Dağ ve dili
2006’da bir bahar sabahı o dağa karşı uyandım. Dağın kendini nadiren gösterdiği sabahlardan biriydi.
Dağlar mükemmel formlardır. Rüzgârın, buzulun, yağmurun, karın el ele verip biçimlendirdiği birer eser. Bir ara söylemiş olmam lazım, fotoğraf çekebilsem sadece dağ fotoğrafları çekerdim. Dağlarla büyüdüm çünkü, dünyam onların çevrelediği bir ovaydı. Hatta çocukken Mereto Dağını Allah sanırdım. Çünkü Allah nasıl biri diye sorduğumda söylenen sıfatları taşıyordu. Bakışları altında iyice yassılaşan ovaya bakıyordu. Heybetliydi, güzeldi. Sonra dedelerimin kurşuna dizildiği yamaçlarıyla Qêre Dağı. Çocukken mümkün olan en büyük kabahatlerden birini işlediğimde avlumuzun içine bakan Qêre’ye çıkmıştım. Uzak amcalarımdan Filîtê Quto’nun çadırını kurduğu köşeye.
Eric Hobsbawm, dağlar için “özgür alanlar” der. Herkesin özgür olabileceği yerler. Ama bir dağı bile paylaşamayan yılları yaşıyoruz. Çevresindekilerin paylaşamadığı Agirî, Gilîdax, Ararat ya da Ağrı. Oysa ne demişti Les Burgraves’nın mukaddimesinde Viktor Hugo: “Avoir pour patrie le monde et pour nation l’humanité” (Dünya vatanı ve insanlık ulusundan olmak için). İbrahim Şinasî oradan el alıp “milletim nev-i beşerdir, vatanım rûy-ı zemîn" diyecekti, daha ulus kavramı kendisine ulaşmadan önce.
2006’da bir bahar sabahı o dağa karşı uyandım. Dağın kendini nadiren gösterdiği sabahlardan biriydi. O dağa bakan otelin çalışanlarından biri, Ara Güler’in ünlü fotoğrafı için karşısında bir hafta yatarak vizörden dağa baktığını anlattı. Kimler varmamıştı o dağa? Memduh Selîm Beg, o dağa uzanan yolculuğunda Feriha’yı ardında bırakırken Îbrahîm Hesko Têlî, İhsan Nurî Paşa ve Şêx Zahir’a ulaşan yolu görmüştü. Demek dağ insanın da adıdır.
Birkaç yıl önce gecenin bir yarısı Tahran’a inerken sabah ilk iş olarak İhsan Nuri’nin Beheştî Zehrâ Mezarlığındaki mezarına gitmeyi planlamıştım. Ama büyük bir parka biraz da çekinerek gelen birkaç Horasanlı Kürt’ü saatlerce beklemiştim. Beni Bocnûrd’a götürecek otobüsün ise erkenden kalkacağı tutmuştu. İhsan Nuri Paşa, Ağrı’da bir devlet kurmuştu. Yıllar sonra şehirleri de dağa sayan Hüseyin Ferhad, o devlet ve bayrağını “Xwebûn” şiirinde anacaktı.
Ahmet Muhip Dıranas’ın “Ağrı” şiirine de bakmalı. Bu şiiri “doğa karşısında insan” şeklinde yorumlayan pek çok şarih vardır da bana hiç öyle gibi gelmez. Şiirdeki anlatıcı bir avcı grubu içindedir bir kere. Canı sıkılmış Cumhuriyet memurları av için dağa çıkarlar. Nerede doğa karşısında insan? Sonra bir Behçet Kemal Çağlar çıkar oradan ve “Ağrı’dan bütün vatan görünür” demiş bulunur. Şair değil bu Aşık Ömer zaten, Atatürk’e mevlit yazmış bir angaje edebiyat memuru.
Ama Cemal Süreya yekinip, “Dağ görgüsü kazanır Ağrı’yı bir kez görse de kişi” der. Sonra Yaşar Kemal çıkar o dağa. Bir de “Ağrı Dağı Efsanesi”ni yazar. Akademisyenin biri romanı anlatırken “Her yerinde Kürt sözcüğü geçiyor. Yazar ‘yerde bir Kürt halısı vardı’ diyor, ‘Kürt giysilerini kuşanıp dışarı çıktı’ diyor. Olur olmaz yerde böyle ifadeler var” demişti. Ne bilsin zulmün her zifirî çağında en yakın dağa sığındığımızı.
İnşaatı yüz yıl süren, ama “restorasyon”la AVM’ye benzetilen İshak Paşa Sarayı’na bakmalı şimdi. Saray, dağı görmeyen bir vadinin içindedir. Neden mi? Derler ki saray öyle güzeldir ki dağ onu görüp kıskanmasın diye vadiye sığmıştır.
Harold Pinter bir tiyatro oyunu yazar. Adı “Mountain Language.” 7-13 Ekim 1988’de bir gazetede çıkan tek perdelik oyunu Mehmed Uzun “Zimanê Çiya” adıyla Kürtçeye çevirir, 1991’de. Ama oyun 1991’de Batman’a Türkçe çevirisi olan “Dağ Dili” adıyla ulaşır. Yu-Me Sanat Tiyatrosu oyunu sahnelemeye karar verir. Oyunun tekstini emniyet müdürlüğüne götürürüz, Ahmet Ataş ve Medeni Akbaş’la birlikte. Görevli polis memuru oradaki “sêv” sözcüğüne parmağını bastırarak, “bu sözcük Kürtçede elma demekmiş, oynayamazsınız” der. Oyundaki tek Kürtçe sözcük odur.
Dağın bir adı da Ararat mı dediniz? Benim aklıma Ararat Dink geliyor dağdan önce. Ne demişti yetim babasını yetim bırakanlar öldürdüğünde: “Yüz yıl önce avdık, şimdi yem olmuşuz yem!”
Şimdi biri bir elma ağacının arkasından dağa baksa, hâlâ “sêv” sözcüğünün üstündeki o kalın parmak tuzla buz olur, büyük narlar çatlar, bir çocuk dağları dünyası sayar.