YAZARLAR

Böyle kötü yönetilmek kaderimiz mi?

Karlı bir Ankara sabahında işine gücüne gitmekte olan milletimizi galeyana getirmek isteyen bir kısım medya nafile çabalayıp durduysa da, yetkililerimiz sorumluluk bilinciyle olayı en ince ayrıntısına kadar aydınlattılar. Değil mi ama?

Olur böyle şeyler. Kazadır. O da olmazsa vahim bir kazadır. Yetkililer ölenlere Allah’tan rahmet ve yaralılara da acil şifalar diler. Ölenlerin yakınlarına başsağlığı diledikleri de olur. Bazı durumlarda Sayın Cumhurbaşkanımız, o da olmadı Meclis Başkanımız bizzat telefonla arar. Ama kaza, bütün muasır medeniyetlerde yaşanan bir durumdur. Adı üzerinde. Beşer şaşar. Sizin kontrolünüzde olmayan şartlar gelişebilir. Bu durumda fıtrat, kader devreye girer. Sorarım size, Soma’da girmedi mi? Daha bu yaz Pamukova’da girmedi mi? Hızlı tren, sonuçta iki ray üzerinde giden bir lokomotif ve birkaç vagon. Kara trenden azcık daha hızlı gidiyor. Farkı o. Yani tamam, şimdi Japonya’da filan diye başlamayın rica ederim. Biz de biliyoruz. Ama bizimkisi böyle. CeHaPe zamanında hızlı tren mi vardı allasen? Yol bile yoktu!

Şimdi birtakım şer cepheleri buna ihmal, cinayet, şu bu deyip, saygıdeğer Ulaştırma Bakanımızı istifaya filan davet ediyor. Oysa yetkililer ilk dakikalardan itibaren olup biteni net biçimde ortaya koydular. Yayın yasağı bile getirmediler ki, bal gibi haklarıdır. Karlı bir Ankara sabahında işine gücüne gitmekte olan milletimizi galeyana getirmek isteyen bir kısım medya nafile çabalayıp durduysa da, yetkililerimiz sorumluluk bilinciyle olayı en ince ayrıntısına kadar aydınlattılar. Değil mi ama? Yine de memleketin yarım asırlık CeHaPe zulmünden sonra huzur bulmasını içlerine sindiremeyenler boş durur mu? (Yarım asır dediysem, lafın gelişi. Hemen parmak hesabı yapmaya kalkmayınız.) Yok efendim sinyalizasyon sistemi yokmuş, yok efendim hat seçime yetiştirilmek için tamamlanmadan açılmış, yok efendim ihaleyi alan şirket şuymuş buymuş… Bir kere, karı yağdıran Ulaştırma Bakanı mıdır? Haşa. O sabah birazcık kar yağmışken tedbirli davranıp hattı kontrol etmesi için kılavuz lokomotifi yola çıkaran, sonra da Polatlı’dan geri döndüren Ulaştırma Bakanımız mıdır? Ne alakası var. Bu işler koskoca bakana mı kaldı? Sonra makası yanlış yola yapıp hızlı treni lokomotifin beklediği raya yönlendiren ulaştırma bakanı mıdır? Daha neler. Kazanın sorumluları gün gibi açığa çıkmışken bir bakana da bu kadar yüklenilmez ki. Yine de bakanımız sorumluluk sahibi bir yönetici olduğu ve bugüne kadar üstlendiği her görevin altından alnının akıyla çıktığı için gazetecilerin karşısına çıkmakta bir beis görmüyor. Kendisine yöneltilen soruları layıkıyla yanıtlıyor ve olayın müsebbipleri hakkında gerekenin yapılacağını açık ve net bir biçimde ortaya koyuyor. Bizler de böylece, sinyalizasyon sisteminin demiryolu işletmeciliği için olmazsa olmaz bir sistem olmadığını en yetkili ağızdan duymuş oluyoruz. Ne olacak yani her şeyde otomasyon, otomasyon diye tutturunca. Telefon da bir haberleşme aracı değil midir? O trenin makinisti öbürünü telefonla arar, “biz yola çıktık, önümüzden çekil” deyiverir. “O da ha tamam, makasçıya haber vereyim de bizi öbür raya alsın” der. Böyle de olur bu işler. Olmaz diyen, art niyetlidir. Hatta memleketin kalkınmasını ve ulaşımda dünya lideri olmasını çekemediği için şer cephesidir. Felaket teröristidir. İşte bunu bilen bakan, daha da önemli bir bilgiyi de paylaşıyor bizlerle. Diyor ki, “Bu sistemin olmamasından dolayı demir yollarında işletme yapılamaz diye bir şey yok.” Nitekim, yıllardır bal gibi yapıldığını yine kendi sözlerinden öğreniyoruz. Toplam demiryolu hattının yarısından fazlasında bugüne kadar hiç sinyalizasyon sistemi kurulmamış. Buna hızlı trenlerin kullandığı hatlar da dâhil. Son 15 yılda gerçekleşen tren kazalarında yüze yakın kişi ölmüş; yüzlercesi yaralanmış. Bir tek yetkili istifa etmemiş. Neden? Çünkü bunlar hep kaza, hep kader. Bu nedenle, bu gibi kazaların ardında başka sebepler arayarak hükümeti yıpratmaya çalışan art niyetli gazetecilerin sorularına alışık olan Sayın Bakan, bir gazetecinin yönelttiği “bu trenlerde sinyalizasyon var mıydı?” sorusundaki akademik yanlışı da hemencecik fark ederek kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesinin önüne geçiyor: “Bu soru doğru bir soru değil. Sinyalizasyon sistemi demiryolu hatlarında bulunan bir sistem”. Deneyimli bir bürokrat olan bakan, sorduğu yanlış soruyla art niyetinin ifşa olduğunu görerek bocalayan gazetecinin sorusunu düzeltmesine izin vermeden, son derece doğru bir zamanlamayla, soruları yanıtlamayı sonlandırıyor. Böylelikle kazanın yaşandığı hatta sinyalizasyon sisteminin olmadığı bilgisini kamuoyuyla en yetkili ağızdan paylaşma zorunluluğundan da kurtulmuş oluyor. Şimdi bakan daha ne yapsın sizin için eyyy Ankaralılar?

Ha o trende birilerinin evladı, birilerinin babası, yoldaşı, kardeşi vardı, öyle mi? Kızımın okulunda okuyan, bir yıl önce annelerini kaybetmiş iki kız çocuğu bu dünyadaki tek tutanaklarını, babalarını kaybetti. Makinistlerden biri, kar nedeniyle sefere yetişemeyen arkadaşının yerine binmişti trene. Hürriyet gazetesi dün “makinistin acı kaderi” başlığıyla verdi haberi. İki çocuk babasıydı o da. Kader. Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde çalışan bir hekim, nöbete gidiyordu. Sabah erkendi. İşe yetişecek insanları, öğrencileri taşıyordu o tren. Tam da bakanın dediği gibi olduğu için, demiryollarında sinyalizasyon olmadan da işletme yapılabildiği için öldüler. Hadi diyelim bunlar hep kader. Böyle kötü yönetilmek de bizler için bir kader mi peki?


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.