YAZARLAR

Benzer aynı farklı

Annesi ayrı iki at üzerinde, ellerinde tüfekli insanlar arasında İran sınırından çıkarlarken küçük oğluna bir şarkı söylemiş. Korkmasın diye. "Şimdi bunu söylemeye başladığımda birilerine tanıdık gelecek" diyor. O an işte salon Doğu ve Batı diye bölünüyor. Doğu şarkıya koro oluyor, Batı şaşkınlık ve hayranlıkla bakıyor.

Read My World, Hollanda’nın bağımsız edebiyat festivallerinden biri. O yüzden konuk ülke olduğunda “Hadi bakalım şu karmaşık Türkiye’ye sahneden şöyle bir bakalım” denmiyor. Yine yörüngesini faşizme çevirmiş bir dünyada birbirine ve birbiriyle konuşuyor insanlar.

Üstelik ana dilinde de değil. Hollandaca ve İngilizce çevirilerle sözüne kıymet verildiğini ve ulaşabildiğini hissediyorsun. Hayat böyle tuhaf.

Bu bir festival yazısı değil çünkü içinde yer aldığım bir şeylere dair yazarken çekincelerim oluyor. Tabii bu durumun kendisi de eski moda ama can çıkar huy çıkmaz; ambalajlama diyarında uygun paketi bulamadım diyelim. Derdim ayrı. Mesela Amsterdam’da tramvay rayları yer yer çimlerle kaplı. Çelik sürttükçe buram buram çimen kokusu yayılıyor. Ve arkadaşımla ben o çimli çelik yola bakıp ağlıyoruz. Fazla güzel olduğundan.

Size de oluyor mu hiç? Akla kalbe sığmaz acılar karşısından gülümsüyorum ben. Derken o gülümseyiş bir süreliğine yerini isterik kahkahalara bırakıyor. Sonra da kasılıp kalıyorum. Biri sebepsiz bir iyilikte bulunduğunda, beklenmedik bir güzellikle karşılaştığımda ise gözüme yaş doluyor. Derken o yaşlar akmaya başlıyor. Eriyorum güzelliğin içinde.

Coğrafya böyle şeyler yapar insana. Maruz kaldıklarınla belirler seni. Ters dönmüş tepkilerine yoldaş bulmayı beklemezsin. Ama olur da karşına çıkarsa yine gözünü yaş bürür. Hayat sana bir hediye daha verdiği için.

Öldürücü klişelerin uzağında kalmak nasıl bir ferahlıktır, bilir misiniz? Hani şu farklılıkların bir aradalığı ve hoşgörü saçmalıkları olmadan. Kendince durmak ve kimliğin, kişiliğin nesini paylaşmak istiyorsan, oradan kurmak varlığını o an için. Kendin olmak alabildiğine. Varlığından haberdar olmadığın birilerinin dakikalar içinde yabancıdan can’a dönüşmesi. Bağ kurmak, iz bırakmak, kalmak.

Aynı değiliz. Zaten niye olalım? Tek yumurta ikizleri bile ayrı iki kişiliktir. Ama benzer yönler bulduğunda birbirinde, tuhaf bir paradoksla, farklılığını da teyit etmiş olursun. Ben buyum ve bu halimle seni anlıyorum çünkü benzer bir şekilde düşünüp hissediyorum dersin. İki varlık birbirini kendi oluşunda kutsamış olur.

BALONLU KÜMELERDE DOĞU İLE BATI

Festivalin kapanış gecesi Hollanda’da yaşayan İranlı Sahand Sahebdivani sahne alıyor. Bu bilgileri sonradan öğreniyorum. Yoksa gördüğüm enerjisiyle patlayan genç bir adam. “İzleyiciler arasında uluslararası konuklar var mı? Ona göre Hollandaca değil İngilizce konuşayım” diyor. Oradayız, başlıyor anlatmaya.

Sahand bir hikâye anlatıcısı. Anlatmak üzere kurgulanan, sözlü edebiyatın parçası bir kurguyu yazıya dökmek çok zor. Yaptığı şey, kendi kişisel hikâyesini herkesi kapsayacak bir evrensellikte paylaşmak. Partizan, komünist bir anne baba ile hapis ve sürgünden geçen, Kanada’ya varılamadığı için Amsterdam’da nihayetlenen bir hikâye. Onun anlatımında da acıdan güldüren, mutluluktan ağlatan bir öz gizli. Yıkan ve kuran, öldüren ve doğuran ayrıntılar. Bitmek bilmez bir muhatap arayışı.

Besbelli yıllardır üzerinde çalıştığı bir anlatı bu. Bir yandan da her biricik karşılaşmanın kendi doğasına göre şekillenmeye müsait, doğaçlamaya açık, esnek bir yapı. Hayat gibi. Bu sefer “Türkçe ve Farsça birbirine benziyor” şeklinde, bir arkadaşından duyduğu cümleyi kendine nakarat eylemiş Sahand. Kurguya göre her seferinde farklı bir anlam ve his katmanı yükleniyor aynı cümle.

Annesi ayrı iki at üzerinde, ellerinde tüfekli insanlar arasında İran sınırından çıkarlarken küçük oğluna bir şarkı söylemiş. Korkmasın diye. "Şimdi bunu söylemeye başladığımda birilerine tanıdık gelecek" diyor. Başlıyor.

Fikrinden geceler yatabilmirem

Bu fikri başımdan atabilmirem

O an işte salon Doğu ve Batı diye bölünüyor. Doğu şarkıya koro oluyor, Batı şaşkınlık ve hayranlıkla bakıyor. Bahsi geçen Doğu ve Batı, tuhaf coğrafi sınırlar ya da aklî önyargılarla bölünmüş iki parça değil. İki çocuğun eşzamanlı üflediği ve nihayetinde iç içe geçen balonlar. Balonlar ayrı, mutluluk aynı.

Farkın altını çizerken insan olma özünde benzeştirip kaderi aynı kılıyor Sahand. Kalpten vuruyor. Şifa niyetine.

Kimseye benzeyesim hele de kimseyle aynı olasın yok. Farklıdan besleniyorum. Onu merak ediyor, onunla daha bir kendim oluyorum. Koca koca kavramların değil, sahici hikâyelerin, minik jestlerin geçtiğini biliyorum insana. Dokunmak birleştiriyor. Şu kâinatta, en uzaktan bakıldığında, birer toz zerresi olarak aynı insanlık yolunun yolcusu olduğumuzu gösteriyor. Birbirine varmanın en zorlu menzil olduğunu da.

O istikamete talip oluyorum.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.