Fenni muayene yaptıran adam
Egzoz sırasına girdiğinde artık iyiden iyiye üşümeye başlamıştı. Egzoz görevlisi el işaretleriyle yönlendirdikçe heyecanı artıyordu. “Gaz ver,” konutunu alınca gaz verdi. “Bırakabilirsiniz,” komutuyla bıraktı. Komut, yaşamı kolaylaştırıcı bir şeydi aslına bakılırsa, insanın devlet nezdinde hata yapmasını önlüyordu. İçeri davet edildiğinde, egzoz görevlisinin yüzündeki ifadeden tedirginlik duydu. “Hayırdır?” dedi.
Babasının, sararmış bezden bir bohçası vardı. Yıllarca, yatırdığı her faturayı, yaptığı tüm ödemelerin belgesini o bohçada toplamıştı. Değerbilir ailelerin evlerinde bulunan türde hayli eski ama bakımlı, birkaç kez tamir olduğu her halinden belli camlı büfenin alt çekmecesinde korurdu bohçayı. Bir faturayı yatırdıktan sonra o çekmeceyi özenle açar, bohçayı çıkarır, faturayı yerleştirir ve ardından aynı özenle düğüm atıp aldığı yere yerleştirirdi. Zamanında ödenmiş faturaları saklamanın çok önemli olduğunu, devletin her an o fatura ödenmemiş gibi borç çıkarabileceğini, bu nedenle saklamanın hayati olduğunu düşünüp anlatırdı. Faturaları son günü beklemeden ödemekle, hiç borçlu olmamakla övünürdü. Bir vatandaş görevini layıkıyla yerine getirmeli ve elbette borçsuz göçüp gitmeliydi bu dünyadan.
Babasının bohçasını hiç unutmadı. Saklamak, gereklilikti! Faturalarını zamanında ödüyor, mevzuattaki değişiklikleri takip ediyor, duyduklarını mağdur olmasını istemediği yakınlarına ulaştırıyor, iyi yurttaş olmak için azami özen gösteriyordu. Vergi tarihlerini, eski arabasının sigorta zamanını, faturalarının son ödeme günlerini defterine hassasiyetle not ediyordu. Aralık ayı geldiğinde, eski arabasının fenni muayenesinin yaklaştığını fark etti, iyi ve duyarlı bir vatandaş olarak muayenenin sona ermesine en az bir hafta kalaya randevu alması gerektiğini düşündü. Bir terslik olursa yeniden randevu alacak zaman bulamayabilirdi. Bu olasılıklar üzerine düşünmeyi ve tüm riskleri ortadan kaldırdığı hissini yaşamayı seviyordu. İyi bir vatandaş olmuştu her zaman. Kırmızı ışıkta durmayanlara sinirlenir, durakta sıraya riayet etmeyenleri ve toplu taşım araçlarında yaşlılara yer vermeyen gençleri iğneleyici ancak kibar olmaya özen gösteren bir dille uyarır, kapıdan girerken yanındakine öncelik tanır, yürüyen merdivende sağ tarafta beklemeye ve telefonla konuşurken hiç kimseyi rahatsız etmemeye özen gösterirdi.
Eğitimin şart olduğuna inanıyordu.
Bilgisayarını açtı ve fenni muayene randevusu almak için gerekli olan sayfayı buldu. Bilgilerini girdi. Muayene tarihinin biteceği tarihten bir hafta öncesine gün aldı. Her zamanki gibi yazdıklarını bir iki kez kontrol edip randevunun doğruluğundan emin olduktan sonra, sayfayı kapattı. Tuhaf bir heyecan duyardı içinde böyle zamanlarda. Randevu gününün gelmesini çok ister ama yaklaştıkça tedirgin olurdu. Bir terslik olursa! Gerekli belgelerden birini unutursa! Uyuyakalırsa! Acaba daha geç bir saate mi alsaydı randevuyu? Fakat çok uzak bir yerdeydi muayene istasyonu, o saatte trafik olabilirdi. Hele ki yağmur varsa. Hemen o günün hava durumuna baktı. Sağanak görünüyordu. Hay Allah, yoksa korktuğu başına mı gelecekti? Hiç hesaba katmamıştı mevsim koşullarını. İyi de her şeyi de hesap edemezdi ki canım! İnsanda biraz da şans olmalıydı. Hiç bir zaman işleri tıkır tıkır işleyen biri olmamıştı zaten. Hava durumunu doğru tahmin etmedilerse peki! Bazen oluyordu böyle şeyler. Neyse, bekleyip görecekti. Randevuyu aldığının ertesi günü, site bahçesinde park edilmiş ve sık kullanılmayan eski model arabasının yanına gitti. Elindeki listeye bakarak her şeyi kontrol edip işini sağlama almak istiyordu. Fenni muayenede başarısızlığa tahammülü yoktu. Sağlık çantasında tentürdiyot olmadığını görünce bir koşu eczaneye gidip küçük bir kutu Batticon aldı. Bahçeye dönüp aracındaki çantaya yerleştirdi. Site güvenlik görevlisini çağırıp aracın arka ve ön lambalarını kontrol etmesi için yardım istedi. Güvenlik görevlisi, park lambasının yanmadığını söyleyince çok canı sıkıldı. Hemen aracına bindi ve en yakın elektrikçiye giderek sorunu çözdü. Tüm lambaları kontrol ettirdi. Tamirciye birkaç kez “Emin misiniz?” sorusunu yöneltip “Her şey tamam abi, sıkıntı yok,” yanıtını alınca, iç huzuruyla evine dönüp eski model aracını aynı yere park etti. Artık hazırdı. Hiçbir eksiği yoktu muayeneye saatler kala ama yine de belli belirsiz bir huzursuzluk vardı içinde. Hayat boyu kurtulamadığı bir duyguydu bu. Hiçbir zaman tam manasıyla özgüven sahibi bir vatandaş olamamıştı. Bir şeyleri eksik bıraktığı duygusu yakasını bırakmıyordu. Özelikle işi devlete düştüğünde aynı yetersizliği hissederdi. Bir şeyler ters gidecek, işi o gün bitmeyecek, belgelerinde eksik çıkacak... Ve her defasında, eğer kazasız belasız, hırpalanmadan çıktıysa devlet dairesinden, anlatılmaz bir tatmin yaşardı. Bir kez daha başarmış olma duygusu. Yaşadığı toprakta çile genel kural, huzur istisnaydı ve herkes er geç bellerdi bu gerçeği.
Sabah olmuştu...
Telefonundaki hava durumu programı yanılmamıştı yağmur tahmininde. Sağanak vardı ve yakın zamanda biteceğe benzemiyordu. Belgelerini bir kez daha kontrol ettikten sonra, yağmurdan kaçıp eski model aracına sığındı ve hayli uzak mesafedeki istasyona doğru yola koyuldu. Çok sevdiği eski model arabasında klima olmadığı için özellikle soğuk ve yağmurlu havalarda camlar buharlandığından, bir yandan elindeki bezle camı silip diğer yandan camları hafifçe aralayarak buharın azalmasını sağlamaya, önünü görmeye çalışıyordu. Berbat bir trafikte, telefonundaki adres bulma programının yardımıyla ilerlemeye çalıştı. Sonunda fenni muayene istasyonuna vardığında çoktan baş ağrısı başlamıştı. Girişteki görevli bir sıra numarası verdi ve aracını sağdaki park yerine bırakıp o sıra numarasıyla işlemleri başlatmasını söyledi. Görevli, güven veren bir delikanlıydı ve o esnada en çok ihtiyaç duyduğu şey buydu. Yapması gerekenleri bir kez daha teyit ettirdikten sonra, arabasını park edip sağanak yağış altında, işlemleri yapacağı birime doğru koşmaya başladı. Yanlış ayakkabı giydiğini de bir su birikintisine girip ayakkabısı su aldığında anladı! Elindeki sıra numarası ile, bir sonraki sıra numarasını aldı ve beklemeye başladı. Bankodaki ışık yanınca, genellikle devlet dairelerinde takınmaya çalıştığı mütebessim hâliyle yaklaştı camekanın arkasındaki görevliye. Her an bir sorun çıkması ihtimalinin, o gülümseyen ve daha baştan alttan almaya hazır müşfik yüz ifadesiyle azaldığını düşünüyordu. Görevli, büyük bir ciddiyete gerekli belgeleri aldı. “Hepsi tamam mı?” sorusuna, “Tamam” yanıtını aldığında çok mutlu oldu. Camekanın arkasındaki görevli, önce egzoz pulu alması gerektiği için egzoz muayenesi yapılan kanala girmesi gerektiğini, ardından, eğer sırasını ‘işaret edilen’ noktada beklerse plakasının anons edileceğini hatırlattı. Bir kez de kendisi tekrar edip görevliye onaylattıktan sonra heyecanla arabasına koştu, aynı su birikintisine yeniden girerek.
Egzoz sırasına girdiğinde artık iyiden iyiye üşümeye başlamıştı. Egzoz görevlisi el işaretleriyle yönlendirdikçe heyecanı artıyordu. “Gaz ver,” konutunu alınca gaz verdi. “Bırakabilirsiniz,” komutuyla bıraktı. Komut, yaşamı kolaylaştırıcı bir şeydi aslına bakılırsa, insanın devlet nezdinde hata yapmasını önlüyordu. İçeri davet edildiğinde, egzoz görevlisinin yüzündeki ifadeden tedirginlik duydu. “Hayırdır?” dedi. Görevli, “Sizin arabanın ciğerleri hasta, üst limiti aşmış vaziyette, ağır kusur bu,” diyerek yanıtladığında, gözünün önünde kara lekeler uçuşmaya başlamıştı. “Ne demek bu, muayeneden geçmeyecek mi?” diye sordu korkuyla. Görevli üzgün ve kararlı bir ifadeyle “Ne yazık ki!” diyerek yanıtladı. “İyi de ben de sigara içiyorum, ciğerlerim biraz sorunlu ama sokağa çıkabiliyorum!” denemesi, görevlide belli belirsiz bir gülümsemeye neden olduysa da işe yaramadı. Düşmüş omuzlar ve üzgün bir yüz ifadesiyle, asıl muayene sırasına girdi. İç sıkıntısıyla, gerekli aletleri bir kez daha kontrol ederken sıra numarası anons edildi. Arabasını, işini büyük bir ciddiyetle yapan muayene görevlisine teslim edip beklemesi için işaret edilen yere yürürken bir sigara yaktı. Önündeki bir haftanın ziyan olacağını, arabasının trafikten men edilebileceğini, kusurlu, hem de ağır kusurlu hâle düştüğünü sayıklarken, ikinci sigarasını yaktı. Biraz sonra muayene görevlisi kendisini içeri davet etti ve arabasının temiz olduğunu ancak egzoz ölçümündeki ağır kusur nedeniyle muayenenin onaylanamayacağını anlattı.
Bir kez daha ‘ağır kusurlu’ demişlerdi işte. Oysa hatasız bir hayat sürmeye çalışmıştı ömrü boyunca. Teşekkür ederek arabasını aldı, biraz önce egzoz ölçümü yapan görevlinin yanına giderek sorunun ne olabileceğini, nasıl çözebileceğini sordu. O esnada aklına, yakınlarda bir yerlerde tamirci olabileceği geldi. Artık donmak üzereyken böyle bir şeyi düşünebilmiş olması hoşuna gitmişti. Telefonundan en yakındaki oto sanayinin adresini bulup yeniden yola çıktı. Yağmur, sulu kara dönüşmüştü. Zorlanarak da olsa sanayi sitesini buldu. Kapıdan girer girmez, hemen sağda, tabelasında “yetkili gaz ölçüm merkezi” yazan bir dükkan fark etti. Ağır kusurlu olduğu söylenen arabasını park edip içeri girdi ve ustanın kim olduğunu sordu. Başına ve yüzüne yün kaşkol sarmış biri, “Benim” diyerek kendisine doğru yürümeye başladı. Hikâyesini baştan sona anlatınca, görmüş geçirmiş biri olduğu her hâline sinmiş usta, “Çek bakalım şuraya, bir bakıp sorunu anlayalım” der demez, hâlâ nasıl olup ağır kusurlu çıktığına inanmakta zorluk çektiği arabasını gösterilen yere çekti ve “Gaz ver,” komutunu alınca bir saat öncesini hatırlayıp aynı duyguyu yaşadı. Bilgisayarın olduğu kulübeye davet edilince, içinde küçük bir elektrik sobası olan ve ustayı olduğundan da anlayışı gösteren iki metrekarelik yere girdi. Usta, sorunu anlamaya çalışırken aniden ekrana bakıp “Hoppala, bak şimdi yeşile döndü, bir sorun yok yani, istersen hemen bir çıktısını alalım” diyerek söz konusu onayın fiyatını hatırlattı. “Hemen alalım, fiyatı önemli değil” diyerek yanıtladı ustayı. Uzun süredir ilk kez “Fiyat önemli değil” diyordu. Bunu söylediği için kendisini iyi hissettiğini fark etti. Usta bilgisayardan belgenin çıktısını alırken, artık el ve ayak parmaklarını zorlukla hissediyordu.
Saatine baktı, 14.30’a geliyordu. Yeniden randevu alabilirse arabasını ağır kusurlu olmaktan kurtarabilirdi aslında. Muayene istasyonunun internet sitesinden randevu telefonunu buldu, internetin hayatı nasıl da kolaylaştırdığını düşünürken. Saat 15.00’e randevu aldı. Ustaya teşekkür edip ücreti ödedikten sonra, ağır kusurlu olmadığı her halinden belli arabasına atlayıp yeniden muayene istasyonuna gitti. Bu kez tecrübe sahibiydi. Sıra numarasını almak için koşarken, daha önce iki kez girdiği su birikintisini bu kez de atlamadı! Artık hiçbir şey umurunda değildi. Ne hissetmediği parmakları ne o saate kadar hiç bir şey yememiş olması ne ıslak çorapları... Sıraya girdi. Aynı işlemleri yaptı. Egzoz görevlilerinin yanına gidip arabasının ağır kusurlu olmadığını, kendilerinin büyük bir hata yaptığını söylemek istese de, vazgeçti. On beş dakika sonra, belgeleri imzalanmış ve eski arabasının kusursuzluğu tescil edilmişti. Eğer hissedebilseydi, mutluluktan eli ayağı titriyor olurdu. Çocuksu bir sevinçle muayene görevlisine “Bu kadar değil mi, artık sorun yok, gidebilir miyim?” sorusunu yöneltti. Ardından bir kez daha. Görevli, her ikisine de “Evet gidebilirsiniz” yanıtını verince, eşsiz bir özgüvenle bindi arabasına. Kurallara uyarak geçirdiği bir ömrün ortasında, mutlulukla kullanmaya başladı. Radyodan güzel bir müzik buldu. Eşlik etmeye başladı. Sağa sola gülümseyerek bakıyor, buharlanan yan camı neşe içinde siliyordu. Keşke trafik polisi çevirse ve belgelerimi sorsa, diye geçirdi içinden. Park lambasına, ruhsata, muayenesine, egzoz puluna baksalardı. Eliyle direksiyona hafifçe vurarak tempo tutuyordu. Bir saat sonra eve vardı. Kusuru olmayan arabasını park edip eve yöneldi, kapıyı açtı, ayakkabılarını çıkardı. Banyoya yürürken, çorabının ıslak zemin kalebodur üzerinde iz bıraktığını gördü. Soyunup dökündü. Ilık suyla yıkandı. Çayını hazırlayıp kanepesine uzandığında, hâlâ kusurlu olmayan arabasında dinlediği müziği mırıldanıyordu. Görevlerini harfiyen yerine getiren bir yurttaştı. Eski ve güzel arabasına ‘ağır kusurlu’ diyenler utanmalıydı. Bunu çok dert etmemeye karar verdi. Saatlerce perişan olmuş, çok yorulmuştu belki ama kanunlara uyarak yaşamanın zevki neyle karşılaştırılabilirdi? Yeni yıla huzur içinde, eski ve kusursuz bir arabayla girecekti.
Bilgisayarını kucağına aldı. Hayatı çok kolaylaştırdığını düşündüğü internete girdi. Sürekli okuduğu haber sitelerinden birini tıkladı. İlk haber, bir bakanın açıklamasına ilişkindi. Haberi veren gazeteye göre bakan, sahibi olduğu otelleri için imar barışına başvurup başvurmadığına ilişkin soruyu, bunun çok büyük avantaj olduğunu hatırlatıp “Niye kaçırayım?” diyerek yanıtlamıştı. İkinci haber, bu kez bir diğer bakanın, eşine ilişkindi. Bakan eşinin, bir belediyede memurken görev süresinin çoğunu izinli geçirmesinin ardından Saray’a atandığı yazıyordu...
Hayatı kolaylaştırdığını düşündüğü interneti kapattı. Gözü, duvardaki gözeneklere takıldı. Öylece bakıyordu. Yeni yıla bir kaç gün kalmıştı. Ne kadar sıradan bir yaşamı olduğunu düşündü. Kanunlara, düzen ve nizama harfiyen uyarak geçirdiği, sıradan bir yaşam. Hayatı boyunca yaptığı her ödemeyi, sararmış bohçası içinde saklayan babasını hatırladı. Babasının arabasında, ‘kelebek cam’ vardı. Ne kadar güzeldi o camlar, yalnızca ferahlık değil, arabaya estettik bir görünüm de veriyordu. “Keşke benim, kusuru olmayan arabamda da kelebek cam olsaydı” diye geçirdi içinden. Birden gülümsedi. Olabilirdi hakikaten, sanayide böyle işler yaptıklarını biliyordu. Yeni yılda... Neden olmasın... İyi de, kelebek cam olmayan bir arabaya kelebek cam açtırmak, mevzuata aykırıydı. Ya trafikte çevirip sorarlarsa! Bir sonraki fenni muayene! Gülümsemesi yüzünde dondu. Tedirgin oldu kelebek cam düşüncesinden.
Vazgeçti...
Bir yılbaşı armağanı: Değerli Gazete Duvar okuyucuları, hepinize 2018’den daha iyi bir yıl dilerim. Belki de seyrettiğiniz, benim yıllardır büyük ‘sevgiyle’ ezber ettiğim videolardan biri, yılbaşı hediyesi olsun. Büyük aktör, komedyen, rahmetli Danny Kaye’in, çocuklara operayı sevdirmek için sergilediği olağanüstü güzellikteki gösteri. Siz biliyorsanız çocuklarınız seyretsin. Baştan sona seyretsinler lütfen. Hem, çocuklarınızın Eski Türkiye TRT’si ve tabii programı sunan rahmetli Hikmet Şimşek hakkında bir fikri olur böylece. Buraya bırakıyorum...
Murat Sevinç Kimdir?
İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.
Amaan geçecek geçecek, vallahi en güzel günleriniz! 12 Ekim 2021
O muhafazakâr aynaya bakıp biraz da kendi haline dertlensin... 05 Ekim 2021
Endişeli muhafazakâr, geçenlerde Validebağ'a moloz döktü! 28 Eylül 2021
Yurtsuz öğrencilik ve av olmaması gereken yurttaş... 23 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI