, biçiminde tanımlanabilir. La Casa de Papel’in yaptığı da bizim, özellikle görece eğitimli- AB bir izleyiciye de hitap etmesini umduğumuz dizilerde yaptığımıza benziyor. Kan, kin, aşk, entrika, gerilim, çatışmayı uygun dozlarda kullanıp yeterli cazibeyi yarattıysanız işin içine bazı ‘yüksek’ kültürel değerleri de sokuşturabilirsiniz. Büyüklerimizin anlattığı, ‘ciddi kitap’ içine Tommiks koyup okuma hikayesinin tersini düşünün. Tommiks’in de içine Çav Bella, Lorca (La Casa de Papel), Oğuz Atay, Sabahattin Ali (bizim diziler) hatta azmederseniz James Joyce bile koyabilirsiniz.
Burada tartışmalı bir nokta ya da soru da şu: Kültürel, toplumsal, siyasi açıdan ‘yüksek’ değer atfedilmiş herhangi bir eser bir popüler kültür ürününün malzemesi haline geldiğinde, bu ona bir tür iade-i itibar mı sağlar yoksa değerler teknesini batırır mı? Bence ne ilki ne de öbürü oluyor tam. Olduğu kadarı da, hem esere hem dizideki kullanımına bağlı. Ulysses’i mesela, baştan aşağı herhangi bir diziye döşe, dünya alem de varlığından haberdar olsun, bu, esas okuru (tatsız ama TV’ye uygun deyişle, ‘müşterisi’) olmayan birinin eserle anlamlı bir bağ kurmasını sağlar mı? Nazım’ın en aforizmaya evrilebilir şiirlerini bilmek, Nazım şiirini bilmek midir? Adını ve konusunu bilmek, bir eseri bilmek midir?
Beş dizinin de beşi bir değil. Mad Men, Breaking Bad gibi değme filme taş çıkartan, dönüp dönüp izleyebileceğiniz dizilerde şarkılardan kitaplara her şey o kadar incelikli biçimde kullanılıyor ki, ‘bir tutam da ondan’ hissi vermiyor hiç.
La Casa de Papel ise daha çok tutan, “her şeyden bir tutam” formüllü dizilerden. Bu anlamda Cebeci’nin yaptığının epey üst bir versiyonunu yapıyor, diyebiliriz. O alan razı/veren razı oyun duygusunu sürdürdüğü, seyirciyi avucunda tutmayı başarırken kendini de aşırı derecede ciddiye almadığı sürece, bunda sorun yok bence. Zaten uzun zamandır o yüksek, alçak sanat ayrımları da pek kalmadı, her şey üst üste, iç içe.
Çav Bella’nın kaderi, bir parça da marşlığıyla ilgili. Bir bilim programının senaryosunu yazarken, popüler melodilerin esas numarasının ‘bilişsel kaşıntı’ türünden bir mekanizmayı harekete geçirmeleri olduğunu öğrenmiştim. Tekrar ve basitlik öğeleri, sırt kaşınmasını andırır biçimde şarkının dilinize dolanmasına neden oluyor, biçiminde özetleyebiliriz. Sinir bozucu bazı pop şarkılarının ağza nasıl yapışıp kalabildiğini açıklıyor bu. Onlardan çok daha kıymetli ve tatlı olsa da, Çav Bella’nın durumunu da. Bu kadar akılda kalıcı bir melodi olmasa döne döne bugünlere kadar gelemezdi. Tabii bu arada Hilal Cebeci’nin heybesine de giremezdi.
Bu evrensel basitlik düzeyini yakalayan her eser, ölümsüzleştiği kadar da esas niyeti konusunda kırılgan hale geliyor. Bunun istisnasına ise ezgilerden çok, ‘hikâyeler’ de rastlıyoruz. Bir insanlık durumunu daha çok boyutlu biçimde işlemek mümkün çünkü bir hikâye içinde. Hamlet’i bir çuval tezeğe batırsanız da ana fikrinden bir şeyler kalacaktır geriye.
Başa sararsak, bir adam, bir kadın, hafta boyu konuşulan iki olay. Buradan bakınca bana en büyük sorunumuz Hilal Cebeci gibi görünmüyor. Çav Bella’nın kuşakları aşan güzelliğini birkaç gülünç kliple yok edemezsin. Ama bu erkeklik türü üstümüzde salınmaya devam ettikçe, herhangi birimizin tezek yoluna gitmesi, an meselesi gibi görünüyor.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI