Ekonomideki gerçekler
TL’deki nispi değerlenmenin temel nedeni, ekonomik krizin bizatihi kendisidir. Kriz, ekonominin durma noktasına geldiğini gösterdiği ölçüde, üretim için gerekli olan döviz talebinin azalması anlamına da gelecektir.
Türkiye ekonomisi ile ilgili veriler gelmeye devam ettikçe, yaşanan ekonomik krizin boyutu giderek daha net bir şekilde ortaya çıkmaya başlıyor. Uluslararası kurumlardan yapılan tahminlerde, 2019 yılı için Türkiye ekonomisinin daralacağı görüşü üzerinde bir uzlaşma var. En son OECD’nin açıkladığı tahminlerde 2019 yılında Türkiye ekonomisinin 0,4 daralacağı öngörülmüş.
Diğer yandan, son haftalarda TL’nin nispi olarak değerlenmesi ve faizlerdeki göreli düşüşler ile, bir kere daha ‘en kötüsü geride kaldı’ nakaratı dolaşıma sokulmaya çalışılıyor. Geçtiğimiz haftaki yazıda, batık kredi oranının yükseldiğine, işsizliğin arttığına ve sanayi üretiminde daralmanın başladığına işaret etmiştim. Bu hafta da iki veri üzerinden, geçtiğimiz haftaki değerlendirmeyi sürdüreceğim.
CARİ FAZLA, DARALMA DEMEK
İlk olarak iktidar çevrelerinin bir övünç vesilesi olarak sıklıkla kullandığı cari fazla rakamına değinmek istiyorum. Bir ülkenin cari fazla veriyor olması ilk bakışta olumlu bir gelişme olarak görülebilir. Ancak Türkiye ekonomisi için bu doğru değil. Nedeni, Türkiye ekonomisinin üretim yapısının ithalata bağımlı olması. Tarımsal ürünlerin, tüketimin ve hatta ihracatın dahi ithalata bağımlı olduğu bir ekonomide, ekonomik büyüme dış kaynak girişleri ile bağlantılı bir şekilde gerçekleşiyor.
Bu bağımlı üretim yapısı nedeniyle, cari açık ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü bir ilişki var. Yukarıdaki grafikte görüldüğü gibi, ekonomik büyümenin canlı olduğu yıllarda cari açık artmış, ekonomik büyümenin durakladığı yıllarda cari açık azalmaya başlamış ve nihayetinde ekonomik daralma yaşandığında cari açık kapanmış hatta aylık periyotlar halinde bakarsak cari açık, cari fazlaya dönmüştür.
Kısacası, mevcut üretim yapısı değişmediği sürece cari fazla, ekonomik daralma; rekor düzeydeki cari fazla, rekor düzeyde ekonomik daralma demektir.
KİŞİ BAŞINA DÜŞEN GELİR AZALIYOR
Üzerinde durmak istediğim ikinci veri, yine iktidar çevrelerinin 2013 yılına kadar sık sık gündeme getirdiği kişi başına düşen gelir verisi. Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi, AKP hükümetlerinin ilk yıllarındaki canlı ekonomik büyüme ve TL’nin değerli tutulması sayesinde, dolar bazında kişi başına düşen gelir istikrarlı bir şekilde arttı. Bu büyüme eğilimi, 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaşanan siyasi krizden, iktidar partisinin oylarını artırarak çıkmasında yardımcı oldu.
Daha önceki yazılarda değindiğim gibi, Türkiye’de 2002 ile 2013 arasında işleyen siyasal-ekonomik düzen, bu tarihten itibaren öncesindeki gibi işlememeye başladı. Yukarıdaki grafikte görüldüğü gibi, kişi başına gelir zirvesi 2013 yılında yaşandı. Geçtiğimiz altı yıldır, dolar bazında kişi başına gelir artmıyor, azalıyor. Eğer Yeni Ekonomik Program’ın tahminleri tutarsa, 2018 sonu itibariyle en iyi ihtimalle kişi başına gelir 2009 yılı seviyesine yaklaşacak.
Kısacası, kişi başına gelir verisine baktığımızda geçtiğimiz 10 yılda herhangi bir anlamlı gelişmenin olmadığını görüyoruz.
TL'NİN GÖRELİ DEĞERLENMESİ KRİZİN BİR SONUCU
Ekonomik kriz tablosu bu kadar net bir şekilde ortada iken, ekonomi yönetimi son birkaç haftadır sürekli bir ‘iyimserlik havası’ pompalamaya çalışıyor. Bu propaganda bir yanıyla TL’deki nispi değerlenmeye, diğer yanıyla da faizlerdeki göreli gerilemeye dayandırılıyor. Bu iki veri ile 2013’ten beri sürekli söylenen ‘en kötüsü geride kaldı’ nakaratı yeniden canlandırılmak isteniyor.
TL’deki nispi değerlenme, sermaye girişlerinin yeniden başlaması, TCMB’nin şok faiz artışı, ABD ile olan sorunların kısmi çözümü ya da ertelenmesi gibi etkenlere dayandırılabilir. Ancak esas nedeni görmeden bu etkileri tartışmak yanıltıcı olacaktır. TL’deki nispi değerlenmenin temel nedeni, ekonomik krizin bizatihi kendisidir. Kriz, ekonominin durma noktasına geldiğini gösterdiği ölçüde, üretim için gerekli olan döviz talebinin azalması anlamına da gelecektir.
Kısacası, TL’nin nispi değerlenmesi, kötü günlerin geride kaldığını değil, ekonomik krizin başladığını gösteriyor. Önümüzdeki dönemde farklı nedenlerle yeni kur şokları gelirse bu, krizi daha da derinleştirici etki yapabilir. Zaten hanehalkının değerlenen TL ile dövize hücum ettiğini düşünürsek, ekonomi yönetiminin inandırıcılıktan ne kadar uzak olduğunu görebiliriz.
Ümit Akçay Kimdir?
Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Akçay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme programında almıştır. Güncel olarak, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma, yeni otoriterliğin ekonomi politiği konularıyla ilgilenmektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl: Türkiye'de Kriz, Devlet ve Siyaset (İstanbul, Doğan Yayınları, 2024), Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV Yayınları, 2007) kitaplarının yazarı; Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene Yayınları, 2016) kitabının ortak yazarıdır. Akçay’ın Cambridge Journal of Economics, Contemporary Politics, Globalizations, Internaltional Journal of Political Economy, European Journal of Economics and Economic Policies ve Journal of Balkan and Near Eastern Studies gibi dergilerde uluslararası yayınları bulunmaktadır.
İlerici neoliberallerin otoriter popülistlerle imtihanı 14 Kasım 2024
Ekolojik emperyalizm 07 Kasım 2024
IMF, çoklu kriz konjonktüründe ne öneriyor? 31 Ekim 2024
Almanya’nın ekonomik modeli krizde mi? 24 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI