Türkiye’de cumhuriyetçi olmak mümkün mü?
2013 yılında Gezi direnişinde Türkiye halkı en büyük cumhuriyet savunusunu yapmıştır; farklılıkların nasıl bir araya geleceğini, cumhuriyetin AKP ve selefleri elinde çürütülmüş temsili kurumlarını halkın nasıl alaşağı edebileceğini göstermiş, on sekizinci yüzyıl cumhuriyetçilerinin dile getirdikleri mutlu bir yaşam sürme hakkını savunmuşlar; tek adama, tek partiye kuşatılamaz bir çoklukla, çoğullukla karşılık vermişlerdi.
Sanırım dört yıl önceydi, Gezi’nin hemen sonrası. Bir CHP takvimi ile karşılaşmıştım. Aylardan hangi ay vardı takvim yaprağında, hatırlamıyorum. Ama fotoğrafı hatırlıyorum. Dönemin demir yumruğu Recep Peker’e aitti fotoğraf.
Peker, faşizme olan hayranlığı ile bilinir. 1935’te Halkevleri’nin yayını olan Ülkü’de yer alan parti programı hakkındaki konuşmasında parti ve devlet bütünleşmesine ilişkin şunları söylemektedir:
“Arkadaşlarım; yeni programın göze çarpan ve kendini duyuran başlıca farikası yeni Türkiye’de zaten baştan beri devletle bir ve beraber çalışan Cumhuriyet Halk Partisi varlığının, devlet varlığı ile birbirine daha sıkı bir surette yakınlaşmasıdır. Esasta partinin ana vasıfları olan cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık, devrimcilik devletçilik ve laiklik yeni program onaylandıktan sonra yeni Türkiye devletinin de vasıfları halini alıyor.”
1931-1936 yıllarında partinin genel sekreterliğini yapan, 1936’da İçişleri Bakanı olduktan kısa bir süre sonra Mustafa Kemal tarafından görevden alınan Peker, 1936’daki Anayasa görüşmelerinde parti programı anayasaya eklenirken şunları söyler:
“Şimdiye kadar ana kanunun temelini teşkil etmiş olan Cumhuriyetçilik aleyhine yurd içinde hiç kimsenin hiç bir faaliyette bulunması caiz olmadığı gibi şimdiden sonra da Cumhuriyetçiliğin nakızı olan saltanat lehine bir hareket; hiç bir kimseden bir hareket sadır olmayacağı gibi, Teşkilâtı Esasiyenin umumî bünyesinin teyidatı altında olarak milliyetçiliğin nakızı olan beynelmilelcilik ve halkçılık nakızı olan imtiyazcılık veya sınıfçılık ve devletçiliğin nakızı olan liberallik, laikliğin nakızı olan klerikallik ve inkılâbçılığın nakızı olan irtica lehinde hiç bir faaliyet yapılamayacaktır.”
Kısaca tek partinin programı dışındaki bütün görüşler ve faaliyetler Peker’e göre anayasaya ihanettir. Tabii faşist parti programlarına uygun biçimde, başta komünistlik ve liberallik. Amacım Peker ya da Peker üzerinden CHP tarihi eleştirisi değil, bunun sırası da değil. Fakat bugünün CHP’sinin ciddi bir biçimde cumhuriyetçi bir eleştiri ve özeleştiriye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Peker’in 1930’ların ortasında, faşizm bütün Avrupa’da yayılırken aldığı bu tutumu tarihsel koşulları içinde düşünmeyi ve değerlendirmeyi bir ölçüde anlayabilirim. Fakat Türkiye’nin en güçlü cumhuriyetçi hareketi olan Gezi ayaklanmasının üzerinden daha bir yıl geçmeden karşıma çıkan CHP takviminde Peker’in fotoğrafının hiçbir şey olmamış gibi mağrur edasıyla konması anlaşılabilir değildir. Hele parti ile devlet bütünleşmesine, sultanlaşmaya, bütün muhaliflerin sindirilme girişimlerine karşı çıkmış büyük bir direniş hareketinden sonra… Anlayamadığım bir şey de cumhuriyeti savunmanın 1930’ların Türkiye’sine yapılacak bir övgüden başka bir yolunun olmadığının zihinlere yerleştirilmeye çalışılmasıdır. Ne yazık ki “cumhuriyetçiler” tarafından olduğu gibi “cumhuriyet düşmanları” tarafından da yapılan budur.
CUMHURİYETİ SAVUNMAK
Daha önce bu sayfada Bahri Savcı’nın Demirel’e karşı giriştiği polemik yazısının başlığı olan cumhuriyeti savunmayı nasıl tanımladığını anlatmıştım. Çok özetle kapitalist ve emperyalist sömürüye karşı halkın çıkarlarını savunmayı cumhuriyeti savunmak olarak tanımlamıştı, kürsümüzün büyük hocası 1970’lerde.
Aynı perspektiften ilerleme cesareti göstererek şunu söylemek mümkün değil mi? 1980’lerde cumhuriyeti savunmak, askeri cunta yönetimindeki ülkede işkenceye karşı çıkmak, insan onurunu savunmaktır. 1990’larda “düşük yoğunluklu savaş” sırasında eşit yurttaşlığı, Anayasa’da geçen “herkes”in yurttaşlığını ve haklarını, barışı savunmaktır. Emekten ve özgürlükten yana olmaktır.
GEZİ, ELEŞTİRİ, ÖZELEŞTİRİ
2013 yılında Gezi direnişinde Türkiye halkı en büyük cumhuriyet savunusunu yapmıştır; farklılıkların nasıl bir araya geleceğini, cumhuriyetin AKP ve selefleri elinde çürütülmüş temsili kurumlarını halkın nasıl alaşağı edebileceğini göstermiş, on sekizinci yüzyıl cumhuriyetçilerinin dile getirdikleri mutlu bir yaşam sürme hakkını savunmuşlar; tek adama, tek partiye kuşatılamaz bir çoklukla, çoğullukla karşılık vermişlerdi. Bu topraklarda cumhuriyetçiliğin mümkün olduğunu her zamankinden güçlü biçimde göstermişlerdi. Cumhuriyet kurumlarını açılmaya zorlamışlar, kimliklere, kalıplara sığmayan bir cumhuriyetçi tartışmayı ve hareketi yaratmışlardı. Türkiye’de cumhuriyetin hangi kurumlar ve değerler üzerine yeniden kurulacağını, gücünü barışçıllığından alan bir hareketle ifade etmişlerdi. Gezi direnişçileri Türkiye’de cumhuriyetçiliğin yeniden mümkün hale geldiğini ortaya koydu.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin takvimi tam da bunun üstüne geldiği için iyi bir simgedir. Cumhuriyetçiliği 1930’lar Türkiye’sinden başka bir yere götürmek istememekte ortaklaşan “cumhuriyetçilerin” ve “saltanatçıların” işbirliğine karşı bu nedenle önemlidir Gezi’nin ortaklaşması, cumhuriyetçiliği. Havaalanı inşaatını zafer, inşa eden işçileri düşman gören müteahhit saltanatına karşı, cumhuriyeti savunmak biçim değil, her zamankinden fazla içerik sorunudur; demokrasi ve sınıf sorunudur.
Fakat unutulmamalıdır, cumhuriyeti kurmak, kurumların sınırlarını olabildiğine zorlamak ve yeniden yaratmak bir nostalji değil, politika meselesidir. Türkiye’de cumhuriyetçilik, Cumhuriyetin özeleştirisi ve geleceğe taşınmasıyla mümkündür.
Bir kez daha, yaşasın cumhuriyet!