Özgürleştirilen baskı aygıtları karşısında özgür insan
Demokrasinin doruğunda değil miyiz? Muhtarlardan belediye başkanlarına ve milletvekillerine artık kimseyi seçmek zorunda kalmayacak halk daha ne isteyebilir? Hem de bütün risklere rağmen iktidar seçim yaparken. Hem seçim olacak hem de yanlış kişi seçilirse siyasal iktidar bu kişiyi görevinden alıp yerine bir memurunu atamak ile uğraşacak. Bu kadar geniş bir özgürlük alanı dünyanın neresinde olabilir?
Türkiye’de özgürlük konusunda iktidar ve yancı cephelerden gelen açıklamalar ilgiyi hak ediyor. İlk ilgimi çeken açıklama, Perinçek’in Türk yargısının son elli yılın altın çağını yaşadığı şeklindeki açıklamasıydı. İktidarın hükümet kanadından da yargının en bağımsız ve en tarafsız dönemini yaşadığına dair açıklamaları sıkça duymaktayız. Savunmasından dolayı bir avukatı tutuklatan hakimin özgür olmadığını söylemek mümkün mü gerçekten? Ya da kendi üyesini Anayasaya ve mahkemenin kuruluş kanununa rağmen sosyal çevre ilişkilerini kanıt sayarak üyelikten atan Anayasa Mahkemesi özgürleştirilmemiş midir? Brunson davasında gizli tanıklar özgürleşip ifadelerini geri çektikten sonra mahkeme özgürce karar vermedi mi? Pazarlık özgürlüğü mahkemelere işlemiyor mu? Barış Akademisyenleri yargılamasında avukatı beklemeden duruşmaya başlayan, tutuklama tehditleri savuran hakimler? İddianame hazırlamak için hiç acele etmeyen aylarca hatta yıllarca bekleyen savcıların gerçekten özgür olmadığını mı düşünüyoruz? Ülkemizde görülen her siyasi davada yargıçlar ve savcılar uymak zorunda oldukları hukuktan ve vicdanlarından özgürleştirilmediler mi? Yüksek yargıçlar saraya kalkan özgürlük otobüsüne binmek için birbirlerini itmediler mi? Karadeniz’in yaylalarında iç huzuruyla çay toplarken özgürlük değil miydi soludukları hava?
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk üniversitelerinin en özgür dönemini yaşadığı iddiasını neden ciddiye almayalım? Daha dün, 16 Ekim 2018’de, özgür bir dekan Mülkiye’de bir yıldır hazırlıkları süren bilimsel kongrenin bir bölümünün iptali pahasına, özgürleştirici Dışişleri Bakanı’nı ve özgür rektör İbiş’i fakülteye davet ederek toplantıya katılmak isteyen bütün öğrencilere güvenlik soruşturması yaptırmadı mı? Özgür Rektör İbiş’in oğlu tesadüfi bir kontenjan artırımı ile Tıp Fakültesi’ne yatay geçiş yaptırılmadı mı? İbiş bu özgürlüğün havasını iktidar partisinin siyaset akademilerinde solumadı mı? Özgür rektör, Mülkiye’yi eleştiriden, bilimden, özerk üniversite idesinden özgürleştirmedi mi? Ege Üniversitesi’nde büyük özgürleştirici için yapılan ritüel nedeniyle otoyola dizilen öğretim üyeleri, özgürlüğe geçiş yapmadılar mı? Ailelerine üniversite kuran bütün rektörler hukuktan; atıf çetelerine makale göndererek rütbe elde eden bütün akademisyenler akademik teamüllerden özgürleşmedi mi?
Medya konusunda da benzer açıklamalar dinliyoruz. Bunların da hakkını vermek gerek. Gazetelerin editörleri manşet bulma zorluğundan kurtarılıp kendilerine zaman ayırmaya başladılar, az bir şey değil. Her büyük siyasi krizde Türkiye’deki 6-7 gazete aynı manşetle çıkmıyor mu? Gazeteler, kafa karışıklığı sebebi olan birkaç gazeteciden de özgürleştirilmedi mi?
Peki ya halk? Demokrasinin doruğunda değil miyiz? Muhtarlardan belediye başkanlarına ve milletvekillerine artık kimseyi seçmek zorunda kalmayacak halk daha ne isteyebilir? Hem de bütün risklere rağmen iktidar seçim yaparken. Hem seçim olacak hem de yanlış kişi seçilirse siyasal iktidar bu kişiyi görevinden alıp yerine bir memurunu atamak ile uğraşacak. Bu kadar geniş bir özgürlük alanı dünyanın neresinde olabilir? Seçme, kendine uygun bir kurul tarafından temsil edilme arayışından kurtulmuş bir halktan özgür ne olabilir?
CHP ÖZGÜRLEŞTİRİLDİ Mİ?
Hakimlerin, savcıların, medya çalışanlarının, rektörlerin, dekanların ve seçmenlerin özgürleştirildiği ülkemizde, özgürleşme açıklamalarını yapanlarla dalga geçme gibi bir niyetim yok. Aksine niyetim durumun ciddiye alınmasına katkı sunabilmek. Zira yerel seçimler öncesinde muhtarları görevden alacağını açıklayan, belediyelere beğenmediği kişilerin seçilmesi halinde kayyum sopası gösteren bir iktidar aygıtının karşısında hâlâ “Muhtar Kent İstanbul’a mı?” “Mansur Yavaş Ankara’ya mı?” tartışması yapma metanetini gösterebilen muhalefet partisine hayranlığımı ifade etmek istiyorum. Seçimin AKP açısından hâlâ bir anlamı olduğu için seçim sürecine girdiğimizin farkına vararak bu koşullardaki tek siyasetin bu anlamı ters yüz etme gereğinden geçtiğini görmemelerine hayret içinde bakarak. Bugün Türkiye’de demokratik siyasetin koşulu, bütünüyle kişiselleşmiş iktidar formunu askıya almak, çoğullaşmaya, kamuya bir alan açmaksa bunun yolu kişiselliği kuran şeyi yıkmaktır. Yani seçimler demokratik değilse demokratik araçlar yaratmaktır. Bu, olmadığına inandığınız hukuka davet yoluyla olmaz; o hukuku kurmaya uğraşmakla olur. Bu olmadığına inandığınız bir basına hitap etmekle olmaz, başka kamusal iletişim yolları yaratmakla olur. Bu adil olmadığına inandığınız seçime hazırlanarak olmaz; adil seçimin olanaklarını yaratmakla olur. Fakat bu olabilirlerin hiçbirine kalkışmayan bir siyasal yapının da özgürleştirildiğini düşünmemek için bir sebep yok. Siyasal iktidarı elde etme çabasından; eşitlik, özgürlük ve adalet davasından özgürleştirilmiş bir siyasal partide geniş koltuklarda oturmaktan güzel ne olabilir?
BİRAZ KAVRAM TARİHİ
Özgürleşme kavramına ciddiyetle yakından bakalım. Reinhart Koselleck’in Kavramlar Tarihi’nin (1) içinden. Emancipation (özgürleşme) kavramını “E manu capere”ye götürüyor Koselleck. Bu bir hukuk edimi. Roma’da babanın oğlunu kendine tabi olmaktan kurtarmasını düzenliyor. Baba oğlunu özgürleştiriyor yani. (Yukarıdaki özgürleştirme örnekleriyle ilişkilendirirsek çarpıtmış oluruz tabii. Bizim özgürleştirilenler kategorisi daha çok babanın babalığını sürdürmesi için onlara sınırsız ve dizginsiz bir alan yaratması ile ilgili. Onları kamuya eşit kişiler olarak sokması değil, onları kamusal kurallardan özgürleştirmesi.)
Emancipation terimi daha sonra, Ortaçağ'da genel bir ergin olma halini işaret ediyor. Ta ki Aydınlanma’ya, Aydınlanma'yı yaratan sınıf mücadelesine, burjuvazinın yükselişine ve yüksek kültürde Aydınlanma Nedir’in yazarı Kant’ın ifadesindeki biçime kadar: “İnsanın kendi sorumluluğuyla düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulması.” Yani başkasının kendisi üzerindeki egemenliğinden kurtulması. Sonrasında kavram hukuksal, siyasal ve ekonomik özgürleşmeye, insanın insan üzerinde kurduğu her türlü egemenlik biçiminden kurtuluşa işaret eder hale gelecektir.
Roma hukukundan kaynağını alan kavramın tersine çevrilmesini görürüz artık. Özgürleşme, ancak, kişinin kendi çabasıyla iradesine yapılan müdahaleleri kabul etmemesi, özerkliğini savunması ve bunu kazanması ile mümkün olabilir. Devletin bütün baskı aygıtları ve ajanları, kendilerini bağlayan normlardan ve değerlerden “özgürleştirilirken” belki de en korkutucu şey bu insan tipidir. Çünkü onu “özgürleştirecek” bir baba yoktur.
Bu defa da La Boetie ile bitsin yazı, Mehmet Ali Ağaoğulları’nın çevirisiyle: “Ülke ona kulluk etmemeye karar versin bir kere, tiran kendiliğinden yok olur gider. Ondan herhangi bir şey eksiltmek gerekmez, ona hiçbir şey vermemek yeterli olur. Ülke kendi yararına bir şeyler yapmak için varsın güçlüklere katlanmasın; tek gerekli olan, kendi zararına olabilecek sıkıntılı bir işe kalkışmamasıdır. Demek ki halklardır kendilerini teslim edenler, daha doğrusu kendilerini ezdirenler; çünkü kulluk etmeye son verdikleri an üstlerindeki bu yükten de kurtulmuş olacaklardır.”
(1) Reinhart Kosellek, Kavramlar Tarihi, Çev. Atilla Dirim, İletişim, İstanbul, 2009.