'Imagine'den İnsan Hakları Günü’ne, bir 9 Aralık yazısı
İnsan hakları, uzağımızda duran bir kavram. Şarkılar, yapılması gerekeni bize anlatıyor ama bilhassa bizim memlekette ne denli etkili oldukları tartışılır. İnsan haklarından söz edenler tutuklanıyor ve aylarca cezaevinde tutuluyor. Dün John Lennon’ı öldürülmesinin 38. yılında andık. Yarın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilişinin 70. yılı. John Lennon’ın şarkısında sözünü ettiği dünyanın özlemini kuran, insan haklarına inanan insanlar cezaevinde ve biz bugün onlar için bir ses çıkartmıyoruz. Sessizlik fena, kanıksamak daha da fena.
1971 yılının 11 Ekim günü Amerika Birleşik Devletleri’nde yayımlanan bir 45’lik plak üzerinde dinleyiciyle buluşan şarkı, ilerleyen yıllarda dünyayı değiştirmek isteyenlerin dilinde marş oldu: Cennetin ve cehennemin olmadığı, dinden uzak sınırsız, mülkiyetsiz bir dünyanın hayalini kuran ve “barış içinde bir arada” yaşamanın mümkün olabileceğini bize öğreten John Lennon şarkısı “Imagine”. Lennon, şarkı hakkında şunları söylemiş: “Bir harekete bağlı olmamama rağmen, ‘artık dinin, ülkelerin ve politikanın olmadığı bir dünya hayal edin’ diyen ‘Imagine’ bir komünist manifesto sayılır... Dünyada sahici bir komünist devlet yok, bunu kabul etmeniz gerekir. Bize dünyayı kapsayacak güzel bir Britanya sosyalizmi yakışır.”
Dün, öldürülmesinin 38. yılında andığımız John Lennon, şüphesiz dünyanın en önemli müzisyenlerinden. Yazık ki düşlerine ulaşamadan, hayal ettiği dünyayı göremeden bu dünyadan ayrıldı. “Imagine”, biraz da onun vasiyeti gibi: “Benim bir hayalci olduğumu söyleyebilirsin / Ama yalnız değilim / Umarım bir gün sen de bize katılırsın / Ve dünya kenetlenir.”
“Imagine”, 9 Eylül 1971’de piyasaya verilen aynı adlı albümün açılış şarkısı. John Lennon’ın solo kariyerinde önemli bir dönüm noktası olan albümün o dönemde yayımlanan tek 45’liği. Amerika baskısında arka yüzde “It’s So Hard” vardı, İngiltere versiyonunda onun yerine “Working Class Hero” yerleşti. Şarkının İngiltere macerası geç başlıyor: 45’lik plağın piyasaya çıkış tarihi, 25 Ekim 1975. Buna rağmen etkisi büyük oldu ve yıllar sürdü. Rolling Stone, 9 Aralık 2004 tarihinde yayımlanan 963 numaralı nüshasında, “bütün zamanların en iyi 500 şarkısı”nı duyurmuştu. “Imagine”, bu listenin üçüncü sırasında. Önüne geçen şarkılar, Bob Dylan’ın “Like A Rolling Stone”u ve The Rolling Stones’un “(I Can’t Get No) Satisfaction”ı…
Şarkı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok dinlendi ama bildiğim kadarıyla bir Türkçe versiyonu yok. Aynı zamanda tartışmalı da zira anlattıkları bizim memlekette “sakıncalı” addedilen şeyler; bu yüzden iktidarla arası hiç iyi olmadı. Üstelik tartışmalar yakın döneme uzanıyor: 2012 yılında Londra’da yapılan olimpiyatların kapanış töreninde seslendirilen şarkının sözleri yayın sırasında TRT spikeri tarafından Türkçeye eksik çevrilmiş, bu kendiliğinden sansür sosyal medya üzerinde tartışılmıştı.
Ray Charles’tan Neil Young’a, Stevie Wonder’dan Madonna’ya pek çok ismin repertuvarına giren “Imagine”, 2013 yılında memlekette yeniden gündeme geldi. Bugünlerde dosyası yeniden açılan Gezi Parkı direnişi sırasında Joan Baez tarafından (başına Türkçe bir sunuş eklenerek) seslendirilmiş, direnişe çakılmış şahane selamlardan biri hâline gelmişti. Şarkı, Gezi Parkı’na giden insanları verdiği destek mesajıyla daha ilk günlerde selamlayan Roger Waters’ın 4 Ağustos 2013’te İstanbul’da verdiği konserden hemen önce çalınmış, konserin yapıldığı İTÜ Stadyumu, şarkının bitiminde binlerce insanın tek ses, tek yürek olduğu sloganla çınlamıştı: “Her yer Taksim, her yer direniş!”
1983 yılında İstanbul’da bir “Imagine” rüzgârı daha esmişti… Kadıköy Enis Fosforoğlu Sanat Merkezi’nde düzenlenen bir anma törenine katılan sanatçılar, gecenin sonunda şarkıyı toplu hâlde söylemişti. İzzet Öz’ün sunduğu gece Engin Noyan’ın konuşmasıyla açılmış, Fuat Güner’in seslendirdiği “Love is Real”la sürmüş, Mazhar Alanson’un okuduğu şarkı sözleri, Nejat Yavaşoğulları, Mehmet Güreli ve MFÖ’nün söylediği “Con Lenon” şarkılarına bağlanmıştı.
“Imagine”, ütopik bir şarkı. Bu tip şarkılar memlekette de yapılmış. Asu Maralman tarafından seslendirilen “Güzel Günlerin Şarkısı”, en bilinenlerden: “Başımızı döndüren ışıklı gözlerindir / Bitmeyen umudumuz gelecek günlerdedir // Biz duymasak da bizim şarkımız / Güzel günlerde söylenecektir…” ‘70’li yılların ortalarında yayımlanan “Sessiz Bir Yer”, Şenay tarafından plak yapılmış; tıpkı “Imagine” gibi “başka türlü bir” dünyanın resmini çiziyor: “Bütün istediğim, yalın yaşam için / Dünyayı saran kavgadan uzak, sessiz bir yer // Gazete okurken zevk alabildiğim / Sessizce gözyaşı dökmediğim bir yer // Billur düşüncede, oluşan emekle / Emelimin meyveleriyle güzelleşen bir yer / Düşümü paylaşan, gerçekten dost olan / İnsanların bütünleştiği bir yer // Bütün istediğim, yalın yaşam için / Kendi yarattığım (yönettiğim) dünyamda özgür bir yer / Verilen sözlerin acı bedelinin / Beni benden almak olmadığı bir yer…” Bu, Ali Kocatepe’nin “Yeni Bir Dünya İstiyorum” adlı şarkısında çizdiği dünyadan çok farklı değil. Kocatepe’ninki biraz daha romantik, o kadar: “Yeni bir dünya istiyorum, insanları melekten / Fersah fersah uzakta yeryüzünden // Pırıl pırıl geceleri, sedeften dalgaları olan / Ak bulutları güneşi kapamayan / Yeni bir dünya istiyorum / Rüzgârları özgürlük kokan // Yeni bir dünya istiyorum, tüm insanları hoşnut / Hep özgürlük şarkıları söyleyen / Karanlık ormanlarında bülbülleri korkmadan ötebilen / Kötülüklerden arınmış bir dünya…” Bir dönemin “sert” grubu Bunalımlar’ın plaklarından birinde karşımıza çıkan “Bir Dünya da Bana Ver”, ütopik skalada Kocatepe’nin yakınına yerleşiyor. Topluluk, “mutlu çayırlarında kuşların öttüğü, şen bahçelerinde çocukların koştuğu, yuvalarında ılık rüzgârların estiği” bir ortamı anlatıyor: “Aşkla ve sevgiyle dopdolu bir dünya / Acıya hiç yer olmasın orada…”
Şebnem, Sibel (Hotin) ve Ayşe Cemil, memleket müziğinde sıklıkla karşımıza çıkan tek plaklık şarkıcılardan bir kısmı. Şarkıları plaklar üzerinde bugüne ulaştı ama ne döneminde büyük bir etki yaratabildi ne de bugün onları söyleyen var. Buna rağmen bu üç isim, şarkılarıyla kimi insanların dikkatini üzerlerine çekmeyi başarmıştı. Şarkıları, insanlara umut aşılıyor. 1978 tarihli “Daha Güzel Olmalı (Kırmızı Güller)”, Ayşe Cemil plağından bize ulaşıyor: “Gel yanımıza / Korkma katıl kavgamıza ve şarkımıza / Gel yanımıza / Verelim omuz omuza, gir kolumuza // Güzel olmalı / Dünya daha güzel olmalı / El ele yaşamalı, mutlu ve sevdalı / Dünya daha güzel olmalı // Kırmızı güller / Bizim olacak güzel günler / Bizimdir güller ve güllerden güzel günler / Bizim olacak güzel günler…” Ertesi yıl Sibel’in plağında karşımıza çıkan “Bir Yer Arıyorum”, sözleri Fikret Şenes’e ait bir şarkı: “Bir yer varmış, dünyanın bir ucunda / Bir yer varmış, Kaf dağının ardında / ... / Bir yer varsa, bulabilsen yolunu / Bir şey varsa, çözebilsem sorunu / Bayram havası esermiş rüzgârında / Kurtlar kuşlar dost gezermiş dağlarında / Garip insancıklarmış barış yolunda / Gül atarmış düşmanlara // Bir yer uçsuz bucaksız / Isınırmış ocaksız / Kimse yokmuş yuvasız / Uyum içinde toplum / Vicdan varmış yasasız // Eğer masal gibiyse / İnanması güç ise / Her şey senin elinde / Bu cennet yoksa bile / Sen yarat gerekliyse…”
Şebnem’in şarkısının adı, “Yarın Benden Doğacak”: “Usancın doruğunda yarınlar benden doğacak / Kutsal özgür kanımla bir dünya yaratılacak…” Sözlerini Aysel Gürel’in yazdığı şarkı, 1978 yılında XV. Uluslararası Sanat Şenliği kapsamında düzenlenen Altın Portakal Şarkı Yarışması’na katılan iki Recep Aktuğ bestesinden biri. Şarkıyı seslendiren Şebnem, o dönemde İTÜ Devlet Konservatuvarı’nda öğrenim gören, 1993 yılında yaptığı “Biraz Sevgi Vardı” başlıklı albümle tanıdığımız Şebnem Özsaran. Erol Durak, Yavuzer Çetinkaya gibi şaşırtıcı isimlerin şarkı söylediği yarışmaya katılan bestecilerden biri, Şanar Yurdatapan. Yarışmanın hemen öncesinde o dönemki eşi Melike Demirağ ile “Yeter Artık” adlı albümü yapmış. Albümden bugüne kalan şarkılardan biri, umut yüklü: “Güneş Yine Doğacak”. Şarkı şaşırtıcı bir şekilde TRT yasaklarını delmiş ve halka ulaşmış: “İsterse sel boşansın gökten / İsterse şimşekler çaksın / Toprak yarılsın zelzeleden / Yarın güneş doğacak…”
“Yeter Artık” plağının kapağında Melike Demirağ imzalı bir not var: “Bu şarkılar benim şarkılarım değil, bizim şarkılarımız… Onları benimle birlikte siz de söyleyin. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce kişi hep bir ağızdan söylesin.. Bir tek kişiyi belki susturabilirler ama yüzlerce, milyonlarca kişiyi hangi kuvvet susturabilir? Gelin katılın bana, hep beraber haykıralım: Yeter artık!..”
Bu noktada yeniden “Imagine”e döneyim ve şarkının Uluslararası Af Örgütü’nün resmî şarkısı olduğunu söyleyeyim ve buradan yarına bağlanayım: 10 Aralık, İnsan Hakları Beyannamesi’nin 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Paris’te yapılan oturumunda kabul edildiği gün. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) 1961 yılında, bu beyanname ile belirlenmiş her türlü hakkı savunmak üzere kurulmuş. Dünyanın önemli kuruluşlarından. 1977’de Nobel Barış Ödülü’nü kazanmış ve yaptığı çalışmalar her dem göz önünde. Örgütün kurucusu Peter Benenson, amblemdeki mumdan yola çıkarak şunları söylüyor: "Bu mum bizim için yanmıyor. Bu mum hapishanelerden çıkarmayı başaramadığımız, cezaevine götürülürken yolda öldürülen, işkence gören, kaçırılan, kayıp edilenler için yanıyor. Bu mumun amacı bu.”
Türkiye’de 2002 yılından bu yana çalışan örgüt, çalışmalarını desteklemek amacıyla bir kısım yan etkinlikler düzenliyor. Müzik, bunlarda hep baş rolde. Örgütün Türkiye serüveni de bir konserle başlıyor… Kurucular arasında bulunan Özlem Dalkıran, 2011 yılının 10 Aralık günü BiaMag’da yayımlanan yazısında bu serüvenin başlangıcını şöyle anlatıyor: “Af Örgütü'nün adını ilk kez 80 darbesinden sonra gazetedeki bir haberde okumuştum. Türkiye'de işkence ve tutuklamalarla ilgili raporundan söz ediyordu. Daha sonra 1986'da Türkiye'ye gelen bir heyete yardım ederken, örgütle ilgili daha fazla bilgi aldım. Özü, insan haklarının korunması için uluslararası dayanışma olarak nitelendirilebilecek bu örgütün bir parçası olmak istiyordum. Tek sorun nasıl ulaşabileceğimdi. Fırsat 1988 yılında karşıma çıktı. Af Örgütü Londra'da bir konser organize etmişti. ‘İnsan Hakları, Şimdi!’ isimli konser İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 40. yılını kutlamak için yapılıyordu. En ucuz uçak biletini alıp konsere gittim ve Af Örgütü standında ‘uluslararası üye’ olarak kaydımı yaptırdım.”
“Uluslararası Af Örgütü Girişim Grubu Başvuru Formu”, Dalkıran’ın da aralarında bulunduğu yedi kişilik bir ekip tarafından 1995 yılında doldurulmuş. Aynı yılın Kasım ayında “aramıza hoş geldiniz” yazılı mektubu alan bu küçük ekibin ilk büyük eylemi, 10 Aralık’ta İstiklal Caddesi’ni boydan boya mumlarla donatmak. Yoldan geçenlere mumlar uzatılmış: "Bugün 10 Aralık İnsan Hakları Günü. Karanlığı aydınlatmak için sen de bir mum yak!” Ankara ve İzmir’den katılımcılarla büyüyen grubun dernekleşmesi yolunda ilk adım 2001’de atılmış. Başvuru Bakanlar Kurulu’na takılmış ama bu “engel” (düzenlenen bir kampanya sayesinde) hızla aşılmış.
Demirkıran’ın sözünü ettiği konser, Bruce Springsteen & the E-Street Band, Sting, Peter Gabriel, Tracy Chapman ve Youssou N’Dour’u bir araya getiren “Human Rights Now!” başlıklı konser dizisi… 2 Eylül 1988’de Wembley Stadyumu’nda başlayan, 15 Ekim’de Buenos Aires’te River Plate Stadium’da finali yapılan yirmi konserlik bir maraton bu… Ekibe, her ülkede farklı konuklar katılmış: Joan Baez, Bono, Zakir Hüseyin, Yorgo Dalaras, Pat Metheny, Intı İllimani… Uluslararası Af Örgütü tarafından düzenlenen çok konser var ama bu seri, memlekete örgütü getiren adımın atıldığı konseri içinde barındırdığı için önemli. Bir özelliği daha var: Türkiye’de bir konsere ilham vermiş.
“Human Rights Now!” turnesi Yunanistan’a kadar gelmiş, Türkiye’yi teğet geçmiş. Bunun üzerine, ertesi yıl İstanbul’da, benzer adla bir konser düzenlenmiş. “İnsan Hakları Yarın Değil Şimdi!” başlıklı bu konser, birkaç girişimin ardından 9 Eylül 1989’da Açıkhava Tiyatrosu’nda yapılmış. Başvuruları sürekli reddedilen bir konser aslında bu. 2 Eylül 1989 tarihli Milliyet gazetesinde “İnsan hakları şimdi olmaz” başlıklı haberden aktarayım: “27 Ağustos’ta yapılması hedeflenen konser, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamına girdiği ve ‘müzik icrasından ziyade, belirli bir konuda kamuoyu oluşturmak ve konuyu benimsetmek amacına matuf olduğu’ gerekçesiyle yasaklanmıştı. Bir sanatçı işbirliği olarak gerçekleştirilmek istenen konserin 3 Eylül tarihinde düzenlenmesi için yapılan başvuru da reddedildi. Zuhal Olcay, Deniz Türkali, Mehmet Güreli, Mozaik Grubu, Bulutsuzluk Özlemi, Ezginin Günlüğü, Grup Merhaba, Yeni Türkü, Müjdat Gezen, İlhan İrem, Haluk Bilginer, Atıf Yılmaz, Barış Pirhasan, Cem Karaca, Şahika Tekand, Hale Soygazi, Şahin Kaygun, Serdar Ateşer ve Murathan Mungan, ‘İnsan Hakları Yarın Değil Şimdi’ konserini gerçekleştirmeye kararlı olduklarını açıkladılar.”
Art arda yapılan başvurular ve gösterilen bu kararlılık sonucu 9 Eylül’de yapılabilen konser, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi tarafından aynı gün gazetelere verilen ilanla duyurulmuş: “İzin alındı, konser bugün saat 19.00’da Açıkhava Tiyatrosu’nda. Önceden satılan biletler ve gönderilen davetiyeler geçerlidir.” O günlerde Mozaik adına Milliyet’e konuşan Ümit Kıvanç’ın kurduğu cümleler bugün de geçerli: “İnsan hakları siyasi bir konu değildir, herkesin meselesidir. Konserin amacı bunu vurgulamak.”
İnsan hakları, uzağımızda duran bir kavram. Şarkılar, yapılması gerekeni bize anlatıyor ama bilhassa bizim memlekette ne denli etkili oldukları tartışılır. İnsan haklarından söz edenler tutuklanıyor ve aylarca cezaevinde tutuluyor. Memleketin en büyük insan hakları savunucularından Osman Kavala ve onunla bağlantılı bir soruşturma dahilinde gözaltına alınan, salınmayan Yiğit Aksakoğlu, haksız yere cezaevinde tutulanlardan sadece ikisi. Yazık ki dahası da var. Üstelik her geçen gün bu isimlere yenileri eklenebilir.
Dün John Lennon’ı öldürülmesinin 38. yılında andık. Yarın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilişinin 70. yılı. John Lennon’ın şarkısında sözünü ettiği dünyanın özlemini kuran, insan haklarına inanan insanlar cezaevinde ve biz bugün onlar için bir ses çıkartmıyoruz. Sessizlik fena, kanıksamak daha da fena. Müslüm Yücel, iki gün önce bu sayfalarda yayımlanan yazısında Sırrı Süreyya Önder’in cezaevine gönderilmesini sessizlikle karşılayanlara isyan etmiş, sonunda şu cümleyi kurmuştu: “Şimdi bu yazıyı okuyan herkes elini vicdanına koysun, desin, bu adam içerideyse, biz niye dışarıdayız…”
Sahi, niye onlar içeride ya da biz neden dışarıdayız? Bu soruyu daha kaç kere soracağız?