Bu arada azabı
Hakkını teslim edeyim, ama kadar zalim değildir bu arada. Başka bir taktik izler. Sen kıymetli ve geçerli bir şeyler konuşmakta olduğunu sandığın anda –yine kısa bir duraklamayla- bu arada patlatılıverir. Ve bir anda yıldırım çarpmışa dönersin. Bu arada ile başlayan cümle asıl söylemek istenendir. Gerisi hikâye.
Dil bu, adı üstünde her an kullandığımız araç. Bir cümleyle muhatabımızı ruhundan yakalayıp ömrü boyunca unutmayacağı bir mutluluk ya da sarsıntıyla sarmalayabileceğimiz gibi, günlük hayat zırvalıkları için de ağzımızı açmış olabiliriz. Genelde ikincisi daha kısa ve yaygın olan yoldur. Ve bunun için de bol bol bağlaçlara başvurulur. Bağlayacak bir yer olmadığından. Has cümlelerin bağlaca ihtiyacı olmaz zira. Söylendikleri sahicilikte dururlar ve kalırlar gök kubbenin altında.
Bağlaçlar içerisinde en korkuncu “ama” olmalı. Karşındakini dinlersin, dinlersin, dinlersin ve sonra o ilgili şahıs birden –kısa bir duraklamayla- ama der. Aslında için için bilirsin yaklaşmakta olan tehlikeyi. Ama diyecek olan kişi, önceki her şeyi bir çırpıda sıralar. Özensizce, telaşla. Yine de gelmesin istersin işte o ama. Çünkü bir kez orada olduğunda, kendisinden önceki her şeyi siler bir çırpıda. Öncesindeki her şey yalan olur, bir bahane. Ama hükümsüz kılar bütün inandıklarını.
Bir de “bu arada” var, takıntılı olduğum. Hakkını teslim edeyim, ama kadar zalim değildir bu arada. Başka bir taktik izler. Sen kıymetli ve geçerli bir şeyler konuşmakta olduğunu sandığın anda –yine kısa bir duraklamayla- bu arada patlatılıverir. Ve bir anda yıldırım çarpmışa dönersin. Bu arada ile başlayan cümle asıl söylemek istenendir. Gerisi hikâye.
Hayat olduğu gibi akıyor. Akar gibi yapıyor. Bu arada İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, yerel mahkemece "terör örgütü propagandası yapmak'' suçundan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'a verilen 4 yıl 8 ay, eski HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'e verilen 3 yıl 6 ay hapis cezasını onadı. Ceza Dairesinin kararında, Selahattin Demirtaş ile Sırrı Süreyya Önder hakkında yerel mahkemece kurulan hükümde usul ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı, bu nedenle sanıkların avukatlarınca yapılan istinaf başvurularının esastan reddine karar verildiği belirtildi.
GÜRÜLTÜYE GİTMEK
Herhangi bir hukuka aykırılık bulunmayan karar, İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nce 7 Eylül'de verilen hüküm. Hatırlatmak gerekirse, Çözüm Süreci’nde 2013 Nevroz'unda yaptığı konuşmalar nedeniyle HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'a 4 yıl 8 ay, HDP eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder'e 3 yıl 6 ay hapis cezası verilmiş, mahkeme, Demirtaş ve Önder'in “olumsuz tutum” gösterdikleri iddiasıyla cezalarda indirim uygulamamıştı.
Davaya konu konuşmanın çözümü ve savunması mahkemede yoktu ve Demirtaş, bunlar olmadan verilen mütalaaya karşı savunma yapmayı doğru bulmadığını ifade etmiş, bu nedenle savunma için makul bir süre istemiş ancak bu talebi de reddedilmişti. Hatta mahkeme Demirtaş’a arzu ederse karara itiraz ettiğinde gerekçe yapabileceğini belirtmişti. Demirtaş’ın haklı sorusu verilmeyen kararı temyiz edeceğini nereden bildikleri yönündeydi…
Hukuk olmayınca hukuka aykırılık da olmuyor haliyle. Bütün bu konuşmaların Kürt sorununun çözümü konusunda tarihin en önemli adımlarının atıldığı günlerde yapılmış olması, aynı iktidar döneminde o zaman bu sürecin bilfiil destekleniyor oluşu durumu değiştirmiyor. Barışı savunan parti başkanı ve siyasetçiler barış bir anda terörle eşdeğer hale getirildiğinde terör propagandacısına dönüştürülüveriyor.
Sırrı Süreyya Önder de o günkü davada mahkemeden defalarca konuşma kaydının RTÜK'ten istenmesini talep ettiğini ancak hep reddedildiğini hatırlatmış, kaydı mahkeme salonunda dinletmişti. Kayıtta, iddianamede “PKK” olarak geçen kısımların “HDK”, “kabristan” olarak geçen kısmın da “gülistan” olduğu duyulmuştu. Önder, kaydın sonunda heyete “Keşke merak etseydiniz de gürültüye gitmeseydik” demişti. Bakarken hep utandığım, cezaevi önündeki buruk gülümseyişi eşliğinde koca bir ülke gürültüye gitti.
Yine bu arada Yargıtay 16. Ceza Dairesi de, barış sürecinin en önemli emekçilerinden eski HDP Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken'e yerel mahkemenin "silahlı terör örgütüne üye olmak" suçundan verdiği 7 yıl 6 ay hapis cezasını onadı. Hukuk kılıklı bir dilin ibreti alemlik örneği olarak karar cümlesini buraya bırakmakla yetineyim:
“Yargılama sürecindeki usule ilişkin işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımların kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı anlaşılmakla, sanık müdafinin temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden temyiz davasının esastan reddiyle hükmün onanmasına oy birliğiyle karar verildi.”
BAĞIRMAK GİBİ...
Hayat olduğu gibi akıyor. Akar gibi yapıyor. Bu arada DTK Eş Başkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven, 31 Ocak tarihinden bu yana tutuklu bulunduğu Diyarbakır Cezaevi'nde yine barış sürecinin baş muhatabı olan Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit uygulamasını protesto etmek için 7 Kasım’dan bu yana başlattığı açlık grevi eylemini sürdürüyor. Onun da ne televizyona ne ana akım medyaya yansımayan kıymetli sözlerini Özgürüz’de Sedat Sur’a verdiği röportajdan alıntılıyorum:
“Türkiye’de Kürt sorunu temel bir sorun olarak görülüyor. Bunun dışında Türkiye’nin yaşadığı çok ciddi bir yönetilme ve sistem sorunu vardır. Kürt sorununun kalıcı ve demokratik çözümünün Türkiye’nin tüm toplumsal sorunlarına cevap olacağına inanıyoruz. Yaklaşık, 3 buçuk yıl süren çözüm süreci boyunca bu söylediklerimin nasıl pratikleştiğini gördük. AKP maalesef bu sürecin sürdürülmesi için gereken cesareti ve çabayı göstermedi. Tam aksine, sorunların çözümünü kendisi için bir tehlike olarak gördü…Açlık grevine başlamak, bedenini açlığa yatırmak kuşkusuz çok kolay alınan bir karar değildir ve kutsadığımız bir eylem biçimi de değildir. Ancak bir tutuklu için sesini duyurmanın başka bir yol ve yöntemi de yok diye düşünüyorum. Tozun dumana karıştığı, hiçbir muhalif sesin duyulmadığı bir ortamda bağırmak gibidir adeta benim için bu eylem…”
Leyla Güven, içerideki insanlık onuruna aykırı durumu da paylaşmış: “Nam-ı diğer Amed zindanında 45 kadın tutsak iki ayrı koğuşta kalıyoruz. Aramızda çok sayıda çocuklu kadın var. Burada 4 yaşında Önder isimli bir çocuk var, iki kardeşi okula gidiyor ve dışarıda kendisine bakacak kimse olmadığı için annesi ile cezaevinde kalıyor. Bulunduğumuz cezaevinde geçmişten günümüze insanlık dışı uygulamalar yaşanmıştır. Esat Oktay’ın işkencelerinin izlerini her yerde görmeye devam ediyoruz. Politik tutsaklara yönelik hak gaspları en ileri noktaya çıkartılmış durumda. Bugün OHAL uygulamaları cezaevinde yürürlükte. Cezaevi aramalarına cezaevi savcısı, cezaevinin 1. ve 2. müdürleri, iç güvenlikten sorumlu rütbeli asker ve onlarca gardiyan geliyor. Aramalar saatlerce sürüyor. Özel eşyalarımız ve ranzalarımız darmadağın ediliyor. Biz itiraz edince de savcı ‘İyi niyetimizi suistimal etmeyin’ diyebiliyor.” Şaşırdık mı, hukuk görünüş olarak bile kalmayınca herkes her şeyi diyebilir, herkes her şeyi yapabilir hale geliyor.
BU DA GEÇER
Hayat olduğu gibi akıyor. Akar gibi yapıyor. Bu arada kapatılan Özgür Gündem gazetesi davası kapsamında cezaları onaylanan gazete ile dayanışmak amacıyla başlatılan “Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği” kampanyasına katılan Ayşe Düzkan ve Ragıp Duran ile, gazetenin Eş Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Aykol, gazetenin yazarı Mehmet Ali Çelebi ile gazeteye cezaevinden mektup gönderen Hüseyin Bektaş incelenmeyen dosyanın eksiklerine rağmen apar topar verilen karar uyarınca cezaevine girecek.
Ayşe Düzkan, Yeni Yaşam gazetesinde kaleme aldığı "veda yazısı"nda halen tutuklu bulunanları, canından olanları, sürgüne mecbur kalanları hatırlatarak kendisinden bahsetmekten duyduğu hicabı paylamış. Ayıp ortada kaldığında, asıl sorumlu onu üstlenmediğinde, herkes yerine onu da sahipleniyorsun. Sonraki satırlar “bu arada” diyemeden içinize işlesin:
“ama en basitinden bir gazeteci dayanışmasına dava açılmış olması bir yana, hapis cezası verilmesi birçok şeyi gösteriyor tabii. en başta bu mesleğin ve dolayısıyla halkın haber alma hakkının nasıl bir tehlike altında olduğunu… çünkü özgür gündem nöbetçi genel yayın yönetmenliği, her şeyden önce gazeteciliği korumaya yönelik bir dayanışma eylemiydi. ama aynı zamanda, -en azından benim için- bir türk olarak, bu topraklarda barış talebine sahip çıkmak anlamına geliyordu.
böyle durumlarda cesaret kavramının çok fazla dolaşıma sokulduğuna şahidim. kendi adıma söyleyeyim, cesur değilim. sadece, tarihin her aşamasında farklı bir biçim almış olan eşitlik, özgürlük ve adalet davasına, kendimi bildim bileli ucundan tutmaya çalıştığım davaya yararlı olmaya çalışıyorum… gidiyoruz ama bir gün döneceğiz. şimdilik, meşrebinize göre, yol arkadaşlığınıza, iyi dileklerinize, dualarınıza talibim.”
Meşrebimce bu üçünün topuna varım. Bu arada denmeyen zamanlara varım. Çünkü bütün bunlar olurken hayat hiçbir şey yokmuşçasına devam etmemeli. Böylesi hayatın kendisine küfür sayılır. Bence yani. Başka da hiçbir şey bilmiyorum.