Peki sizi ne bağlar hacı?
Gündemin yarattığı bu anksiyete ve kimseyi hiçbir şeyin bağlamadığı bu post-demokratik siyaset toplumu tadımızı tuzumuzu kaçırdı ve de insicamımızı tümden bozdu. Bir filmin kollarına, bir müziğin ritimlerine insan kendini bırakamıyor. Gerçekten yani, “Is this the real life?” Bismillah...
İzniniz olursa, geçen hafta başlamış olduğum “Hacı” serisine bugün de devam edeyim diyorum. Çünkü bugün Freddie Mercury’le ilişkili bir yazı için sosyal medya sondajı yaparken kulağıma çalınan “Bizi bağlamaz” lafı yüzünden, “Peki sizi ne bağlar hacı” biçimindeki bir soru da dilime ve zihnime yapışıp kaldı... Oysa bir yandan Bohemian Rhapsody filmini düşünüyordum bir yandan da Müslüm’ü. Alakasız demeyin bence. Az sabredin. Sonra da ecnebi dünyaların çeşitli mahkemelerinde alınıp bizi hiiiç bağlamayan bağzı kararlara da bir yol değinir geçeriz. Fazlasını da zaten benden ummayın. O iş bende değil.
Lafı dolandırmayı şimdilik bırakalım. Bohemian Rhapsody ile Müslüm’e gelelim. Aslında en alakasız gibi görünen iki konunun birlikte düşünülebileceği bir düzlem her daim var. Mesela Müslüm filmiyle Çirkin Kral Efsanesi’ni nasıl birlikte tartıştıysak, Müslüm ve Bohemian Rhapsody filmlerini de birlikte değerlendirmemek için hiçbir neden yok. Müslüm forever bilakis.
Timuçin Esen’den Müslüm yapmak için “burun” nasıl biraz fazla kaçırılmışsa, Rami Malek’ten Freddie Mercury yapabilmek için de ön dişler biraz fazla kaçırılmış. O kadar dişe gerek yoktu bence. Fakat o muazzam bruno de berjırak’ına rağmen Timuçin Esen nasıl şaane bir Müslüm olmuşsa, Rami Malek de koca dişleri ve görece minnak ebatlarıylan Freddie’nin görkemine yaklaşmayı başarmış. Hem de ne... Filmler arasındaki bir benzerlik de epeyce steril olmalarında. En dağıtmış sahnede bile Müslüm olsun, şeytan tüylü Freddie olsun, az evvel buharlı ütüden geçmiş gibi. Aile izleyicisini ürkütmemek için her iki film de sanatçıların altkültürel yaşantısını epeyce “temize çekmiş.”
Üstelik Müslüm’de sosyo-politik bağlam ne kadar eksikse Bohemian Rhapsody’de de o kadar eksik. Neyse ki “tek derdimiz bu olsun” demiştim daha önce. Kendi sosyo-politik bağlamımızdan ne hayır gördük ki filmlerde arayalım. Şahsen ben kendi sosyo-politik bağlamımı Roma’yı yakar gibi yakıp kül edebilmeyi çok isterdim. Her şeyin tadını kaçırmaktan başka bir işe yaramıyor. Hiçbir şeyin “bizi bağlamadığı,” bağlamsız ve bağlantısız bir dünya negzel olurdu. Ben zaten Mülkiye’de talebeyken de en çok, zalım hoca Türkkaya Ataöv’ün anlattığı, “Bağlantısızlar Hareketi” konusunu sevmiştim.
Bohemian Rhapsody güzel film, doğrudan damarınıza şırınga ediliyor. Kafa yapıyor. Ben kafa yapan filmlere de ayrı bir krediden bayılırım zaten. Tabii benimkiylen birlikte gittim bu filme. Kendisi Queen grubunun tarihiyle, Freddie’nin hayatı ve müziğiyle ilişkili birçok şeyin eksikliğini veya yanlışlığını saydı saydı döktü. İstediği kadar döksün. Hiç moralimi bozmadım. O şeylerin varlığından da haberdar değildim, yokluğundan mı müteessir olacağım? Olanlar yetmiş de artmış bana, ağlamaktan helak olmuşum zaten. Neyin eksiğiymiş? Queen’le Müslüm’ün fan topluluklarının aynı histerik sevgi selinde sürüklendiğini görmek de inanılmazdı doğrusu. Bohemian Rhapsody’de imax teknolojisiyle adeta 1985’in Live Aid sahnesine ışınlandığımızı da hiç anlatmayayım. Parantezi kapatalım, meselemize dönelim.
Bugünkü meselemiz Bohemian Rhapsody’le ilişkili AİHM kararı. Şu kadarını söyleyeyim AİHM kararı bizi bağlamaz. Bizi hiçbir şey bağlamaz. Kükremiş sel gibiyiz, bendimizi çiğner aşarız. Hangi çılgın bize zincir vuracakmış şaşarız. Gerçi bizi bağlamadığını söylediğimiz her şey eni konu bir şeylerimizi de bağlıyor. Rahip Brunson mesela, doları 5.25 üzerine ve kendinden evvel halim selim bir biçimde 5.00’lerde ikamet eden Euro’yu da 6.05 üzerine bağladı gitti... Gidiş o gidiş. Gözü kör olmayasıca, rahip olacak bir de... Arkaaşlar vallahi bugün bu ha(l)tlar fena karıştı bende. Meselemiz Bohemian Rhapsody olacaktı tabii. Fakat gündemin yarattığı bu anksiyete ve kimseyi hiçbir şeyin bağlamadığı bu post-demokratik siyaset toplumu tadımızı kaçırdı ve de insicamımızı tümden bozdu. Bir filmin kollarına, bir müziğin ritimlerine insan kendini bırakamıyor. Gerçekten yani, “Is this the real life?” Bismillah... Oysa ne şarkı ama o, ne bohemyan bir rapsodi...
İki saat boyunca beni Yeni Türkiye’nin sefil siyasetinden çekip almış mı bu rapsodi? Almış. Oooh, Galileo, Galileo... Daha ne olsun. Bohemian Rhapsody insanı uzaya uçuracak yoğunlukta coşku yayan bir film, eksiğiyle gediğiyle öyle. Fakat filmin beni en çok etkileyen tarafı Freddie Mercury’nin kendi tutkusuna sarılma haliydi. Vazgeçmemesiydi. Ailesi, çevresi, etnik kökeni ya da cinsel yönelimi nedeniyle, yakasına yapışıp kendisini aşağıya yuvarlamaya çalışan hiç kimse ve hiçbir şey Freddie’yi bir an olsun yıldırmadı, tereddüde sürüklemedi. Film Queen grubunun ya da Freddie Mercury’nin sanatının hakkını veriyor mu vermiyor mu konusunda iddialı laflar edecek değilim tabii. Beni daha çok Freddie Mercury’nin öyküsünü ve müziğe olan tutkusunu izlemek cezbetti. Freddie bir rock yıldızı olarak sesinde taşıdığı cevherin ve bedenindeki coşkunun hakkını her koşulda ve her sahnede veriyormuş. Öyle görünüyor. Kısacık ömrüne rağmen, dünyanın nefesinde büyülü sesiyle unutulmaz bir yer edinmiş...
İşte bu film dolayısıyla odaklandığım Freddie Mercury hakkında biraz daha okuyup araştırayım istemiştim bugün. Fakat araya acayip acayip laflar girdi. Bir yerden kulağıma, “Bizi bağlamaz” efelenmesi çalındı. Başka bir yerde bir kapı sertçe çarptı.
Behzat Ç.’ye “Mutsuz kalaydın be hacı demesi kolaydı tabii” dedim kendi kendime. Şimdi gel de “Bizi bağlamaz” diyene, “Peki sizi ne bağlar hacı de bakalım” dedim... Diyemedim tabii. Başka bir şey de yapamadım. Öylece camdan dışarıya, uzaklara bakarak düşündüm durdum.
Önüne kattığını Edirne’ye kadar sürüklemeye niyetli, fena bir rüzgar esiyordu...