Beş soruda 2018-2019 ekonomik krizi
2019 sonrasında merkez kapitalist ülkelerde yoğunlaşan ekonomik durgunluk beklentilerine karşı yeni bir parasal gevşeme evresi yaşanırsa, Türkiye gibi ülkelerdeki bağımlı finansallaşma modeli, ufak sarsıntılarla yoluna devam edebilir. Ta ki bir sonraki krize kadar.
5 Haziran 2018’de, henüz ağustos ayındaki döviz krizi yaşanmadan önce, Gazete Duvar’daki ‘10 Soruda 2018 Ekonomik Krizi’ başlıklı yazıya şu cümleler ile başlamıştım: ‘Türkiye ekonomisi hızla bir ekonomik daralmaya doğru ilerliyor… Durumu daha da zorlaştıran, daralmanın yüksek enflasyon ortamında gerçekleşme ihtimalinin yükselmesi, yani stagflasyon riski.’ O yazının üzerinden altı ay geçmişken bir güncelleme yapmak istedim. Bu sefer, önceki yazıda değindiklerimi özetleyerek beş soruya sığdırdım.
2019 BİR KRİZ YILI OLABİLİR Mİ?
Evet. Esas itibariyle 2018’in krizin başladığı, 2019’un ise tüm etkilerini gösterdiği bir yıl olma ihtimali yüksek. Son açıklanan sanayi üretimi verisindeki 2.7’lik küçülme ve cari fazla verileri, sert bir ekonomik daralmanın çoktan başladığını önceden haber veriyor. İçinde bulunduğumuz aylara ait veriler ileride açıklanacağı için, 2019 yılından geriye dönüp baktığımızda, krizin 2018’in son çeyreğinden itibaren başladığını söyleyebileceğiz.
KRİZİN TEMEL NEDENİ NE?
Bu konuda üç tip açıklama çerçevesi mevcut. İlki, krizin nedeninin siyasi olduğunu savunuyor. Buna göre, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş, hukuk devletinden uzaklaşma ve tek adam rejiminin kurulması, ekonomik krizin temel nedenidir. Çözüm için, parlamenter sisteme dönülmelidir.
İkinci açıklama, krizi ‘yanlış ekonomi politikalarına’ bağlıyor. Buna göre krizin temel nedeni, IMF programından sapılmasıdır. Bu açıklamaya göre, 2002-2008 arasındaki AKP ‘başarısı’, esasında o dönemde uygulanan IMF programı sayesinde gerçekleşmiştir. Sonrasında yaşanan sorunların nedeni, siyasi iradenin IMF programını uygulamaktan vazgeçmesidir. Bu durumda, çözüm de yeni bir IMF programı ile gelecektir.
Üçüncü açıklama ise krizin uluslararası ilişkilerdeki sorunlardan kaynaklandığını ileri sürüyor. Buna göre krizin ekonomik ya da siyasi kökeni yok, yaşanan sorunların kökeni dışarıda, Türkiye’ye yapılan ekonomik bir saldırının sonucu olarak ekonomik zorluklar yaşanıyor.
Yukarıda sıraladığım bu açıklama biçimlerini ve eleştirisini daha önce yazmıştım, o nedenle burada detaya girmiyorum. Sadece şunu belirtmekle yetineyim. Bu açıklama biçimleri yaşadığımız sürecin bazı yönlerine ışık tutsalar da bütünü açıklama kabiliyetinden yoksunlar. Sorun, birikim modeli krizinden kaynaklanıyor.
Birikim modeli krizi bağlamında, somut işleyiş açısından Türkiye ekonomisinin krizi, döviz-faiz kıskacı tarafından şekillendiriliyor. Bunun temel nedeni, nominal faizlerin düşüş eğiliminde olmasına rağmen TL’nin değerli kalabildiği 2002-2013 arası küresel konjonktürün sona eriyor olması. 2013 sonrasında Türkiye ekonomisi üç kere stagflasyonist bir krizin eşiğine geldi. İlk ikisinde farklı nedenlerle bu darboğazlar aşılabildi, ancak bu sefer önceliklerden farklı.
DÖVİZ KRİZİ BİTTİ Mİ?
Döviz krizi, 2018-2019 krizinin ilk aşaması idi. Mayıs ve ağustos aylarında iki şok halinde gelişti ve ağustos sonu itibariyle ilk sekiz ayda TL yüzde 50’ye yakın değer kaybetmişti. Eylül ayında Yeni Ekonomik Program’ın ilan edilmesi, şok faiz artışı ve sonrasında ABD ile olan gerilimin azaltılması sayesinde TL nispi olarak değer kazansa da döviz krizinin etkileri halen sürüyor.
Döviz krizinin ilk etkisi, enflasyonun patlaması oldu. Özellikle üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasındaki farkın halen çok yüksek olması, döviz krizinin etkilerinin önümüzdeki aylarda da süreceğini gösteriyor.
KREDİ ÇÖKÜŞÜ NE KADAR ETKİLİ?
Döviz krizinin ikinci etkisi, faizler üzerinde gerçekleşti. Özellikle döviz borcu yüksek olan firmaların bankacılık sisteminin üzerine yıkılmalarını önlemek için yapılan şok faiz artışı, bu sefer kredi çöküşünü hızlandıran bir etki yaptı. Zaten alım gücü daralan hanehalkı ve üretim iştahı azalan firmaların kredi kullanma talebi azalmıştı.
Şok faiz artışı, TL ile verilen kredilerin tam olarak çökmesine neden oldu. Kredi çöküşünün en önemli sonucu, ekonomik daralmanın hızlanmasıdır. Kredi kanalı yeniden çalışmaya başlamadan, yeni bir büyüme çevriminin yaşanması mümkün değil.
KRİZ, BİRİKİM MODELİNİN DEĞİŞMESİ İLE SONUÇLANABİLİR Mİ?
Krizin bundan sonraki aşaması, firma iflaslarının ve işsizliğin yaygın bir şekilde artması olacaktır. Konkordato ilan ederek borçlarını erteleyen firmaların önemli bir kısmının iflası, önümüzdeki dönemde gerçekleşebilir. Ekonomi yönetimi sektörel olarak, özellikle inşaat, otomotiv ya da mobilya ve beyaz eşya gibi, faiz oranlarına duyarlı sektörlerde yoğunlaşan sorunları farklı mekanizmalar kullanarak ertelemeye çalışsa da talep daralmasının sertliği, firma iflaslarının önüne geçilmesini engelliyor.
Konunun bir başka boyutu da bankacılık sektörü ile ilgili. Sanayi sektörü ile bankacılık arasında borç yapılandırmaları ile başlayan gerilimin nasıl çözümleneceği henüz netleşmiş değil. Bu da kredi kanalının yeniden işleyebilmesinin önündeki önemli engellerden biri.
Tüm bu sorunların yoğunlaşması, bizzat bu sorunları üreten sermaye birikim modelinde bir değişime neden olur mu sorusunu beraberinde getiriyor. Mevcut modelin sürmesini sağlayan dış konjonktür yeniden oluşursa, modeli değiştirmek için gerekli olan zorlayıcı unsur ortadan kalkabilir. Örneğin, 2019 sonrasında merkez kapitalist ülkelerde yoğunlaşan ekonomik durgunluk beklentilerine karşı yeni bir parasal gevşeme evresi yaşanırsa, Türkiye gibi ülkelerdeki bağımlı finansallaşma modeli, ufak sarsıntılarla yoluna devam edebilir. Ta ki bir sonraki krize kadar.
Dış konjonktürde mevcut durumun sürmesi durumunda ise, birikim modelinde köklü bir değişimden çok, şimdiye kadar olduğu gibi, sonuçları tamir etmeye dayanan bir stratejinin uygulanması muhtemel.
Sonuç olarak, ‘işlerin yoluna girmesi’, kriz yaratan ekonomik modele geri dönüş anlamına geldiği sürece, Türkiye ekonomisinin ve siyasetinin istikrara kavuşması kısa dönemde mümkün görünmüyor.
Ümit Akçay Kimdir?
Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Akçay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme programında almıştır. Güncel olarak, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma, yeni otoriterliğin ekonomi politiği konularıyla ilgilenmektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl: Türkiye'de Kriz, Devlet ve Siyaset (İstanbul, Doğan Yayınları, 2024), Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV Yayınları, 2007) kitaplarının yazarı; Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene Yayınları, 2016) kitabının ortak yazarıdır. Akçay’ın Cambridge Journal of Economics, Contemporary Politics, Globalizations, Internaltional Journal of Political Economy, European Journal of Economics and Economic Policies ve Journal of Balkan and Near Eastern Studies gibi dergilerde uluslararası yayınları bulunmaktadır.
İlerici neoliberallerin otoriter popülistlerle imtihanı 14 Kasım 2024
Ekolojik emperyalizm 07 Kasım 2024
IMF, çoklu kriz konjonktüründe ne öneriyor? 31 Ekim 2024
Almanya’nın ekonomik modeli krizde mi? 24 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI