Tarlabaşı'nın queer dönüşümü
Tarlabaşı'nda yeni mekanlarında çalışmaya başlayan Dramaqueer Sanat Kolektifi queer alanda çalışan sanatçılar için önemli bir mekana dönüşebilir. Kolektifin ilk sergisi de Tarlabaşı'nın dönüşümünü tersine çeviriyor.
Türkiye'de queer alanda sanat üretimleri farklı kanallardan akıyor. Özellikle edebiyat ve güncel sanat üzerinden yıl boyunca çeşitli örneklerle karşılaşıyoruz. En son Onur Haftası süresince İstanbul Kıraathane Edebiyat Evi'nde gördüğümüz SINIR/SIZ sergisi seçim döneminin sonundaki bunaltıcı atmosferde queer dile alan açmak için önemli bir çabaydı. Şimdi de Dramaqueer Sanat Kolektifi'nin Tarlabaşı'ndaki yeni mekanı ve açılış sergisiyle karşı karşıyayız.
Dramaqueer Sanat Kolektifi daha önce 5'inci Pembe Hayat Kuirfest ve Mersin Onur Haftası kapsamında sergiler ve atölyeler gerçekleştirmişti. 2013 yılından bu yana çalışmalarını sürdüren ekip şimdi de dernekleşerek Tarlabaşı Caddesi üzerinde bir mekana kavuştu. Kolektif’in yeni mekânındaki ilk sergisinde Cemal Akyüz, Metin Akdemir, Hülya Dolaş, Volkan Eray, Hakan Tarhan, Umay Uzay ve Fırat Varatyan’ın işleri yer alıyor. Ancak doğru bir tavırla sergide işler ve sanatçı künyeleri görmüyoruz, kolektif olarak işler sergileniyor. Sergi hem Dramaqueer'in yola çıkış hikayesini anlatıyor, hem de yeni üretimleri karşımıza getiriyor.
Dramaqueer Sanat Kolektifi, "çalışmalarında toplumsal cinsiyet ve beden politikaları üzerine kafa yorarken, yanlarına popüler olanı da alıp, 'drama meyilli' hallerini queer tavırlarıyla birleştirir". Kolektifin basın bülteninde yer alan bu ifade ekibin manifestosu olmaktan çok haleti ruhiyesini yansıtıyor gibi. Belirtilen düşünceyi sergide hissedebiliyoruz.
Serginin bir diğer önemli yönü de mekanın yer aldığı bölgeyle, yani Tarlabaşı'yla kurduğu bağ. Tarlabaşı hem LGBTİ+ topluluğu için, hem de diğer "marjinalleştirilmiş" gruplar için uzun süre önemli bir bölge oldu. Tarlabaşı dönüşüm süreci bunlardan temizlenmiş, yeni bir yaşam vaat ediyor. Sergide yer alan #tarlabasiisburning işi de bu süreci tersine çeviriyor. Emlak şirketinden alınmış ve yeni Tarlabaşı'nı müjdeleyen görsele bölgenin şimdiki kullanıcıları, yani seks işçileri, uyuşturucu satıcıları, polis panzerleri ekleniyor. Serginin ortasında yer alan bu kolektif iş umulan Tarlabaşı'yla var olan Tarlabaşı çarpıştırıyor. Kolektif üyelerini peruk takan mankenlerle tanıdığımız "This is my hair I don’t wear wigs" çalışması, Türkiye sinemasından erkek karakterlere dair ayrıntıları karşımıza getiren "Rastlantısal homoerotizm" sergide yer alan diğer çalışmalardan.
Kolektif üyelerinden Metin Akdemir mekan seçimleriyle ilgili Kaos GL'ye şöyle bir açıklamada bulunmuş. "Mekânımızın Tarlabaşı’nda olmasını istedik çünkü burası lubunyalar için zorla dönüştürülmüş bir alan. Ürettiğimiz, sosyalleştiğimiz yerin, derneğin burada olması çok önemli bu yüzden. Bizim için 'burayı bırakmıyoruz' demenin bir başka yolu. Tarlabaşı’nda olmak queer mekânın savunulması anlamına geliyor bizim için." Bu kısım önemli çünkü sanat kolektiflerinin, inisiyatiflerin kentsel dönüşüme dolaylı da olsa katkı koymaktansa, onun dışına çıkması, hatta onun karşısında hareket etmesi uzun süredir tartışılan bir konu.
Dramaqueer Sanat Kolektifi mekanlarının herkese açık olduğunu ve yıl boyunca çeşitli atölye ve sergilere ev sahipliği yapacağını vurguluyor. Son dönemde LGBTİ+ derneklere yönelik baskılar çok büyük bir mekan eksikliği sonucu doğurdu. Dernekler güvenlik sebepleriyle mekanlarını daha kontrollü ve kapalı tutmak zorunda kaldılar. LGBTİ+'ların üretim içinde sosyalleşebilmeleri için mekanlar gittikçe daralıyor. Türkiye'de queer alanda çalışan sanatçıların birlikte üretebilmeleri, sergileyebilmeleri ve konuşabilmeleri için bu tarz mekanlara daha fazla ihtiyaç duyulduğu bir gerçek. Dranaqueer'in mekanının bu alanda önemli bir boşluğu doldurabileceğini düşünüyorum.