YAZARLAR

Psikiyatr Gülcan Özer: Öyle hızlı koşuyoruz ki ruhumuz geride kalıyor!

İlişki terapisti Dr. Gülcan Özer: Hayat artık bilgisayar oyunlarının hızıyla akmakta, dünya oldu bir köy, her şey bir tuşun ucunda. Doğduğumuz yer ile sınırlı değiliz, hayallerimiz mahallemizi çoktan geçti, şahane… Ve fakat öyle hızlı koşuyoruz ki ruhumuz geride kalıyor. Ez cümle insan canlısı bu, yerde gökte, tuşun ucunda illa ki gönül yarenini arıyor.

İlişkiler üzerine ne kadar düşünsek ne kadar okusak, yazsak az. Ucu bucağı olmayan bir konu. Hele romantik ilişkiler... İnce ayarların müessesesi. Olması ayrı dert, olmaması ayrı…

Ötekiyle gerçek anlamda yakınlaşabilmek yoğun cesaret gerektirdiği gibi, bir beceri meselesi de. Sınır koyma becerisi, karşı tarafı anlama ve kendimizi anlatma becerisi, eşlik edebilme ve eşlik edilmesine izin verebilme becerisi, hem birlikteliği hem bireyselliği koruyabilme becerisi…

Bu hız çağında ilişkilere ne oluyor? Bağlantı kurmak bu kadar kolayken bağ kurmak neden gitgide zorlaşıyor? “O adam” ya da “o kadın” ve aslında “o ilişki” nerede? Var da biz mi göremiyoruz? İlişkileri idealize etme ihtiyacımızın altında ne yatıyor? Anne-babamızdan modellediğimiz ilişki kalıpları kendi kurduğumuz ilişkileri nasıl etkiliyor?

İşte bu ilişki kurma becerisi ve ilişki acemiliği üzerine çift terapisti ve Psikiyatr Gülcan Özer’le bir söyleşi gerçekleştirdik.

Psikiyatr Gülcan Özer

'AŞK İNSAN SEVMEZ, ÂŞIK İLE MAŞUK YETER'

“Aşk”ın anlamı yaşanılan çağla birlikte değişiyor mu? Yani her çağ kendi aşk tanımını ve dolayısıyla da o çağa özgü kadın-erkek ilişkisini yeniden mi yaratıyor?

Ben aşkın pek az değiştiğini, hatta yılların eskitemediğini, allayıp pullayamadığını, indirip kaldıramadığını düşünürüm. Yıllar, coğrafyalar, dinler, diller hiçbiri değiştiremedi aşkı.

Misal, aşk halen insan sevmez, âşık ile maşuk yeter. Aşk işgal eder ve âşık ile maşuk her defasında en özel, en eşsiz aşkı bulduğuna inanır, inanmazsa adı “aşk” olmaz zaten. Bu asırlık mevzu Âşık Veysel’in tarifiyle yoluna devam etmektedir. Üstad der ki "Birine bakarsın için pır pır olur, kavuşamazsın adı da aşk olur". Bu şu değil elbette -kavuşulanın adı aşk değil-, üstad kavuşulduktan sonrasının adı aşk değil derken fiziki kavuşmayı değil gönül kavuşmasını anlatmaktadır diye düşünürüm. Gönül gönüle kavuşunca hakikati görür, romantik adamın ezik, ilgili kadının kontrol sever olduğunu gördüğün gün aşk ya buharlaşıp uçar veya birini sevmeye, hakikati ile sevmeye dönüşür. Aşk hep aynı, hep aşk severler var, onlar aşka âşıklar, şimdiki vakitlerde ez cümle haberleşmenin şahikasının yaşandığı bu çağda aşk severler bir aşktan ötekine, oradan diğerine ve sonrakine öylece dolaşabilirler. Tanışılan ve fakat bağ kurulamayan ilişkiler çokluğunda aşk severler iştahla yaşarlar. Ancak benim kastım sahici aşk, değişmeyen, halen işgal eden, nesnesi olan, illa ki o nesneyi isteyen, bitişi ıstıraplı, yaşanışı uykusuz olan. İşte aynı kalan o.

Gelelim kadın erkek ilişkisine, o aşktan ayrı bir mevzu ve iddialı devrilme ve evrilmeler yaşamaktadır. Kadın erkek ilişkisine ait dönüşüm ile kadının dönüşümü eş zamanlı seyre sahiptir. Ne vakit kadın sosyal, finansal olarak göreceli bağımsızlaştı o vakit hikaye tekrar yazılmaya başladı. İlişkilerin sağlaması bitebilirliğinde saklıdır. İster evli ister sevgili olun, ilişki gönüllülük esasına göre yaşanır, devamı da, bitişi de isteğe tabidir. Evvelden toplumun, mahalle baskısının ilgisine çokça mazhar olan kadın erkek ilişkisi, günümüzde yine göreceli olarak toplumun ezberine bayrak açmıştır. Şimdiki kadın erkek ilişkisinde, başladığı için devam etme baskısı azalırken, birbirine emek vermek, gönül sesini duymak için sakince beklemek, birlikte sıkılmaya müsaade etmek de azalmıştır. İlişkiler bir yandan daha hakiki iken diğer yandan daha hoyratlar. Gelinlikle çıkılıp kefenle girilen hayatlar, “sıradaki ilişkiye geçelim”e döndü elbet. Dileğim ve öngörüm ayarın tutturulması yönündedir.

Herkes Kendi Hayatının Kahramanı isimli kitabınızda geçen ve çok hoşuma giden bir kavram var: “İlişki acemisi”. Nasıl olunuyor ilişki acemisi?

İnsan enikonu dünya ile tanıştığı vakitten itibaren ilişkiler yumağı içindedir. Annesiyle, babasıyla, varsa kardeşleriyle, yakınlar, akrabalar, okul, arkadaşlar… Doğru, eğri, işlevsel yahut değil illa ki iletişiriz. Ez cümle ilişki kurmak mevzusu insan canlısının ilk ve mecbur öğretisidir. Ve fakat hikayenin patinaj yaptığı ve lezzetlendiği yer her ilişkinin benzersiz oluşunda diye düşünürüm. Bir annenin çocuğu olmak başka, bir çocuğun annesi olmak başka, bir adamın yahut kadının sevgilisi olmak başka, aynı ahalinin karısı kocası olmak ise bambaşka.

Buradaki kastım en önce insanın çeşit çeşit elbisesi oluşu ve şahane ahbaplıkları, doygun anne baba ilişkileri olan şahsiyetlerin bile sevgili/karı koca olmak mevzusunda acemi olabileceği.

Elbette hayatımızın iletişebilme becerisi mühim, tarihimizdeki yakın yahut uzak ilişkilerin kurucusu, oyuncusu olmak önemli. Ancak kadın erkek ilişkisi benzersiz ve ayar derdi olan bir ilişki şeklidir. Sıkıntısı ve sihri buradadır. Hani insanın yerin üstü kadar yerin altında da arazisi vardır ya, işte hakiki duygusal ilişki orada yaşamayı ister, elimi tut hadi inelim der, siz yerin üstünü bilirsiniz aşağısı karanlık, belirsiz ve meçhuldür. Aşağısı ise gönül yarenini kabul eder, derinlik ister, duyguyu fark et der, yardım et der… İşte acemi olunan arazi orası.

Yakın ve derinlikli ilişkiler kurabilen, hızlı öğrenen, ana baba, ahbap repertuvarını yeni duruma güncelleyenin acemiliği kısa sürer. Diğer tayfa ise uzun uzun acemilik yaşar. Kadın erkek ilişkisini akıl ile yönetmeye kalkışırsanız tatsızlaşır, duygu ile, sezgi ile yönetmek gerekir, derinleşmeyi, kendini bir gönül yareni olarak tanımayı ister. Buradaki en mühim malzeme cesarettir diye düşünürüm. İnsan canlısının kendini açabilmesi, incinmeyi göze alması kolay iş değil elbet. Acemi olunan yer burası.

.

'BU ZAMANDA ULAŞMAK KOLAY YAKINLAŞMAK ZOR'

Hem kişisel hem de mesleki deneyimimden hareketle yüz yüze tanışmanın gitgide zorlaştığını görüyorum. Kişiler çoğunlukla sosyal medya üzerinden birbirine ulaşıyor. Çağımızda ötekiyle bağlantı kurmak epey kolayken bununla ters orantılı olarak bağ kurmak ise gitgide zorlaşıyor sanki. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Nasıl değerlendireyim. Yaşı ellilerinde bir kadın, gözün göze, sözün söze değdiği vakitlerden geliyor. Televizyonsuz, telefonsuz, "Akşam müsaitseniz annemler size gelecek"lerin ulaklığını yapmış biriyim ben. Sıkılmayı tanıyorum, can sıkıntısından patlamanın, aynı kitabı üç kere okumanın, düşüncelere dalmanın ne olduğunu biliyorum. Arkadaş sahibi olmanın kıymetli olduğu vakitlerdi onlar. İyi kötü ayrı mevzu ama öyleydi. Şimdi buradan bakıp "İnsan mecburiyetiniz vardı" demek mümkündür elbette fakat o vakit öyleydi.

Bu zamanda tanışmak kolay, konuşmak kolay, ulaşmak kolay, yakınlaşmak zor. Ben hakikatin hep en kıymetli olan, illa ki doğru okunması gereken olduğunu düşünürüm. Bu vaktin hakikati bu. Canınızın sıkılmasına müsaade etmemeye yeminli yıllar bunlar. Yakınlaşmak, emek vermek, hayal kırıklığına uğramak, neden diye sormak, nasıl diye sormak, uzun ve meşakkatli…

Hayat artık bilgisayar oyunlarının hızıyla akmakta, dünya oldu bir köy, her şey bir tuşun ucunda. Doğduğumuz yer ile sınırlı değiliz, hayallerimiz mahallemizi çoktan geçti, şahane…

Ve fakat öyle hızlı koşuyoruz ki ruhumuz geride kalıyor.

Ez cümle insan canlısı bu, yerde gökte, tuşun ucunda illa ki gönül yarenini arıyor. O yüzden bu bağlanmadan, yakınlaşmadan kurulagelen ilişkiler pek kısa ömürlü olacak. Ancak dünya ve gençlik yeni bir yol illa ki bulacak diye düşünürüm.

Kitabınızda “Hepimizin içinde büyüdüğü bir aile ve seyrettiği bir kadın-erkek ilişkisi vardır” diyorsunuz ve herkesin kendi ailesinden getirdiği “bir valiz ilişki” bilgisinden bahsediyorsunuz. Kendi valiz ilişki bilgimizle partnerimizin valiz ilişkisi birbirinden çok zıtsa, bunları uyumlamak ne kadar ve nasıl mümkün?

Epey mümkün fakat restleşmeyin, bunu bir iktidar mevzusu haline getirmeyin, ben sen mevzusu, "Benim ailemde" ile başlayan cümlelere dönmesin.

Herkes önce kendini elden geçirecek, partnerinin ailesi ile geçinmeye gönlü olacak, coğrafyanın 'gelin hanım replikleri'nden kurtulacak, 'damat bey olmak başka saygısız olmak başka'yı iyice kavrayacak, sonrası kolay. Yeni bir aile kurarken elbet bildiklerimiz, seyrettiklerimiz güncellenir, insanın bildiğine koşuşu hızlanır, kabul. Ancak durmak ve dinlemek lazım, içinde büyüdüğümüz aileden istediklerimizi alıp istemediklerimizi bırakacağız. Bu yüzden "Bizimkiler özel günleri kutlar" alalım, "Bizimkiler illa ki küserler" bırakalım… Böyle gider bu hikaye. Bir de kadın ve erkeğin uzlaşamadıkları ihtiyaçları vardır ki, uzlaşılamayan alanların her zaman olacağı mevzusunda uzlaşmak mühimdir.

'GEÇİNMEYE GÖNLÜ OLAN SINIR İHLAL ETMEZ'

Birçok kişi “o adamı” ya da “o kadını“ arıyor. Epey idealize edilen ancak ulaşılamayan bir ilişki tanımı yaratılıyor. Kişiler sizce “o” kişiyi ya da “o” ilişkiyi yaratmaya niçin ihtiyaç duyarlar? Bu durumu bir nevi ilişkiden sakınma olarak değerlendirebilir miyiz?

Değerlendirebiliriz elbet. Ve fakat içinde yaşadığımız haz çağı, narsisistik figürleri, hiç gaz kesmeyen duyguları, evrenden istenen mutluluğu, varlığım dünyaya armağandır yanılgısını, en seyirlik, en şahane resim veren ilişki olma hayalini epey coşkuyla beslemektedir. "Kriterlerim var" ile başlayan cümleler var, mutsuzluk ile mutluluğun ahbaplığı unutuldu, eksiksiz olma hayali büyüdü. İşte bu aranan ve bir türlü bulunamayan adam yahut kadınlar zaten yoklar. Biz ilişki tasavvur ediyor sonra içine monte edecek şahsiyet arıyoruz. Ancak birini gönül ile sevmek, doğru ile eğriyi görmeyi ve onu kabul buyurmayı içerir. Kendiniz için seversiniz, film karesi tadında gözükmek için değil.

Uzun süreli ilişki yaşayan kişiler farklı yönlere doğru (ideolojik, kültürel ya da sosyal anlamda) değişim yaşadıklarında ilişkinin selameti açısından bu durumla nasıl başa çıkabilirler?

Bu kolay bir mesele değil. Bir kere kendine rağmen sevebilmeyi, kabul buyurmayı kapsıyor ki bunlar insanın tekamülü ile alınan yollar. En sertinden başlayalım siz inançlı bir hayat süreceksiniz o inançsız, siz sol görüşlüsünüz o sağ görüşlü, sizin için sosyal hayat kıymetli, 'illa ki eş dost olsun, evimiz şenlensin'cisiniz, onun için ise ev mahrem, arkadaşlık da bir kazık yeme yöntemi... Bu böyle sürer gider ve insanın tekamülündeki imtihanlarından mühim olanlardandır. Birisini kendine rağmen, inancına, sosyal, siyasi görüşünüze rağmen dönüştürmeye mecbur etmeden, hatta ısrar etmeden, ikna politikaları uygulamadan sevmek ve kabul buyurmak... Böyle ilişkilerde birisi ötekine ilhak olmayacak ise ki lütfen olmasın, bu mevzuyu renk ruhsar olarak okur, güzelleşir. Bunun aksi durumda kimin kime gücü yeterse o hakim olur, kazananı olmayan oyun başlar.

Yine kitabınızda birkaç yerde “geçinmeye gönlü olmak” kavramına rastlıyoruz. Kişinin geçinmeye niçin gönlü olmaz?

İnsanın iktidar mücadelesini sesli, sessiz yapmayı pek sevdiği bir yerdir ilişkisi. Geçinmeye gönlü olmak ötekini anlamayı, incelikle, zarafet ile anlamayı içerir; yarasını beresini, fazlasını azını, ne var ne yok anlamaya çalışmaktır. Anlamak başka, doğru bulmak başka, kabul buyurmak bambaşka.

Kadın erkek ilişkisi ise doğasında iktidar mücadelesini illa ki barındırır. Kimi çift bu alanda ömür tüketir, kimi ise birbirine müsaade eder, oyuna gelmez. Coğrafya bu oyunu iyi bilir, ezberden oynar, geçinmeyi reddettiği alanları vardır ve bunlar en çok köken aileyi içerir.

Geçinmeye gönlü olan kendi sınırlarını korur, sınır ihlal etmez, kötüden misal olmazı şiar edinir ve mutlaka yol alır. Bunu ezik olmakla, kimlik kaybetmekle lütfen karıştırmayalım, o geçinmeye mecbur olmak ve kendi sınırlarının ihlaline müsaade etmektir ki epey sıkıntılı bir durumdur.

Dr. Gülcan Özer kimdir?

1990 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra 1998 yılında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nden psikiyatri uzmanlığını almıştır.

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda çalışmış, çeşitli klinik çalışmalara ve eğitimlere katılmıştır.

Çift terapisi ve bireysel psikoterapi alanlarında çalışmaktadır.

Herkes Kendi Hayatının Kahramanı ve İnsan Halleri isimli kitapları Doğan Kitap etiketiyle basılmıştır.


Tuğçe Isıyel Kimdir?

Klinik Psikolog/Psikoterapist. Londra'da Middlesex Üniversitesi'nde ve Türkiye'de psikanalizle ilgili çeşitli eğitimler aldı. EFTA-Avrupa Aile Terapisi Derneği (European Family Therapy Association) tarafından sertifikalanan Aile ve Çift Terapisi eğitiminin temel ve ileri düzeyini tamamladı. Kurucusu olduğu Polente Psikoloji’de yetişkin, çift ve aile alanında psikoterapist olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda “Psikanalitik Edebiyat Okumaları” isimli bir atölye çalışması yürütüyor ve çeşitli dergilerde inceleme, deneme, eleştiri türünde yazılar yazıyor. Ya Hiç Karşılaşmasaydık isimli kitabın yazarıdır. Tezer Özlü’ye Armağan kitabına yazılarıyla katkıda bulunmuş, İstanbul’un Sakinleri adlı öykü kitabını ise yayıma hazırlamıştır.