YAZARLAR

Trump’ta 'bir baba bulmuş' - 2

ABD gibi, bireyselliğin bizim idrak edemeyeceğimiz boyutlarda bir varoluş ilkesi olduğu yerlerde, “yalnız kovboy”ların, adaleti kendi yerine getirme peşindeki modern büyükşehir kahramanlarının yüceltildiği diyarlarda Cesar Sayoc’lar daha bol çıkıyor, çıkacak. “Baba”yı korumak için onun “düşmanlarını” ortadan kaldırmaya yönelen Sayoc’un Ortadoğu’daki muadilleri, çılgınlık sınırındaki bireyler değil, linç kalabalıklarıdır.

Popülist diktatörlerin yükselişinde dikkati çeken olgulardan biri, alt sınıftan insanların lidere, bir siyasetçiyi sevmenin, beğenmenin, ondan iyilikler beklemenin çok ötesindeki birtakım duygularla bağlanışı. Lidere yönelik tutkulu bağlılık, çabucak ve kolaylıkla, liderin “düşmanı” olarak görülenleri ortadan kaldırma hırsına dönüşebiliyor. Geçen yazımda, Brezilya’da faşist Bolsonaro’nun başkanlık seçimini kazanması vesilesiyle popülist otokrasiler hakkında söylediklerimin peşine taze bir bireysel örneği takmak istedim.

CNN International muhabiri Andrew Kaczynski, Clinton’lara, Obama’lara ve Demokrat Parti’nin öndegelen başka isimleriyle oyuncu Robert de Niro’ya bombalı paketler yollayan Cesar Sayoc’un 2017 Ocak ayından bugüne attığı üç binin üzerinde tweet’i taradı. Ulaştığı tespitlerden biri şu: “Aşırı sağ” âleminde imal edilip ortalığa saçılan komplo teorileri ve uydurma olgularla kalkışılan karalama seansları kolaylıkla, şuursuz fakat kararlı şiddet eylemcileri üretebiliyor. Bizde de iktidar propaganda aygıtının büyük şevk ve şehvetle sürdürdüğü karalama kampanyaları ve ne pahasına olursa olsun gerçeği eğip bükme pratiği, yalnız belirli bir siyasî kadroya iktidar güvencesi ve kitle rızası üretme amacıyla çalışan mekanizmalar değil. Bunlar, hedef aldıkları “taraftar”ları “inanmış” ve eyleme hazır militanlar haline getirebiliyor.

Başkan Donald Trump’ın “düşmanlarını” ortadan kaldırmaya azmeden Sayoc için araştırmacı CNN muhabiri, “aşırı sağcıların komplo teorileriyle zihni öylesine bulanmış ki,” diyor, “bu korkutucu”. Sayoc, tweet’lerinde, 2016 başkanlık seçimleri öncesinde epey gürültü koparan “Pizzagate” fantezisinden epey bahsetmiş. “Pizzagate”, güya bir pedofili ağının açığa çıkarıldığı uyduruk bir karalama eylemiydi: Hillary Clinton’ın seçim kampanyasının başında yer alan John Podesta’nın WikiLeaks tarafından araklanıp ortaya dökülen e-postalarında şifreli yazışma varmış; Washington D.C.’deki bir pizzacı üzerinden işleyen pedofili ağı, siyaset ve eğlence dünyasından nüfuzlu kimselere cinsel emellerini tatmin için kullansınlar diye çocuklar temin etmekteymiş; bu kimseler arasında bizzat başkan adayı Hillary Clinton ve Demokratların ileri gelenleri de varmış, falan…

İler tutar yeri olmayan bu teori, içerdiği bin türlü tutarsızlığın ve mânâsızlığın ortaya dökülüşüyle, aklı azıcık başında kimseyi kandıramadan çöplüğe atılmıştı. Lâkin görülüyor ki, bugün hâlâ, “aslında bunlar doğruydu, ana akım medya aksini pompalayarak skandalı örttü” iddiasında bulunabilen yayın organları, internet siteleri var ve pek çok insan, Pizzagate saçmalığı dahil, o kadar çok abuk sabuk teoriye inanıyor ki!.. Bizdeki “Büyükada casusluk skandalı” veya “FETÖ’cü rahip CIA başkanı olacaktı” yollu örnekler de aynı rezillikteydi. Aslına bakarsanız bizim bütün yakın tarih anlatıları güncel uydurmalara taş çıkartır.

KİME SALDIRIR?

Bu tip uyduruk “sunum”ların tesirinde uzun süre kalan insanlar, yalnız zihnen dumura uğramış yaratıklar haline gelmekle kalmıyor, tehlikeli de oluyorlar. Dünyaya Yeni Şafak yayın yönetmeni veya Takvim yazıişlerinin gözüyle bakan birinin kılıç kuşanıp sınıra doğru (herhangi birine) at sürmesi neredeyse kaçınılmaz. O at sınıra belli mesafe kala dönmeye mecbur olduğundan, müstakbel kahramanımız hayvanı bizim üstümüze sürecek, kılıcının keskinliğini üzerimizde sınayacaktır. Kılıç varsa kullanılır.

Kime saldırır? Şüphesiz, varlığını neyle, kiminle özdeşleştiriyor, kim-ne zayıf düşerse kendisinin de yok olacağını varsayıyorsa ona kötülük besleyene. “Baba”ya düşmanlık edene. Giderek, “Baba”ya itaatsizlik edene, itiraz edene. Sonunda, “Baba”yı sevmeyene.

Çünkü bu, “dünyanın” kendi gibilere düşmanlığının en üst, en kesin, en incelikli ifadesidir. “Baba”ya zarar vermeyi düşünen, bir defa onu yıktıktan sonra şüphesiz “Baba”yı sevenlere yönelecektir. Onları ezecek, onların yüzüne değersiz olduklarını haykıracak, ellerindekini alacaktır. Hele bunu “Baba” ortaya çıkmadan önce yapıyorduysa, tehlike daha elle tutulur kıvamda algılanacaktır. Onları sahiplenen “Baba”yı sahiplenmek onların görevidir. Bunun için gerekirse “iş başa düştü” deyip düşmanları yok etmeye girişmekte hayır olabilir.

NİHAYET ONA SESLENDİ BİRİ

Bombalı paketçi Cesar Sayoc önce elinden geldiğince -modern zaman faşistlerinden işittiği- komplo teorilerini aktarmış, etraftakileri uyarmış, kendisi de iman tazelemiş. Komplo teorileri tekrarladıkça kafa yapar, bağımlılık yaratır, zamanla eylemli bir imanın unsurlarına dönüşürler. Bunları inkâr edenler “Baba”ya zarar verme potansiyeli taşıyanlardır. Onu yıkmayı amaçlayan menfur planları gizleyerek, bunların sahici eylem planları olmadıklarını iddia ederek yaratacakları gevşeme ve dikkatsizlik, “Baba”nın hedef alınmasını kolaylaştıracaktır. Evet, evet, düşmanlar harekete geçmeden bizim geçmemiz şarttır! Yoksa tehlike “Baba”ya yaklaşacaktır.

Sayoc’ların aile avukatı Ronald Lowy’ye göre, Trump sahneye gelince, Sayoc “nihayet kendisine seslenen birinin çıktığını hissetmiş”. O söz avukatın: “Trump’ta bir baba buldu.

Cesar Sayoc’un Trump takıntısı birden başlamış. Trump’a ait mülkleri ziyaret etmiş, mitinglerini kaçırmamış. Yemin töreninde de oradaymış.

ÖZGÜN HİKÂYENİN GENELLEŞTİRİLEBİLİR YÖNLERİ

Tabiî Sayoc’un kendine özgü hayat hikâyesi, -bütünleşmemiş, tamamlanmamış- şahsiyeti, özgün ihtiyaçları, alışkanlıkları, davranışları var. Kendisini küçük yaşta terk eden babasının yerine koyacağı baba figürü arıyor olması öne sürülerek, meselâ, onun durumunun genelleştirilemeyeceği söylenebilir.

Ancak, seri bombalı paket eylemcisi hakkında çizilecek tablo, bir yandan özgün, kişisel, tekil bir manzaraya ait olduğu izlenimini verirken, öbür yandan aslında nasıl da genelleştirilebilir çizgiler barındırıyor! Azıcık oynatma, kaydırma, onun yerine bunu, şunun yerine şunu geçirme işlemiyle, kendine kimlik yaratma, nihayet kendisini muhatap alan birinin çıkmasından duyulan heyecan ve baba figürü edinme dallarında kafaya oynayan başkaları da bulunup haklarında düşünülebilir. Başka topraklarda, başka coğrafyalarda.

Sayoc kendisini Seminole Kızılderili kabilesinin mensubu olarak tanıtıyordu. Bombalı paketler hadisesinden sonra meşhur olan, camları bol çıkartmalı minibüsüne kabileye ait pek çok arma, amblem, logo vs. yapıştırmıştı. Ancak aşağı yukarı dört bin mensubu bulunan -ve kendini “barış anlaşması imzalamamış tek kabile”- olarak tanıtan kabile, Cesar Sayoc’un kendilerinden olmadığını açıkladı. Zaten açıklamasa da olurdu, çünkü bombalı paketçinin -küçük yaşta kendisini terk eden- babası Filipinli, annesi İtalyan!

Yani Sayoc, Filipinli-İtalyan kökenliyken kendini Kızılderili olarak sunuyor. Acaba azıcık azıcık inanmaya başlamış mıydı buna? İmkânsız değil. (Bakın, ne kadar genelleştirilebilir bir hal! Herkes etrafa bakınıp kolayca örnekler bulabilir.)

Aile avukatı, Sayoc’u “ABD’ye öfkelenenlerden biri” diye tanıtıyor: biraz “toplum dışı”, biraz kenarda kalmış… Trump bunlara “masada yerverdi. “Kurulu düzen”de kendini dışlanmış hissetmenin, azıcık “toplum dışı” kalmanın bu türü de kolaylıkla genelleştirilebilir bir konum. Elindekilerle (ailenin zenginliği, itibarı, imkânları, eğitim düzeyin, kabiliyet, beceri ve bilgilerin, ufkun, idrakın, kapasiten) mevcut toplumsal ilişkiler sistemi içerisinde tatminkâr bir konum elde edemeyeceğin belliyse, düzenli işin, başını soktuğun bir çatı altı, biraz da eşin dostun, akraban varolsa bile, aslında başka birilerinin “yaşadığı”, senin de anca onlara hizmet ettiğin, asla onlar için öngörülmüş yaşam çevresi ve standardına ulaşamayacağın fikrinden, duygusundan kurtulamazsın. Ve edindiğin kültür, eğer kendi çaban ve imkânlarınla -artık ne kadar olabiliyorsa- elindekileri geliştirmeye seni yöneltmiyorsa, böyle bir yönelişe imkân verecek manevî donanımdan seni yoksun bırakmışsa, üstelik, bu yoksunluktan övünme payı çıkarmana yolaçan çarpık bir ideolojiyle ruhunu sakatlamışsa, başkalarının hayatını seyrederken geçecek hayatında en büyük hakikat içinde büyüyen haset olabilir.

Başkalarının seni umursamayışı, yoksunluğunun üzerinde tepinerek eğlenmeleri karşısında beslediğin haset ne kadar haklı bir kökten büyüyorsa seni o kadar istismara açık kılar. Ve günün birinde o “Baba” çıkar gelir, der ki: Hiçbir şey için çaba harcamana gerek yok. Seni bu halinle egemen kılacağım. “Onlar” yerlerde sürünecekler ve sen üzerlerinde tepinebileceksin. Sırtlarına izini çıkaracağın postalını ve üniformanı da ben vereceğim.

ABD gibi, bireyselliğin bizim idrak edemeyeceğimiz boyutlarda bir varoluş ilkesi olduğu yerlerde, “yalnız kovboy”ların, adaleti kendi yerine getirme peşindeki modern büyükşehir kahramanlarının yüceltildiği diyarlarda Cesar Sayoc’lar daha bol çıkıyor, çıkacak. “Baba”yı korumak için onun “düşmanlarını” ortadan kaldırmaya yönelen Sayoc’un Ortadoğu’daki muadilleri, çılgınlık sınırındaki bireyler değil, linç kalabalıklarıdır. Brezilya’da da böyle olmasından korkulur.

Nasıl savuşturacağımızı tam bilemediğimiz bir büyük belayla uğraşmak durumundayız.