YAZARLAR

Bak alınıyoruz ama....

Anladım ki tek alınan ben değilim; sosyal medyada kaymak yemediğini ispata girişen Kadıköylüler, Beşiktaşlılar, Çankayalı diğer alınganlar var. Tabii sosyal medya erişimi olmayanların alınganlıklarını nasıl ifade ettiklerini bilmem mümkün değil. Yine de tahminim odur ki kaymakla onların da pek arası yoktur.

Eskiden yakın-uzak arkadaşlarımızın, aile mensuplarının, komşularımızın, belki mahalle bakkalının sözlerine alınırdık, artık devleti yönetenlerin sözlerine alınıyoruz. Örneğin ben. Geçenlerde Çankayalı, Kadıköylü, Beşiktaşlıların ülkenin kaymağını yedikleri suçlamasını duyduğumda inanın çok alındım. Ne de olsa doğma büyüme Çankayalıyım. En son ne zaman kaymak yediğimi de hatırlayamadım. Alınganlığım arttı haliyle. Bir de üstüne Türkiye’nin umurumda olmadığı ithamı binmez mi? Buyur şimdi buradan yak! Barış istediğim için terörle iltisaklı sayılıp suçlanıp yurttaşlık haklarımdan yararlanamaz hale gelmiş olmamdan daha ziyade buna alındım inanın. Birden gözümün önünde çocukluğumun kira evlerinin duman altı salonları beliriverdi. Kendileri de Çankayalı olmaktan malul dostlarımızla Türkiye’yi kurtarma arzusunun alevlendirdiği tartışmaların hararetiyle içilen sayısız sigaranın dumanından göz gözü görmez o salonlar yüzünden alındım. Türkiye umurunda olduğu için çalıştıkları kurumda sicillerine “komünist” kaydı düşülüp sürgün edilmiş anamla babam aklıma geldi, çok alındım. Okuyalım da vatana millete hayırlı insanlar olalım diye yapılan fedakarlıkları düşünüp alındım. Bize dürüstlüğü, ilkeliliği, insan sevgisini öğretenler için daha da çok alındım.

Sonra anladım ki tek alınan ben değilim; sosyal medyada kaymak yemediğini ispata girişen Kadıköylüler, Beşiktaşlılar, Çankayalı diğer alınganlar var. Tabii sosyal medya erişimi olmayanların alınganlıklarını nasıl ifade ettiklerini bilmem mümkün değil. Yine de tahminim odur ki kaymakla onların da pek arası yoktur. Bakın aklıma şimdi geldi, sakın bu Türkiye’nin değişen kaymak yiyicileri için yaratılmış mahalleleri gözlerden uzak tutma “operasyonu” filan olmasın? Hani kriz de var, kaymak tüketimi nerelerde artıyor bir bakmak lazım belki de. Herkes Çankaya’ya bakarken, başka yerlerde millet manda kaymağını kara kovan balına katık edip lüp lüp mideye indiriyor olabilir zira.

Neyse, ben böyle kendi alınganlığımla baş etmeye çabalarken bir baktım, ülkede depolanmış tonlarca “terörist soğan” “etkisiz hale getirilerek” yakalanmamış mı? Ülkedeki ekonomik krizi çözmekle yükümlü politikacılarca vatan haini ilan edilen soğan üreticisi de böylece alınganlar kervanına katılıvermemiş mi? İçlerinden biri örneğin, hiç anlamamış kendilerine neden böyle saldırıldığını. "Soğanı depolamayacağız da ne yapacağız" diyor. "Burada hainlik yok" diyor. "Üreticinin derdi çok" diyor. "Bizim sorunlarımızı anlatmıyorlar, büyüklerimizi kandırıyorlar" diyor saf saf. Alınmış, inanın çok alınmış. Başkalarına olur olmaz terörist veya terörle iltisaklı damgası yapıştırılırken onların gerçekten öyle olduğuna inanmayı tercih etmiş belli ki. Tabii değil mi, mesele vatansa gerisi teferruat. Şimdi sıra kendisine gelince, makbul vatandaşken vatan hainliğine, teröristliğe terfi (!) edince, varlığı birden bir teferruata dönüşünce bir alınmış bir alınmış! Zaten olmadığı bir şey olmadığına, yemin billah sadece en tepedekini değil, güce tapınan çevresini de inandırmak zorunda kalmanın dehşetiyle, kalbi kırılmış küçük bir çocuk gibi kendini savunuyor. Depoda piyasaya sürülmek için sırasını bekleyen soğana suçüstü operasyonu yeterince tuhafken, üstüne bir de kendini saçmaya karşı savunmak zorunda bırakılmak...

Oysa bir süredir sayıları yüz binleri aşmış pek çok insan, alınganlık hakları bile olmadan bir saçmalığın içinde hayatta kalma mücadelesi veriyor. Kimi hapiste ama suçunu bilmiyor. Kimi bir bankada hesap açtı diye damgalanıyor. İnsanı, barışı, hayatı savunduğu için yargılananlar, aylardır tutuklu olanlar var. Olmayan bir suç için kendini savunmak zorunda kalmak... Alınsak kaç yazar... Böylesi bir durumda bırakılmanın duygusal karşılığı olsa olsa dehşettir.

İktidarın kendi bekası için her şeyi göze aldığı belliyken şu herhalde aşırı bir tahmin olmaz: Böyle giderse çok yakında her yerden fışkıran saçmalıkla sınanmamış, hainlikle suçlanmamış, örgütü uydurma, kaynağı belirsiz bir terörle iltisaklandırılmamış Türkiyeli kalmayacak!


Nur Betül Çelik Kimdir?

Ankara’da doğdu ve yetişti. 1978’de Cebeci Kampüslü oldu, 1986 yılında asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden Barış Akademisyeni olduğu için 7 Şubat 2017 tarihli 686 no.lu KHK ile haksızca ihraç edilişine kadar da öyle kaldı. Yükseköğretim Kurulu bursuyla gittiği İngiltere Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden, 1996 yılında, “Kemalist Hegemony: From Its Constitution to Its Dissolution” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Kemalizm, hegemonya, söylem kuramları, politik ontoloji alanlarında makaleleri, İdeolojinin Soykütüğü I: Marx ve İdeoloji başlıklı bir kitabı var. Ayrıca Ernesto Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine başlıklı kitabını çevirdi. Metodoloji, bilim felsefesi, postyapısalcılık, ideoloji kuramları, söylem kuramları, siyasal düşünce alanlarında çok sayıda ders verdi. İhraç sonrasında ADA (Ankara Dayanışma Akademisi) Kitaplığı bünyesinde iki arkadaşıyla birlikte Türkiye Siyasetinde Popülizmin İzini Sürmek başlıklı bir kitap çalışmasının hazırlıklarını sürdürüyor.