Kürtler muhtar bile mi olamayacak?
Kendisi için “muhtar bile olamaz” manşetleri atılan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığında, şimdi Kürtler muhtar bile mi olamayacak? Bu türden dayatma politikalarının halkı susturamadığının, bastıramadığının canlı tanıkları iktidardayken hâlâ mı bu şiddet politikası sürecek? Ezberledik verilecek cevapları, biliyoruz. Kimsenin Kürtlerle sorunu yok. Herkes kardeş.
Barış, sihirli sözcüklerden. Hani bazı kelimeler vardır sık kullanıldığında çürümüş sakız tadı verir, ağza almaktan vazgeçeriz. Duymak bile istemez hale geliriz, nerede kaldı kullanmak. Barış, onlardan biri değil. Güzellik kraliçelerinin “dünya barışı” yavanlığında bile değerini yitirmiyor. Bu sihirli sözcük, son yıllarda zehirli bir şifreymiş gibi muamele görse de iktidar ve iktidarın yargısınca, altın yere düşmekle pul olmadığından, barış istemek de cezalandırılmakla suç olmuyor.
Barış metni imzacısı akademisyenlerin başına gelenler de, barış istemek suç değildir diyenlere yaşatılanlar da herkesin malumu. Toplumun barışa ihtiyacı artsa da barış taleplerini dillendirmek zorlaştı bu ortamda. İnsanların sesi kısıldıkça silahın sesi, barış talepleri duyulmaz oldukça savaş çığırtkanlarının sesi kaplar oldu semayı. Ama ne çare ki son tahlilde barış kaçınılmaz, öyle ya da böyle gelecek. Zira siyasal şiddeti, şiddetle bastırma yöntemi bir etnisitenin, Kürtlerin hak taleplerini yok edemez. Etmedi. Etmiyor. Etmeyecek.
Şiddet halkların, onurlu yaşam taleplerini boğabilecek güçte olmadı hiçbir zaman. Hatırlayalım Şeyh Sait’i. İngiliz uşağı iftirası atılmakla, isyan bastırılmakla, binlerce insan öldürülmekle bitmedi hak talepleri. Çünkü talep edilen haklar insan onurunun gereğiydi. Onurlu insanları öldürmeye güç yetse de insan onurunu öldürmeye yetecek güç yok yeryüzünde. Hatırlayalım ana çizgiler halinde Şeyh Sait’ten sonra başlayan Dersim İsyanı'nı ve bastırılışını. O isyanın bastırılışında alt düzey memur olarak görev yapmış İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarında o yılları, o isyanın bastırılışını kaleme alamayışını. Onurlu yaşam talebi onursuzca boğulmaya kalkışıldığında, boğanın utancı oluyor, gördük, yaşadık, biliyoruz.
Tek partinin Meclis Hükümetleri sistemi varken de şiddet çözüm olmadı. Gene tek parti döneminde kabine sistemine geçildiğinde de toplumun haklı talepleri isyan nitelemesiyle silaha sarılıp şiddetle bastırıldığında da sonlanmadı bu talepler. Yarı buçuk demokrasiyle parlamenter sisteme geçildiği zaman da aynı şiddetle bastırma yöntemi kullanılıp, kısa süre için susturulsa bile toplumsal talepler ortadan kalkmadı. Şimdi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geldi. Değişen bir şey yok. Siyasal şiddeti, şiddetle bastıracağı kanaati değişmedi devlet aklının. Yönetenin, yönetilene şiddet uygulayarak haklı talepleri susturması eğer mümkün olsaydı firavunun zulmü karşısında Musa doğmazdı, doğsa bile yaşayamazdı. Ama biliyoruz değil mi Kur’an kıssalarını, Musa’nın nasıl yaşadığını? Çünkü firavunun karşısında haklı olan halktı. İnsan onuruna yaraşır yaşam sürme hakkını kazandı.
Bugünkü iktidar şiddet yöntemlerinde firavunla yarışmak niyetinde değilse topluma acı çektirmekten vazgeçmeli. Bilmeli ki insanlar acı çeker, ama haklı taleplerini geri çekmez. Biliyorum, şimdi “kökünü kazıyacağız, inlerine gireceğiz, dümdüz edeceğiz” diyen iktidar, aklınca Kürt halklarıyla PKK aynı kefeye konamaz anlayışında. Terör örgütünün toplumsal tabanı olmadığı görüşüyle kendilerini ve toplumu aldatma politikasını seçmiş haldeler. Bu aldatmacaya, bırakalım toplumu kendileri inanıyor olsaydı eğer muhtarlarla uğraşmaya başlamazlardı. Kendisi için “muhtar bile olamaz” manşetleri atılan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığında, şimdi, Kürtler muhtar bile mi olamayacak? Bu türden dayatma politikalarının halkı susturamadığının, bastıramadığının canlı tanıkları iktidardayken hâlâ mı bu şiddet politikası sürecek?
Ezberledik verilecek cevapları, biliyoruz. Kimsenin Kürtlerle sorunu yok. Herkes kardeş. Kardeşlik hukuku vs. Terör örgütünü desteklemeyen Kürtlere kimsenin sözü yok, daha neler neler. Ama terörle ilişkisini kurmak için Kürtlerin gözünün üstünde kaşı olması yetiyor, bugünün hukuksuz yargısı için. Barış istemek bile yetiyor. Hatta legal siyaset yapma çabası bile terörle özdeşleştiriliyor. Belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, parti yöneticileri, milletvekilleri, eski yeni pek çok Kürt politikacı siyasetten alıkonulmak için sudan bahanelerle tutuklanıyor. Şimdi sıra muhtarlarda ve henüz kim oldukları dahi bilinmeyen seçilecek yerel yöneticilerde. Kürtlere en alt düzeydeki temsiliyet makamı bile yasaklandığında bu, devlet eliyle şiddetin dozunu arttıracağı anlamına gelir. Sadece terör örgütüyle değil topyekun halkla uğraşmak olur. Çatışma geniş kitlelere yaygınlaştırılmış olur. Önünde sonunda yine halklar kazanmış olur ama çok acı çekilir. Şu bereketli Anadolu topraklarının nimetini bölüşmek yerine, terör örgütü başaramasa bile devlet eliyle halklar bölünmüş olur.
Siyasal şiddetin çözüm yeri siyaset olmalı. Askeri yöntemlerle, çatışmayla siyasal şiddetin önlenemeyeceği devlete bir şekilde anlatılabilmeli. Ama nasıl? Savaş karşıtlığı ve siyasete alan açmak dışında başka bir yolu yok, çatışma çözümünün. Eski bir yazımda Siyahlı Kadınlar'dan söz etmiştim. Savaşın, çatışmanın en şiddetli günlerinde bile hain damgası yeme pahasına barışı savunan kadınlardan. Günümüzde Kürtlerden ve Türklerden hain damgası yemeyi göze alabilenlerin sesini yükseltmesinden başka bir yol varsa onu birisi bana da anlatsın.
Siyasi görüş ve yaklaşımları ne olursa olsun, daha önce ne yapmış ne söylemiş, hangi akımın içinde yer almış olursa olsun barış ve siyasi çözüm umudunu diri tutanların birbirini duyup, okuyup anlaması belki ilk adım şu an için. Yazılarını titizlikle takip ettiğim Vahap Coşkun mesela, hâlâ siyasi çözüme dair yöntem önerileri geliştirmeye devam ediyor. Özellikle son iki yazısı, defalarca okunmayı hak eder nitelikte. Coşkun’un son yazısından bir alıntıyla bitireyim. Ki, toplumsal barışa, çatışmaya karşın siyasi çözüme dair umutlarımız diri kalsın. Çözüm masası devrilmiş olsa da yeniden kurabileceğimizi hatırlatsın bize. İsteyen terör desin, isteyen siyasal şiddet, isteyen savaş, isteyen de çatışma desin ama barışın yolunun siyasetten geçtiğini unutmayalım, barışı şiddete rehin bırakmayalım:
“Kolombiya’da FARC ile anlaşıp yarım asırlık iç çatışmayı bitiren Devlet Başkanı Santos’un metodu 'hiç müzakere yokmuş gibi mücadele, hiç mücadele yokmuş gibi müzakere' veya 'yarın barış olacakmış gibi müzakere, her zaman çatışma olacakmış gibi mücadele' etmekti.”