Soros out, otoriter liderler in
Erdoğan’ın Soros ile bir derdi yok, öyle olsa 2000’lerin başında görüşüp poz vermezdi. Mesele, Soros bağlantısını vurgulayarak bir yandan küresel sistemdeki dönüşümde nerede durduğunu Trump başta olmak üzere dünyadaki diğer merkezlere gösterirken, öte yandan da toplumsal muhalefeti susturmanın, korkutmanın bedelinin ne olabileceğini hatırlatıyor.
Osman Kavala’nın bir yıldan uzun bir süredir adaletsiz bir biçimde, iddianame bile hazırlanmadan hapiste tutulması ve son olarak da onun kurucusu olduğu Anadolu Kültür’e yönelik gözaltı hamlesinin iç politika kadar bir de uluslararası bağlamı var ve bu yazıda söz konusu iki dinamiğin nasıl birbiriyle örtüşerek geliştiği üzerinde duracağım. Buradaki temel argümanım ABD’den başlayan küreselleşmeden çekilmenin ortaya çıkardığı sorunların giderek kendisini hissettirdiği, bu süreçte artık dünyanın her yerinde Soros ve onun faaliyetlerinin algılanmasının radikal bir dönüşüme uğradığıdır. Bu yaşananların küreselleşmenin geleceğine dair bir semptom olarak önem taşıdığını Soros ve kuruluşlarının yaşadığı dönüşümü merkeze alarak tartışacağım.
KÜRESELLEŞME VE SOROS
Daha önceki yazılarımda dünya siyasetinde ve küresel ekonomi-politikte yaşanan bir dönüşümün içinde olduğumuzdan, içte neoliberalizmden vazgeçmeden, küreselleşmeden kısmi bir çekilme süreci yaşandığını tartışmaya çalışmıştım. Genel olarak Batı merkezi kapitalizmi içinde 1970’lerde küreselleşmeci kesimlerin ağırlığını koyduğu bir süreç yaşanmıştı ve bu durum 2010’lara kadar devam etti. Bu dönemde Soros gibi bir figür, savunduğu neredeyse her şeyin küreselleşmeye uygun olması nedeniyle öne çıkmıştı. Arkasında Clinton yönetimi (ya da Clinton’un arkasında Soros!) olan Soros finansal operasyonlarının küresel nitelik taşıması, belli bir coğrafyayla bağlantılı olmaması, ulus-devleti aşan, sınırları önemsizleştirmeyi hedefleyen, sivil toplumu güçlendirmeye çalışan ve azınlık, insan hakları gibi konulara ağırlık veren yaklaşımıyla dünya ölçeğinde küreselleşmenin simgesi haline gelmişti. Günümüzde ise küreselleşmenin geri çekildiği bir süreçte Soros’un dünyanın her yerinde hedef haline geldiğini görüyoruz.
'HAYIRSEVER KAPİTALİSTLER'
Hayırseverlik kapitalizm bir sistem olarak yarattığı sömürü, eşitsizlik, toplumsal ve siyasal gerginliklerle baş etmenin bir yolu olarak sık başvurulan bir yöntem. Bunun en erken örneği 1910’larda binlerce kütüphane, bir üniversite (Carnegie Mellon), bir düşünce kuruluşu (Carnegie Endowment for Peace) konser salonu (Carnegie Hall) gibi alanlara büyük miktarda kaynak ayıran Andrew Carnegie idi. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ise bu türden faaliyetlerin belli bir kurumsallık kazandığını görüyoruz. Başta Rockefeller ve Ford vakıfları, günümüzde ise 43 milyar dolarlık fonu ile Bill Gates’in kurduğu vakıf dikkat çekmektedir. Bütün bunlar içinde Soros’un faaliyetleri merkezinde deklere edilmiş siyasal hedefler bulunduğu için “siyasal hayırseverlik” tarzıyla farklılaşıyordu. Kendisi bir Macaristan Yahudisi olan ve 1940’larda kaçarak Londra’ya giden ve burada London School of Economics’te okurken dönemin önde gelen liberal ve anti-komünist filozofu Karl Popper’dan etkilenen ve bu yüzden kurduğu vakfın adını Açık Toplum koyan Soros, yazdığı (belki yazdırdığı) 14 kitap ve çok sayıda makale, köşe yazısıyla belli bir dünya görüşünü açık bir şekilde savunan biriydi. Soros kapitalizmin dünyası içinde serbest pazarın özgür bireyler ve demokratik bir toplumla birlikte var olması gerektiğini savunan kanadını temsil ediyordu. Bunu mutlaka onun geçmişte Nazi dönemini deneyimlemiş olmasına bağlamak da doğru olmayabilir. Sonuçta benzeri bir deneyime sahip Kissinger katıksız bir realist olup çıktı. Soros ise 1979’da, tam da neoliberalizme geçiş sırasında Açık Toplum Fonunu kurarak faaliyetlerine başladı.
Aslında hem merkez hem de çevre ülkelerinde finansal operasyonlar yapan, yani sahip olduğu finansal imkanlarla paradan para kazanan bir kapitalist olduğunu unutabilsek, siyasal duruş açısından Soros son dönemde sol, demokrat, özgürlükçü çizginin savunduğu her şeyi savunur pozisyonda. Örneğin Açık Toplum’un ilk faaliyeti 1980’lerde Güney Afrika’daki siyahlara eğitim desteği amaçlı burs sağlamaktı. 1990’larda bir yandan İngiliz Merkez Bankası'nı zorda bırakacak finansal manipülasyon yaparken, öte yandan Bosna savaşında Boşnaklara 50 milyon dolar yardım sağlıyordu. (O dönemde Türkiye bir ülke olarak ve o da kredi şeklinde bu ölçüde bir yardım sağlayabilmişti). İsrail’e mesafeli durup Filistinli yardım kuruluşlarına destek olması Yahudi ve muhafazakar çevrelerden tepki çekerken, Bush ve Irak işgaline karşı çıktı ve 2004 seçimlerinde Kerry, 2008 seçimlerinde Obama ve 2016 seçimlerinde Hillary Clinton’u destekledi. Soros ve vakıfları başta Ukrayna ve Gürcistan olmak üzere “renkli devrimler”in uygulayıcısı olarak görüldüyse de, bir işadamının bu tür siyasal ve stratejik kararlar alabilmesi mümkün değildir. Soros vakıfları bu süreçlerde olsa olsa dışarıdan destek sağlamıştır. 2000’lerde ise Soros ve Açık Toplum Vakfı'na bağlı kuruluşlar 37 ülkede şubesi olan ve her yıl yaklaşık bir milyar dolar bütçe kullanan küresel ağa dönüşmüştü. Bu çerçevede bütün dünyada ifade özgürlüğü, çevrecilik, Romanların haklarının savunulması (Soros vakıfları Avrupa’da bu konuda en çok katkı sağlayan örgüt) göçmenlerin desteklenmesi, Yunanistan’ın borçlarının silinmesi (büyük ihtimalle bu ülkenin kendisine borcu yoktu!) ABD’de ise silahların kontrolü, eşcinsel evliliği, ölüm cezasının kaldırılması, kadın hakları, siyah ve diğer ezilen grupların aleyhine işleyen ceza yasasının reforme edilmesi, Wall Street”i İşgal ve Siyahların Hayatı Önemlidir (Black Lives Matter) hareketlerine kaynak sağlanması Soros’a bağlı kuruluşların etkinlik konuları arasında.
Soros yardım faaliyetlerinin yanında neredeyse son 20 yıldır kapitalizmin gidişatına dair ciddi uyarılarda da bulunuyordu. The Atlantic dergisine 1997’de yazdığı “Kapitalizm Tehdidi” başlıklı makalesi dikkat çekicidir. Burada açıkça “her ne kadar finansal piyasalar sayesinde bir servet yaptıysam da, serbest piyasa kapitalizminin kontrolsüz yayılarak hayatın her alanını kapsamaya başlaması açık ve demokratik topluma bir tehlike yaratmaya başladı ve açık toplumun düşmanı artık komünizm değil kapitalizmdir” der. Bu yazıdan sonra da Soros para kazanmaya devam etmiştir elbette ama kapitalizmin geleceği noktayı, 1940’ları deneyimlemiş biri olarak çabuk fark ettiği söylenebilir. Onun bu sorunun çözümü için önerisi, kapitalizmi kendisine karşı da korunması ve demokratikleşme yanında yeniden dağıtım mekanizmalarının devreye sokularak eşitsizliklerin giderilmesiydi.
SAĞ POPÜLİZMİN NEFRET NESNESİ OLARAK SOROS
Soros belki de Illimunati ve Bilderberg grubuyla birlikte dünyada komplocu düşüncenin hedefindeki en önde gelen üç aktörden biri oldu. Başta Rusya olmak üzere, Hindistan, Macaristan, Polonya, Sırbistan, Romanya hatta Makedonya’da Soros, birbirine benzer ama ülkeye göre değişen gerekçelerle şeytanileştirildi. Bunlardan kuşkusuz Soros için en hazin olanı, komünist yönetim devam ederken 1984’te ilk vakıf ofisini açtığı, doğduğu ülke olan Macaristan’daki bu ofisini, Macaristan’ın AB üyesi olduğu bir dönemde kapatmak zorunda kalması olmalı. Hem de daha önce Soros bursunu almış lideri Orban’ın baskılarına dayanamayarak. Orban, Soros’u Avrupa’yı Müslüman göçmenleri kullanarak İslamcılaştırmaya çalışmakla suçlarken “Soros’u Durdurma” yasasını referanduma götürmeye hazırlanıyor. Soros’un en çok yardım yaptığı ülkelerden Makedonya’da ise “Soros Operasyonunu Durdurun” hareketi başlatıldı. Bu noktada sağın Soros’a yönelik eleştiri ve suçlamalarının onun finansal manipülasyonlarına değil insan ve azınlık hakları, çevre, toplumsal cinsiyet, göçmenlere destek gibi çalışmalarına yöneldiğini belirtmek gerek.
Bütün bunları mümkün kılan ise Soros’un temsil ettiği çok kültürcülük, ifade özgürlüğü, insan hakları gibi konuların ABD’de giderek önem kaybetmeye başlaması ve Trump ile birlikte bu ivmenin büyük bir hız kazanmasıdır. Öyle ki, bu durum ABD’yi Soros karşıtlığının en güçlü olduğu ülke haline getirdi. Dünyada Soros vakıfları ABD emperyalizminin kolu olarak görülürken, ABD bu vakıfların en çok kaynak ayırdığı ülkedir. Burada Soros vakıfları ulusal egemenliği aşındıran, ülkenin değerlerini bozan ve göçmenler aracılığıyla toplumsal dokuya zarar veren bir hareket olarak görülüyor. Bu söylem doğrudan Beyaz Saray ve ona yakın kesimler tarafından da destekleniyor. Trump destekçisi eski New York belediye başkanı Rudy Giulliani, Trump karşıtı gösterilerden Soros’u sorumlu tutarak onun ülkeyi terk etmesi ve varlığına el konulması gerektiğini söylerken, yine Trump’a yakın bir isim sunucu Bill Mitchel Soros’un hapse atılması gerektiğini yazdı. Trump da attığı bir tweet’te şirketlere vergi indirimi yasasına karşı yapılan gösteride tüm göstericilerin aynı pankartları taşıdığını, dolayısıyla hepsinin Soros tarafından tutulduğunu yazabildi.
Simgesel açıdan Soros’a dair algıdaki dönüşümü gösteren bu gelişmelerden daha önemlisi, geçtiğimiz ay içinde Clinton, Obama ve Soros’un evlerine içinde patlayıcı bulunan kargoların gönderilmesiydi. Genel siyasal atmosferle birlikte düşünüldüğünde akli dengesi bozuk birine atfedilemeyecek kadar önemli olan bu gelişme, Amerikan sistemi içinde hakim sınıf fraksiyonları arasında bir karşıtlık yaşandığı ve ABD ölçülerinde sol olarak görülen küreselleşmeci liberal çizginin geri çekilmeye zorlandığını gösteriyor. Sonuçta Soros’un dönemi geçti ve bu durum genelde yaşanan gidişatın bir parçası olarak önem taşıyor. Soros’un önerdiği ve savunduğu açık toplum ise kapitalizmin, neoliberalizmin ve onun sınırları aşan hali olan küreselleşmenin ihtiyaçlarından doğan ve bu ihtiyaçlar dönüştüğünde kolayca vazgeçilebilecek bir fikirdi. Özgür bir toplum için Soros’un ötesine geçmek gerekiyor.
TÜRKİYE GERİ KALIR MI?
Erdoğan ve kendisine yakın medya artık açıkça Soros karşıtlığı yapabiliyor, Kavala’dan söz ederken “Türkiye’nin Soros’u” diyebiliyor. Erdoğan rejimi bu döneme özgü küresel ölçekte yükselişe geçen otoriterliğin bütün öğelerini hiç atlamadan takip ediyor. Soros karşıtlığı tıpkı sosyal medyada bir trol ordusu besleme, medyayı kontrol etme, üniversite üzerinde baskı kurma, düşünen insanları gözaltı endişesi altında yaşatma, muhalefeti kriminalize etme gibi yöntemlerin bir parçası. Aslına bakılırsa Erdoğan’ın Soros ile bir derdi yok, öyle olsa 2000’lerin başında görüşüp poz vermezdi. Mesele, Soros bağlantısını vurgulayarak bir yandan küresel sistemdeki dönüşümde nerede durduğunu Trump başta olmak üzere dünyadaki diğer merkezlere gösterirken, öte yandan da toplumsal muhalefeti susturmanın, korkutmanın bedelinin ne olabileceğini hatırlatıyor. Küresel dönüşümü kendisini iktidarda tutacak bir yerel gündemle birleştirebilmek zaten Erdoğan iktidarlarının en iyi öğrendiği şey oldu.