Dalga dalga elektroşok
Sinir uçlarını ateşe veren kelime gözaltı. O kadar ki gözaltı torbaları denildiğinde bile kaskatı oluyorsun. Ki onlardan senden de mebzul miktarda var. Gözaltı torbalarından yani. Yine sinir gülüşü geliyor ve yine beyninin o ucuna ucuna itildiği son kenar çizgiyi görüyorsun. Giderek ötesini merak ederek artık.
Dalga dalga gelen bir his. Parmak uçlarında ağrılı karıncalanma, kasılan sırt ve boyun, haber diye o akan o şeye sabitlenen gözler. Tek kelime: Gözaltı. Ve yine çok tanıdık resimler. Hayatındaki insanları gazete haberinde görmeye asla alışamayacaksın. Hele de bu haberler sıklıkla kendi alanlarında hep güzellikler yaratan insanlara dair başarı öyküleri değil de “son dakika” haberleriyse. Son dakika ne komik kelime. Her dakika olarak değiştirilsin diyor beynin bir an. Ne zamandır artık her şey her dakika.
Hayatından bir hafta daha geçti. Zamanın ipini bir an tutup yine elinden kaçırdığın. Sürüklendiğin o ipin peşi sıra. Sonrası hep normal hayat taklidi. Çünkü öyle gerekiyor. Ama sırf bu zulüm her âna yayılıyor diye, ona alışacak değilsin. “Alışmak, sevmekten daha zor geliyor” diye bir şarkı çalıyor beyninde. Gülmeye başlıyorsun sinirden. Evet, saymayı unuttun; bütün organlar içinde beyin en büyük oyunları oynuyor artık. Çok fazla ittiğini hissediyorsun onu, ucuna doğru bir şeylerin, bir yerlerin. Gitti gidiyor nokta kom.
Ha bir de anlatması, üzerine konuşması, hele de yazması çok zor –yok, aradığın kelime zor değil, zoru anlatmayı bilirsin sen- zül geliyor. Çünkü üzerine bir şeyler söylemeye çalışacağın şeylerin gerçekliği yok. Ve anlamı. Hal böyleyken karşı söylem üretmek bile ona bir değer atfetmek demek. Kâle almamak istiyorsun ama saçmalıklar, insan hayatına mal oluyor nicedir. O yüzden yazıyorsun tabii. Bu da senin lanetin.
Sinir uçlarını ateşe veren kelime gözaltı. O kadar ki gözaltı torbaları denildiğinde bile kaskatı oluyorsun. Ki onlardan senden de mebzul miktarda var. Gözaltı torbalarından yani. Yine sinir gülüşü geliyor ve yine beyninin o ucuna ucuna itildiği son kenar çizgiyi görüyorsun. Giderek ötesini merak ederek artık.
Yazı günün gelene kadar gelmiş geçmiş oluyor elektroşok. Artçılarını bırakarak her seferinde. Haber dilindeki karşılığı şöyle bir şeyler yaşatılanın: “Anadolu Kültür A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın tutuklu bulunduğu soruşturma kapsamında, gözaltına alındıktan sonra emniyetteki işlemleri tamamlanan 14 kişiden biri tutuklandı. Gözaltında tutulan 13 kişi ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Nöbetçi hakimlikçe sorgulanan şüphelilerden Yiğit Aksakoğlu’nun tutuklanmasına karar verildi. Yusuf Cıvır ise mahkemeden adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Öte yandan emniyetteki işlemleri en son tamamlanan Filiz Telek ve Ayşegül Güzel de bu sabaha karşı adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Emniyetteki işlemleri daha önce tamamlanan diğer isimler Mine Özerden, Ali Hakan Altınay, Yiğit Ali Ekmekçi, Betül Tanbay Tüten, Çiğdem Mater Utku da ifadelerinin ardından adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Gözaltına alınanlar arasında bulunan Hande Özhabeş, Meltem Aslan Çelikkan, Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, Asena Günal ve Bora Sarı da 16 Kasım, cuma günü adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Soruşturma kapsamında haklarında gözaltı kararı bulunan altı kişinin yakalanması için çalışmalar devam ettiği öğrenildi.”
Patiliyorlar seni. Kedi patisi değil, jaguar pençesi. Adli kontrolle serbestin meali ülke sınırlarında tutsaklık. Yok yere. Ve zaten burası bir açık hapishane.
Kimsenin kılıf falan uydurmaya çalıştığı da yok “Ben yaptım oldu” şeklindeki düzende. O yüzden zaten daha da saçmalaşıyor üzerine konuşmak. Ama İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden yazılı açıklama yapılmış. Hal böyle olunca, bakıyorsun. Çıta nerelere kadar düşürüldü diye. “Akademisyenlere ve Anadolu Kültür yöneticilerine yönelik düzenlenen operasyonun gerekçesinin Gezi eylemleri olduğu ve hakkında gözaltı kararı olan 20 kişinin ‘Osman Kavala’yla hiyerarşik ilişki içinde eylemleri organize ettiği’ ileri sürüldü.
'ARANAN ÖRGÜT BULUNAMADI, LÜTFEN BİR DAHA DENEYİNİZ'
Bir yılı aşkın süredir hakkında iddianame düzenlenmeden hapiste tutulan iş insanı ve sivil toplumcu Osman Kavala baş özne olarak seçilmiş. En son ona dair yazmıştın hani. Bakıyorsun boş boş. Devamı şöyle satırların:
– Açık Toplum Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve Anadolu Kültür A.Ş. isimli şirketin sahibi Mehmet Osman Kavala isimli şahsın 27.05.2013 tarihinde başlayan Gezi Parkı Olaylarını Türkiye geneline yaymak ve yurt genelinde kaos ve kargaşa ortamı meydana getirmek ve bu şekilde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen veya tamamen engellemeyi amaçladığı, Açık Toplum Vakfı ve Anadolu Kültür A.Ş. isimli vakıf ve şirketi kullanarak olayları finanse ve organize ettiği tespit edilmiştir.
– Mehmet Osman Kavala ile hiyerarşik bir düzen içerisinde şüphelilerin;
– Gezi Parkı olaylarını derinleştirmek ve yaygınlaştırmak için Anadolu Kültür AŞ’ye ait DEPO isimli yerde toplantılar düzenledikleri,
– Sivil itaatsizlik ve şiddetsiz eylem başlıkları altında Gezi Parkı olaylarının devamlılığını sağlamak için yurt dışından aktivizm eğiticileri, kolaylaştırıcılar ve profesyonel eylemciler getirttikleri (Duran Adam, Piyano Çalan Adam, Kırmızılı Kadın vs.),
– Yeni medya oluşturma faaliyetleri içerisine girerek Gezi Parkı sürecinin devamı ve yaşanması muhtemel Gezi benzeri olayların kendi medyaları üzerinden gündem oluşturulmasının amaçladıkları,
– Mehmet Osman Kavala’nın Avrupa’da birçok kurum ve şahısla görüşme yaparak, Gezi Parkı olaylarında gündeme gelen biber gazının Türkiye’ye ithalinin durdurularak, yasaklanması için çalışmalar yaptıkları tespit edilmiştir.
Yıllardır kültür-sanat ve toplumsal etkinlik düzenleyen Anadolu Kültür olmuş sana örgüt hücresi, eh bu durumda gözaltına alınan Meltem Aslan Çelikkan için de Anadolu Kültür A.Ş Genel Koordinatörü, Hakikat ve Adalet Hafıza Merkezi Kurucu Üye, TESEV yöneticisi bilgilerinin yanında muhalif gazeteci Murat Çelikkan ile evli diye yazması şaşırtıcı olmasa gerek. Ha demek ki gazeteci demek başka bir şey anlamına geliyor. Muhalif gazeteci işini doğru yapmanın ve sakıncalı olmanın diğer adı. Yine bir gülme geliyor. Dudaklarını ısırıyorsun. Kan tadı.
TOPLANTILARA ÇİÇEK FALI
Bu arada İstanbul Bilgi Üniversitesi STK Eğitim ve Araştırma Birimi Çalışanı, Diyalog ve Uzmanlaşma Derneği Kurucu Üyesi, Helsinki Yurttaşlar Derneği Üyesi Yiğit Aksakoğlu tutuklandı. Sivil toplumun belediyelerden üniversitelere her alandaki emektar çalışanına, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs" iddiası uygun görülmüş. Devamı da “Her ne kadar toplantıların içeriğine ulaşılamamış ve karanlıkta kalan yönleri olsa da iletişimin tespiti tutanaklarında bu toplantıların Gezi’den sonra tekrar sivil itaatsizlik ve şiddetsiz eylem adı altında yeniden çeşitli gösteri ve eylemlerin yapılmasına yönelik birtakım eğitimler ve konuşmalar düzenlendiği kanaatine ulaşıldığı …” şeklinde.
Kanıt yok, içerik yok ama suç şüphesi yaratma çalışması berdevam. Neden, bu kadarı yetiyor da ondan. Ha bir de 2013’te başlatılan soruşturmanın savcıları, savcının talebini kabul eden hakimleri ve takibi yapan polisleri FETÖ’den açığa alınmış ama bu da önemsiz bir ayrıntı herhalde.
Tıpkı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Selahattin Demirtaş kararı için, “AİHM kararları bizi bağlamaz. Bugüne kadar örgütle ilgili çoğu kararlar hepsi aleyhe. Karşılığında yapabilecek çok şeyler var. Karşı hamlemizi yaparız. Terör devam ediyor” demesi ve devamla MHP Genel Başkanı Bahçeli'yle, “seçim ittifakını masaya yatıracaklarını” ilan etmesi gibi.
Ha bahsi geçen karar, Edirne F Tipi Cezaevi'nde iki yıldır tutuklu/rehin bulunan/tutulan Halkların Demokratik Partisi’nin önceki Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunun sonlandırılmasına dair tüm önlemlerin alınmasıymış, mahkeme, ayrıca Türkiye’yi maddi ve manevi, toplam 25 bin euro tazminata mahkum etmişmiş ne gam. Anayasa’nın 90'ıncı maddesi, AİHM kararlarının bağlayıcı olduğunu söylüyormuş, ne gereksiz bir ayrıntı şimdi. Muhalif gazeteci değil de gazeteciysen bulursun elbet “haber” yapma kılıfı. O ki emniyetin açıklaması da "bilgi notu"ydu zaten. Bilgi bu, haber bu.
Hayat bu değil ama. Şükür değil. Hayatın ne olduğunu unutmuyorsun. Tezer Özlü geliyor bir de aklına. Zihnin oyunları durmadığından. Gitmenin halleridir onun edebiyatı senin için. O tuhaf bir şekilde yollara, anonim otel odalarına, şehir meydanlarına, denize ve gökyüzüne yakışır. Ve elektroşoku bile anlatır. Tokat gibi patlatır.
“Elektroşokun başlangıcı ve bitişi vardır. Ve ortası yoktur. İnsan için, hasta insan için. Ama ben o ölüm ortasını yaşadım. Ve işte şokun tam ortasındayım. Elektroşok verilirken düşünüyorum ve duyuyorum:
‘….İşte şimdi olaylar o denli ileri gitti ki, bana elektroşok veriyorlar/belki de beni elektroşokla konuşturma yöntemine gidiyorlar/doktor eve gelmiş olmalı/üstelik elindeki şok gereci garip bir gereç/tahta bir boyacı sandığı gibi/kim bilir belki de elektriği iyi ayarlayamadı/ya da kent cereyanı işte/yükselir alçalır/ve öldürür insanı/ve işte beni şimdi evimde şok komasına soktular/konuşturmak mı istiyorlar/kocam gerçekten aldatılıp aldatılmadığını öğrenmek mi istiyor/aldatılsa ne olur aldatılmasa ne olur/konuşturuyorlar mı/konuşuyor muyum/bana bunu yapmamalıydılar/bir gizlim yok ki/hepsine her zaman hastayken de iyi davrandım/kimseye bağırmadım/kimseye saldırmadım/acıları kendim çektim her zaman/öleceğim de ne olacak/ölsem ne olur/ama şokun derecesini çok kaçırdılar/işte elektriğin dişlerimdeki metal dolgulardaki titreşimini duyuyorum/dayanılır gibi değil/böyle şoklar altında ölenler olduğunu biliyorum/bunları bana anlatmışlardı/hastanelerde dersleri dinlerken duymuştum/öğrenmiştim/başımda Süm var mı/olamaz/annem erkek kardeşim kocam/şok içinde onların başımda olduğunu anlıyorum/doktorun da kim olduğunu biliyorum/biraz sonra gözlerimi kapayınca öleceğim/artık uğraşacak kimseleri kalmayacak/istedikleri ne/yaşamımı elektrikle bitirecek kadar/kızmıyorum/salt iyiliğimi istiyorlar/doğal bir olay mı bu/yaşayarak düşünerek yaşanacak olay mı bu/belki de doğal’
Bir hasta olarak çeşitli sinir kliniklerinde maruz kaldığı insanlık dışı, onur kırıcı muameleleri de bir kaçış noktası olarak paylaştı Tezer Özlü. Akıldan deliliğe kaçışını en sarsıcı haliyle belgelerken okuru da sürecin kaçınılmaz tanığı kıldı. Bir elektroşoku bile içeriden anlatabilerek edebiyatın sınırlarını hayatın en anlatılamaz boyutlarına genişletti. Ve şok sonrası sarf ettiği cümlenin çözümlemesiyle hayata ne kadar bütüncül bir noktadan baktığını ortaya koydu:
“-Ölüyorum, devrimci mücadeleyi bensiz sürdürün, diyorum. (Ne 12 Mart döneminde, ne öncesi ne de sonrası devrimci mücadele içinde kendime bir yer vermiş değilim. Düşünce ve davranışlarım küçük burjuva özgürlüklerinin sıkıcı sınırlarını yıkmaktan öte bir anlam taşımaz.) Ama o zaman, şok koması içinde, böyle bir mücadelenin yaşandığı günlerde, bu mücadelenin sürmesini istemek, kafama verilen elektriğin öldürücü gücüne dayanmak, ölümümü kolaylaştırmak için değil asla. Doğal bir istek. Benimle büyümüş, benimle gelişmiş, varoluşumun özü devrimci mücadelenin başarıya ulaşmasını istemek. Ölümle burun buruna gelince, kendiliğinden dışa yansımış bir dilek.”
Mücadelenin sürmesini istemek dediğin insanlığından vazgeçmemek. Hatta insan bile değil, canlı oluşundan, biricik varlığından. Dalga dalga elektroşok verilirken kurabildiğin çerçeve bu. O kenar çizgiye yaklaşırken beyninin tutunabildiği kelimeler bu kadar.
Var mı bir faydası, bir anlamı, emin değilsin pek. Sadece diyesin var. Ulaşsın ve o kenar çizgiden bir kere daha dönebilesin diye. Hayatın hakkı için. Gerisi hikâye.