Refik Durbaş anısına, gülümseyerek…
Refik Durbaş artık yok ama yazıları, söyleşileri, şiiri ve şiirinden bestelenen şarkılarıyla hep yanımızda. Durbaş, hep halktan yana oldu, keskin dizelerini zalimin karşısına koydu. Bir yandan mücadelenin şiirini yazdı, kendini bir kavga şairi olarak konumlandırdı, diğer yandan aşkı bize en güzel dizelerle anlattı.
Dinlediğim ilk Zülfü Livaneli albümü, lisede bir arkadaşımın “bunu seversin” diyerek elime tutuşturduğu “İstanbul Konseri”. Sevmek ne kelime, bayılmıştım! Modern Talking-Alphaville-Falco hattından Sezen Aksu ve Mazhar Fuat Özkan’ın izini sürerek Türkçeye dümen kırdığım dönemde ilaç gibi gelmişti. Çok dinlediğim, her ânını ezbere bildiğim albümlerdendir. Sonrasında iflah olmaz bir Livaneli hayranı olduğumu söylememe gerek yok sanırım. Piyasadaki bütün kasetlerini topladım, plaklarının peşine düştüm. ‘80’li yılların sonundan söz ediyorum; çok da kolay olmamıştı bu toplama işi çünkü o dönem Livaneli kasetleri valilikler tarafından yasaklanıyordu ve satışına izin verilmiyordu. Neyse ki tam da o dönemde (yine ilaç gibi gelen) bir başka hamle, Livaneli kasetlerini yayımlayan Göksoy Plak tarafından yapıldı ve Livaneli Külliyatı “Seçme Eserler” üst başlığıyla art arda piyasaya verildi. Külliyatın 1 numaralı kaseti “10 Yılın Ezgisi” adıyla yayımlanmıştı ve içindeki şarkılar “İstanbul Konseri”yle hemen hemen aynıydı. Konser yorumlarını dinlediğim şarkıların orijinallerini bu kaset vasıtasıyla dinlemek, başka bir güzellik oldu. Sonrasında plaklarının peşine düştüm ve bir yerde “Atlının Tüküsü”nü buldum. Koleksiyonuma giren ilk Livaneli plağıdır, değerlidir. İçindeki şarkıları biraz da bunun için diğerlerinden ayırırım, çok severim ama galiba en çok sevdiklerimden biri, bir Refik Durbaş şiiri üzerine yapılan “Çırak Aranıyor” –ki “İstanbul Konseri”nin de ayrıksı şarkılarındandır.
Refik Durbaş, Livaneli vasıtasıyla tanıdığım şairlerden. Elbette onun da izini sürdüm ve üniversite okumak için geldiğim Ankara’da yakaladım: Can Yayınları 1987 yılında şairin “toplu şiirler”ini iki cilt hâlinde basmıştı. Heyecanla aldım, bir çırpıda okudum. “Bir Umuttan, Bir Sevinçten” adlı ilk cilt ilerleyen yıllarda kitaplığımdan uçtu, kendine yeni bir yer buldu ama “Adresi Uçurum” başlıklı ikinci cilt hâlâ elimin altında. Şüphesiz orada durmadım ve sevdiğim şairlere yaptığımı yaptım: Bütün kitaplarının ilk baskılarını topladım. “Çırak Aranıyor”, en zor bulduğum kitap olmuştu. Sonrasında ikinci baskısını da kitaplığıma yerleştirdiğim gün Refik Durbaş külliyatını toparlamış biri olarak şiirlerini yeniden okudum. Buna hiç ara vermedim zaten: Dönüp dönüp okuduğum şairlerden biri, Refik Durbaş. Hep öyle kalacak.
Çok zamandır beklediğimiz, ertelendiği sürece sevindiğimiz haber cumayı cumartesiye bağlayan gece geldi: Refik Durbaş, artık yok. Durbaş, aynı gökyüzünün altında nefes almayı sevdiğim, yazılarını heyecanla takip ettiğim, yeni bir şiir kitabı yayımladığında koşarak aldığım şairim… “Çırak Aranıyor”la başlayan, şiirlerle ilerleyen “arkadaşlığımız”ı yazık ki yüz yüze tanışıklıkla tamamlayamadım ama onu çok kez farklı buluşmalarda gördüm, dinledim, uzaktan hep çok sevdim. 2014 yılının 16 Kasım günü yan yana geleceğimiz bir etkinlik tasarlanmıştı ama yazık ki gerçekleşemedi. TÜYAP Kitap Fuarı’nda Overteam Yayınları tarafından gerçekleştirilecek “Meze Müzik Muhabbet” başlıklı söyleşinin iki konuşmacısıydık ama Durbaş, hasta olduğu için gelemedi, telefonla söyleşiye katılabildi. Yaptığı kısacık konuşmada bile bin tane şey anlattı, bir tarihi bir paragrafa sığdırmayı başardı. Son dakikada Mehmet Said Aydın’ın katılımıyla gerçekleştirdiğimiz söyleşide ona selam çaktık, söyleşinin sonunda gittiğimiz meyhanede kadehimizi onun şerefine kaldırdık.
Refik Durbaş’ın hayatını anlatmak gereksiz. Dünden beri herkes bunu yazıyor. Yine de kitaplarının birinin arkasında okuduklarımı burada özetleyeyim: Şair, 1944 Erzurum doğumlu. İzmir’de liseyi bitirdikten sonra geldiği İstanbul’da edebiyat okumuş, su tesisatçılığından işportacılığa pek çok işte çalışmış. Şiirlerini yayımladığı dönemde Cumhuriyet gazetesinin düzeltmeni. 1971 tarihli ilk kitabı “Kuş Tufanı”, Soyut Yayınları tarafından piyasaya verilmiş. Girişinde, bir dörtlük var: “akşam. körfezin zehirli sularına / bir ceset gibi düşüyor şehrin gölgesi / kaç yaz var ki yoruldum ve orada / kendimi dinledim kimseye seslenmeden” – Sonrası muazzam bir işçilik. Bütün kitapları öyle: Şiiri ince ince diziyor, ilmek ilmek işliyor. Üstelik bunu yaparken yaşaığı döneme ve halkına sırt çevirmiyor; ezilenlerin, baskı altında olanların, sömürülenlerin sesi oluyor, onların taleplerini dile getiriyor ve seslerini yükseltiyor. İkinci kitabı “Hücremde Ayışığı”, arka kapağındaki tanıtım metnine göre, “toplumsal olaylara gerçekçi, yarına dönük bakışını” yansıtan bir kitap. 1974 tarihli. Üç yılda şiirini büyütmüş, güzelleştirmiş. Bölüm başlıklarından biri, başlı başına bir şiir: “Bahara göre ayarla yüreğini”.
Üçüncü kitabı “Çırak Aranıyor”, 1978 yılında basılmış, ertesi yıl verilen Yeditepe Şiir Ödülü’nü almış. Livaneli’nin bestelediği, bir şiir değil: Bölümleri ayıran dizelerin art arda gelmiş hâli. Yıllar sonra, bu dizelerin “Usta” adıyla Hümeyra tarafından da bestelendiğini öğrenecek, çok şaşıracaktım. “Benim Şarkılarım” başlıklı albümün en güzel şarkılarından biri bu. Refik Durbaş’ın şiirleri müzisyenler cephesinde pek ilgi görmemiş ama “Çırak Aranıyor” kitabının içindeki dizeler birbirinden şahane iki farklı besteyle dinleyiciye ulaşmış. Şarkı, Livaneli bestesiyle Müslüm Gürses ve Selda Bağcan tarafından da seslendirilmişti. Selda, yakın dönemde Livaneli’nin 50. yılı için yapılan albümde seslendirdiği bu şarkıyı öteden beri konserlerinde söyler. YouTube hesabı üzerinden yayımladığı bir video, 1984 yılında Şan Tiyatrosu’nda verdiği bir konserde seslendirdiği şarkıya coşkuyla eşlik eden dinleyicilerin sesini de önümüze getiriyor. Doğan Hızlan’ın 5 Mart 2000 tarihli yazısında sorduğu soru, burada cevabını bulmuş oluyor aslında: “Çırak Aranıyor’daki şiiri bestelenmeseydi Refik Durbaş geniş kitleye bu kadar yayılır mıydı?”
Bu noktada, “Çırak Aranıyor”un içindeki şiirlerden “Menzil”in Sadık Gürbüz tarafından bestelendiği bilgisini vereyim. “Ölüm Adın Kalleş Olsun” başlıklı albümde karşımıza çıkan şarkı, yıllar sonra, ‘80’li yılların sonunda yayımlanan “Özgün Müzik Şöleni” başlıklı kasette Mesut Mertcan’ın şu sunumuyla yerini almıştı: “Bayrağı ustalarından kapıp menzile doğru götüren Refik Durbaş söylemiş, Sadık Gürbüz bestelemiş…” Bir bilgi daha: “Menzil” ilerleyen yıllarda bir başka Refik Durbaş kitabına da adını verdi. Ancak aklımızda kalan, Sadık Gürbüz’ün sesinden ve sazından bize ulaşan: “Onlar ki aydınlık üzre / ecel toprağına / umut / ektiler. Ay dolandı vay deli gönlüm // Ölüm şaşırdı menzilini…”
“İkinci Baskı”, “Çaylar Şirketten”, “Nereye Uçtu Gökyüzü”, “Siyah Bir Acıda” ve “Yeni Bir Defter, Şiirler, Meçhul Bir Aşk”, ‘80’li yıllarda art arda yayımlanan Refik Durbaş kitapları. Ben bunların hiçbirine yetişemedim ama 1989 tarihli “Geçti mi Geçen Günler”, çıktığı gün kitaplığıma giren ilk Refik Durbaş kitabı oldu. Kitabın sonunda yer alan, 65 şiir parçasından oluşan “Bin Gece Bir Gündüz”, o dönem her yerde okuduğum “şiir”di. Sonrasında Durbaş’ın kitaplarını Adam Yayınları bastı ve art arda yayımlanan kitaplar çıktıkları anda kitaplığıma girdi: “Düşler Şairi”, “İstanbul Hatırası”, “Hatıram Olsun”, “Şimdi: Haberler” ve adını çok sevdiğim “Yol Uzundur Günden ama Ölümden Kısa”. Adam Yayınları’nca basılmış kitaplardan birini külliyattan ayrı tutarım: “Dipnotlu, açıklamalı, yorumlu, dizinli şiirler”den müteşekkil “Rüya Tabirleri”. Bu kitapta “farklı”, biraz da erotik şiirler vardır.
Refik Durbaş, Adam macerası sırasında “toplu şiiirler”ini (“Kimse Hatırlamıyor” ve “Nereye Uçar Gökyüzü” adlarıyla) iki farklı ciltte yeniden derlemiş, bir de deneme kitabı sunmuştur okurlarına: “Yasemin ve Martı”. 1983 yılında, askerliğini bitirip “yeniden” çalışmaya başladığı Cumhuriyet’te Aydın Emeç’in önerisi üzerine yazmaya başladığı yazıları topladığı bu kitap, Durbaş’ın bambaşka bir yönünü ortaya seriyor. Aydın Emeç’in yazıları isterken kurduğu iki cümle, onun yol haritasını belirlemiş: “Şiirlerin sendeki izlenimlerini yaz yalnızca. Bu da yeter.” Kitapta sadece yazılar değil yaptığı söyleşiler de var –ki bunlar ufkumuzu ayrıca derinleştiren söyleşiler. Hepsi bir yana, Ahmed Arif’le yaptığı ve bir özeti yine Cumhuriyet’te yayımlanan “Kalbim Dinamit Kuyusu” başlıklı söyleşi sadece bilmediğimiz bir şairi tanıtmıyor, (satır aralarındaki ipuçları izlerseniz) döneme ve kendi şairliğine ışık tutuyor. Bunun dışında İlhami Bekir Tez –ki onunla ilgili bir de kitabı var–, Melih Cevdet Anday, Fazıl Hüsnü Dağlarca, İlhan Berk, Can Yücel, Turgut Uyar, Cevat Çapan gibi şairlerle yaptığı söyleşilerin her biri diğerinden şahane. Sadece birinin başlığını buraya alayım, gerisini varın siz düşünün: “Turgut Uyar / Hiçbir şeyi biriktirmiyor kendisiyle ilgili…”
Şiirleri ve yazıları dönüp dönüp okunacak isimlerden biri, Refik Durbaş. Art arda yayımladığı şiir kitaplarının arasına giren denemeleri, ayrı bir inceleme gerektiriyor. Ben hepsini bir kenara koyayım, benim için değerli kitabını anayım: Heyamola Yayınları tarafından 2007 yılında yayımlanan “Rakı ile Edebiyat Muhabbeti”. Adı üzerinde, edebiyatçılarımızın rakı maceralarını anlatıyor! Çilingirlerin gizli kalması gereken ânlarını öyle bir getiriyor ki önümüze, “iyi ki” diyorsunuz okurken ve bu vesileyle tanıdığınızı sandığınız isimlerin bambaşka yönlerini keşfetmiş oluyorsunuz. Kitabın bölüm başlıkları, çilingir manifestosu gibi: “Rakı, meyhanede içilir / Rakı, edep ile içilir / Rakı, edipler ile içilir…” Rakı içemediğim, karşılıklı kadeh kaldıramadığım için üzüldüğüm isimlerden biri, Refik Durbaş. İyi bir şair olmasının ötesinde iyi bir rakı erbabı.
Rakı mezeyle, meze muhabbetle, muhabbet müzikle şenlenir. Yazının burasında Refik Durbaş şiirinden bestelenen diğer şarkıları anayım… İlki, Grup Baran’ın “Yediveren” albümünde karşımıza çıkan “Rüzgâr”: “Sesini sesimin üstüne koyma / Sırtımda falakası tutuklu rüzgâr / Yanlış arama ölümden başka / Elimde kırbaçları tutuklu rüzgâr // Tek değiliz artık çoğaldık ölüme / Yüzümde kelepçesi tutuklu rüzgâr…” Şarkı, Durbaş’ın ikinci kitabına adını veren “Hücremde Ayışığı” başlıklı şiirin dizelerinden derlenerek oluşturulmuş. Hemen hemen aynı dönemde Özgürlük Türküsü tarafından bestelenen “Gününü Umuda Ayarla”, kökünü Refik Durbaş şiirinden alan bir başka şarkı. Ayrıca sözlerini yazdığı şarkılar var: Yeni Türkü’nün rebetikoları topladığı “Külhâni Şarkılar” albümünün dört şarkısının sözleri onun imzasını taşıyor: “Evet De Bana”, “Kapris”, “Külhani” ve Ömrüm Zindan İçinde”.
Refik Durbaş artık yok ama yazıları, söyleşileri, şiiri ve şiirinden bestelenen şarkılarıyla hep yanımızda. Çocuklar için yazdığı şiirler ayrı bir başlık konusu ama ben yazıyı daha fazla uzatmayayım, onu da okuru bulsun. Yakın zamanda şiirlerini “Çırak Aranıyor”, “Menzil” ve “Kırık Ayna” başlıklı üç ciltte toplayan Refik Durbaş, bir yandan da umudun şairi. 2016 yılının 15 Haziran günü BirGün’de yayımlanan Burak Abatay imzalı söyleşinin başlığı, neden şair olduğunu özetleyen cümle: “Kapitalizmin giremediği tek alan şiirdir.” Durbaş, hep halktan yana oldu, keskin dizelerini zalimin karşısına koydu. Bir yandan mücadelenin şiirini yazdı, kendini bir kavga şairi olarak konumlandırdı, diğer yandan aşkı bize en güzel dizelerle anlattı. Çilingir muhabbetini yazıları ve kitapları aracılığıyla evimize taşıdı, bizi İstanbul sokaklarında gezdirdi. İlk şiirini 1962 yılının Şubat ayında yayımlatan, o günden bu yana hiç durmadan şiir yazan büyük şair, uzun süredir direndiği hastalığına yenik düştü ve aramızdan ayrıldı.
Yazının son cümlelerini Refik Durbaş kursun; az önce andığım BirGün söyleşisinde kurduğu cümleler, önümüze yol olsun: “Umut elbette. Umut olmazsa yaşam cehennem olurdu. Devrim bir gülümsemedir, devrimciye de gülmek yakışır demiyor muyuz? Umut bu gülümsemedir işte...”