YAZARLAR

1991-2018: Kutsal İttifak, kahverengi gömlek

Bugünkü iktidar koalisyonu, 1991’de, geniş toplum kesimlerinin dinamizmi karşısında ölümcül bir krize saplanan egemen siyasetin çıkış arayışından doğdu. ANAP’ı tarihin çöpüne gönderen emekçiler ve Kürt halkı, bir iktidar alternatifi üretememiş, ama egemen siyaseti de yıkmıştı. RP-MÇP-IDP’nin 91’deki ‘Kutsal İttifak’ı o yıkıntı esnasında örülen bir kozaydı. Bugünkü siyasetin tüm aktörleri o kozadan çıktı.

MHP Başkanı Devlet Bahçeli, çarşamba günü, ilk bakışta çok da güncel bir bağlamı yokmuş gibi görünen yazılı bir açıklama yaptı. Şöyle diyordu:

“Sarı yelek terörüne özenen varsa, bunun bedelini çok ağır ödeyeceklerini de şimdiden ifade etmek isterim. Sarı yelek giyen çıplak yatmayı göze almalıdır. Bu işin şakası yoktur. Mesele beka meselesidir. […] 1 Nisan 2019 sabahı Türkiye'nin başına çorap örmek için hazırlık yapan, el ovuşturan, sarı rüyalar gören kim ya da kimler varsa karşılarında bizi bulacaklardır. 1 Nisan sabahı Türkiye için yeni bir kurgu yapan, yeni bir Gezi düşü kuran, yeni bir sokak hareketi düşleyen varsa kuşku yok ki buna pişman olacaktır.”

Bahçeli’den birkaç saat sonra, Cumhur İttifakı’ndan söz edilirken –biraz da kalibresinin düşüklüğü nedeniyle– sık sık unutulan, üçüncü ve en küçük ortak BBP’nin başkanı Mustafa Destici, aynı banttan konuştu:

“Hiç kimse sarı yeleklilere özenmemeli. Milletimiz, devletimiz Gezi ve 15 Temmuz'da hangi cevabı vermişse, Gezi veya 15 Temmuz özentisi içine girenlere misliyle cevap verecek güçtedir.”

Sözleşmiş gibi aynı gün içinde, Fransa’daki kitlesel protestolarla Türkiye arasında bir ilinti kurup, tehdide varan üsluplarla açıklama yapan bu iki ülkücü lider, ortak bir gündemden besleniyor olmalıydı.

Elbette her ikisi de, son dönemde yoğunlaşan bir siyasal baskı sürecine dolaysız destek bildiriyordu bir yandan: Gezi soruşturmalarının yeniden canlanması, barış imzacısı akademisyenlere, muhalif basınla dayanışma gösteren aydınlara art arda verilen hapis cezaları, ucu Sözcü gazetesi ve Fox TV’ye varmış yeni kuşatmalar…

Ancak, bu konularda zaten bilinen pozisyonlarını vurgulamaktan öte bir baskınlığı, bir ortak anlamı olmalıydı sözlerinin. O ortak anlama ilişkin en güçlü işaret ise Bahçeli’nin açıklamasındaydı. “Masum taleplerin seslendirilmesi amacıyla sokağı adres gösterenler, bunu de televizyon ekranlarından hayasızca yapanlar” diyerek bir gün önce CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TV ekranlarında işçi eylemlerine yönelik ‘cesaretlendirici’ sözler sarf etmesini hedef almıştı.

Nitekim bir gün sonra Kılıçdaroğlu, sendikalaştıkları için işten atılan Flor Mar işçilerini, fabrika önündeki direnişlerinin 213. gününde ziyaret etti.

Bahçeli, Destici ve aşağı yukarı onlarla aynı argümanı kendi meşreplerince kullanan (sarı etek diyen Gökçek, “o yelekler iki saatte kırmızıya boyanır” diyen iş adamı vs.) diğer iktidar figürleri, belli ki o duvarların arkasında yankılanan ortak bir kaygıyı dile getiriyor. Söylenenler, işçi önderlerinden sendikalara, öğrencilerden kamu emekçilerine, toprağını, doğasını talandan korumaya gayret eden küçük köylülere dek herkese bir gözdağı elbette. Ama siyasal olarak sivri uç, görünürdeki muhalefetin en büyük odaklarına, CHP’ye ve HDP’ye yöneliyor.

Tüm bunlar, biraz da içgüdüsel denebilecek bir siyasal çıkış, bir tür şartlı reflekstir. Türkiye’de iktidarların siyaset tekeli; üstelik kimi zaman en güçlü, en sarsılmaz görüldükleri/sanıldıkları anlarda; emekçilerin, gençlerin, Kürtlerin toplumsal dinamizmiyle darmadağın olmuştur nitekim. Üstelik bunun son tipik örneğinin yaşandığı dönem, bugünkü iktidar blokunun birbirine aşılanarak ortaya çıktığı dönemdir.

Bugün ‘Cumhur İttifakı’ adı altında bir iktidar koalisyonu olarak ortaya çıkan AKP-MHP-BBP cephesinin prototipi, 1991 seçimlerinde yapılan ve o dönem ‘Kutsal ittifak’ adıyla anılan işbirliği ile oluşturuldu. Erbakan ve Refah Partisi, Türkeş ve Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP), yanlarına küçük bir İslamcı grup olan Aykut Edebali’nin Islahatçı Demokrasi Partisi’ni de alarak bir seçim ittifakı kurmuşlardı. 12 Eylülcülerin, esasen sosyalist sol ve olası bir Kürt siyasal hareketinin önünü kesmek için getirdiği yüzde 10’luk ülke barajını hiçbiri tek başına aşamıyordu. İşte o ‘Kutsal İttifak’ ile bir araya geldiler ve tam da rejimin bir siyasal kriz anına denk gelen bu seçimin en dikkat çekici sonucunu aldılar. Oyları yüzde 17’ye yaklaşmış ve parlamentoda 62 sandalye (40 RP, 19 MÇP, 3 IDP) kazanmışlardı. Aday listelerinin YSK’ya verilmesine saatler kala anlaşmaya varılabilen bu ittifakın müzakerelerini yürüten başlıca iki isim oldukça tanıdık gelecektir: RP Genel Sekreteri Oğuzhan Asiltürk ve MÇP Genel Sekreteri Devlet Bahçeli! İttifak konusunda en hararetli tartışmalara sahne olan Refah’ın, özellikle MÇP ve lideri Türkeş nedeniyle bu işbirliğine açıkça şüphe gösteren İstanbul İl Başkanı da tanıdık bir isimdi: Tayyip Erdoğan... Seçim listelerinin teslim edilmesine saatler kala, her iki tarafın ‘devletçi’ olarak bilinen isimlerinin de gayretleriyle ittifak sağlanmıştı. Bugünkü Türkiye’nin siyasal ve kültürel tablosunu oluşturacak bir sürecin önemli adımlarından biriydi bu.

Ama…

Bu İslamcı-Türkçü ittifakının ‘başarısı’, esasen egemen siyasal-sınıfsal korelasyonun çatırdadığı bir büyük kriz ile birlikte anlamlı hale gelmektedir. 12 Eylül rejiminin organik bir uzantısı halindeki ANAP, bizzat darbenin nedeni olan neoliberal politikaların hayata geçirilmesi esnasında kitlesel rızayı üreten misyonunu 80’lerin sonundan itibaren kaybetmeye başlamıştı. Özal’ın ‘yenilikçi’, ‘çağ atlamacı’ ama aynı zamanda muhafazakar ve mukaddesatçı ideolojik torbası, 1989’dan itibaren yükselen işçi hareketiyle delinmişti. Kamudaki işçilerin, ücret ve sosyal hakların 10 yıllık erimesine karşı direnişe geçtiği ve zafer kazandığı 89 bahar eylemlerinin ardından ANAP ilk yarayı aynı yıl yapılan yerel seçimde aldı: Oyları yarı yarıya azalarak yüzde 22’ye düştü ve SHP ile DYP’nin ardından üçüncü sıraya geriledi. 1990 sonunda ortaya çıkan büyük maden grevi ve direnişi ile 3 Ocak 1991’de çalışanların çok büyük bir bölümünün güçlerini birleştirdiği genel grev ise o torbayı paramparça etti. Güçlenen Kürt hareketi ve talepleri ise çok daha geniş zamanlı bir denklemi zorlamaya başlamıştı. Özal, 1989’da Kenan Evren’den cumhurbaşkanlığı koltuğunu devralmıştı. Ve zaten Özallı haliyle bile kriz içinde olan ANAP’ın, 1991’de, bir Rus ruleti oyuncusunun tabancayı başına götürmesi gibi, erken seçime razı olmaktan başka şansı yoktu. Solda SHP sağda DYP yükseliyordu. Ama onların ANAP’ın çökmesiyle ortaya çıkan büyük boşluğu kalıcı olarak doldurabilmesinin yolu, çöküntüye yol açan emek hareketini kapsayıp yönlendirebilmesiydi. Ve elbette bunun yolu yoktu. Sosyal refah ve ücretlerde iyileşme, demokratikleşme ve Kürt sorununda inkarcı siyasetten vazgeçme vaatleriyle bir koalisyon iktidarı kurmayı başardılar; fakat emekçi sınıflar ile iktidar arasındaki sözleşme çoktan fesholmuştu. Burjuva siyasetin geleneksel ‘merkez’ aktörleri, yavaş ve sancılı bir ölümün döşeğindeydi artık. RP-MÇP ve IDP’nin ‘Kutsal ittifak’ı işte bu kaçınılmaz ölümün yaratacağı veraset için üretilmiş bir seçenekti aynı zamanda. 12 Eylül’ün, iktisadi amaçlarına erişebilmek için ezmesi gereken işçi sınıfı ve sola karşı çift uçlu bir bıçak gibi topluma doğrulttuğu milliyetçi-dinci zorlamanın ‘sivil tarlası’ydılar. 91 ittifakı, 12 Eylül’ün zoruyla inşasına girişilmiş ‘Yeni Türkiye’nin ikbali için uygun görülen aktörlerin türeyeceği bir kozaydı. O günden beri siyasette belirleyici rol üstlenen hemen her figür o kozanın içindeydi: Erbakan, Türkeş, Bahçeli, Erdoğan, Gül, Arınç…

Bir ekonomik ve siyasi buhranla ivmelenen dönüşümün güç odaklarını nasıl dağıtıp, nasıl yeni odaklar yarattığını; formel siyaset sahasından men edildiğini fark ederek grevi, eylemi kullanan kalabalıkların, kendi niyetlerinden bile bağımsız olarak ne denli yıkıcı sonuçlar ürettiğini bizzat kendi deneyimlerinden bilen bugünkü ittifak ortakları da işte o içgüdüsel ürküntüyle, olası toplumsal huzursuzlukları tehdit yoluyla erkenden boğmaya çalışıyor. Toplumsal bir direncin sembolü olarak görünmeye başlayan sarı yeleklere karşı kahverengi gömlekleri kuşanıyor.

ANAP’ı tarihin çöpüne gönderen emekçiler ve Kürt halkı bir ortak iktidar alternatifi üretememiş, ama egemen siyaset sahnesini de toz duman içinde bırakarak yıkmıştı. Ve o yıkıntıların arasındaki ‘Kutsal İttifak’ kozasından yeni bir siyaset silsilesi türetildi. Bu silsilenin aktörleri, şimdi memleketin koşullarına ve dünyada olup bitenlere bakınca, işçi sınıfının ve toplumun örgütsüz olması, her türlü baskı aygıtının ellerinin altında bulunması gibi avantajlarla avunamıyor. Yelekli karabasanlar görüyor. Hem toplumun dinamizminden hem de o türbülansın yaratacağı ‘alternatif koza’ arayışlarından korkuyor. Zira mekanizmayı ‘deneysel olarak’ biliyor.


Hakkı Özdal Kimdir?

1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.