2018 biterken gidenler, kalanlar
2018’e Afrin operasyonu ile girilmişti. Yılı Fırat’ın doğusuna yeni bir harekat gündemiyle kapatıyoruz. ABD’nin Suriye’den çekileceğini ve vekaletini Türkiye’ye bırakacağını söylemesinin bölgede oluşturacağı yeni denge (veya dengesizlikler) yanında iç politikada da bazı yansımaları olması muhtemel.
2018’in son yazısı. Bir seneyi kapatırken, ortada ne kadar kötü bir bilanço olursa olsun, gelen yılı umutla karşılamayı istiyor insan. Hayli uzunca bir süredir, “herhalde daha fenası olmaz, gidiyor bu berbat sene” denilen yılların sonu gelmedikçe, bu ihtiyaç daha da büyüyor. Üstelik kötümserliğin memleket sınırlarında son bulmayıp bütün gezegene ve hemen her alana yayılmış olması da, iyimserlik ihtiyacını büyütüyor. O yüzden, adet olduğu üzere yazının sonunda yer alacak iyi niyet dileklerini, nasıl bir yıl geçti faslına ve daha gerçekçi öngörülere girmeden baştan söylemek daha iyi olacak. Umalım, 2019 herkese kendileri ve sevdikleri için güzel şeyleri, dünyaya ve Türkiye’ye de daha iyi bir yer olma istek ve enerjisini getirsin. Sonunda “Ne seneydi be” sözünü sadece pozitif anlamda kullanabileceğimiz biçimde bir yıl geçirelim.
Gelelim 2018’in gelişmelerine, gelecek yıla aktardıklarına ve gelecek yılın bize getirebileceklerine. Çok uzun bir süredir her senenin başlığı haline gelen, “çok hareketli bir yıl oldu” kalıbını 2018 için de kullanmak zorundayız. Siyasette, dış politikada ve ekonomide sadece hareketlilik değil, ciddi değişikliklerin, sarsıcı sonuçların ortaya çıktığı bir yıldı. Bu önemli değişikliklerin yine önemli bir kısmı da, süreçlerin tamamlanması, bazı şeylerin sonuçlanması şeklinde olmadı. Hemen her alanda, belirsizliklerin arttığı, mevcut durumun ağırlaştığı veya karmaşıklaştığı başlangıçları gördük. Dolayısıyla, 2019 da sakin bir yıl olacak gibi görünmüyor, aksine 2018’de açılan başlıklarda daha derinleşen etkiler görülmesi muhtemel. Bu çerçevede, ağırlıklı olarak siyaset ve siyasete etkileri bağlamında ekonomi ve dış politika meselelerine temas eden bir tablo çizmeye çalışalım.
2018, son beş yılda olduğu gibi, “her seneye bir seçim” hedefiyle uyumlu bir seçim senesiydi. Yıla, son yılların en aktif siyasetçisi Bahçeli’nin öncülüğünde önce ittifaklı seçim sistemi, sonra da erken seçim çıkışıyla başlandı. Yılın ilk yarısı neredeyse tamamen seçim gündemiyle biçimlendi. Yürürlükte olan OHAL şartları yetmezmiş gibi, son derece eşitsiz koşullar üreten seçim yasası, Doğan Grubu’nun da satışa zorlanarak ana akım medya kontrolünün iktidar açısından mutlaklaştırıldığı bir zeminde sürdü kampanyalar. AKP’nin oy gerilemesinin devam etmesine rağmen ittifak desteğinin iktidarı koruduğu bir sonuçla da neticelendi. İttifak içindeki oy kaymasının da iddia edildiğinin tersi biçimde AKP’den MHP’ye doğru olduğu görüldü. Bahçeli’nin “ittifaksız yerel seçim” çıkışına, daha sonra da Erdoğan’ın ittifaka geri dönmesine neden olan bu durumun yerel seçimde de tekrarlanması yüksek olasılık.
Birçok ilke sahne olan 24 Haziran seçim sonucu, Türkiye’nin yönetim sistemiyle ilgili de “yeni dönemin” başlangıcıydı. 2017 Referandumu ile getirilen yeni yönetim modeli uygulamaya girdi. Siyasi sorumluluğu olmayan hükümet, etkisizleşen parlamento, fütursuz “güçler birliği” uygulanmaya başlandı. Karar süreçlerini hızlandırmak ve etkili yönetim iddiasındaki yeni rejim, kararlarda keyfiliği ve sorumsuzluğu artırdı ama başta ekonomi olmak üzere çeşitli alanlarda etkinlik zaafları görülmeye başlandı. Bunu en iyi açıklayan kavram; Prof. Yüksel Taşkın’dan ödünç olarak kullanacağım “İnşa kabiliyeti sınırlı yıkıcılık”. Yargıya verilen talimatlar artar ve alenileşirken, ekonomi yönetimi iyice aile içine alınırken, bu alanların esas fonksiyonlarında önemli yönetim zaafları yaşanmaya başlandı. Siyasi ve idari gücün korunması önceliğinin, yönetememe krizini çözmeyip derinleştirdiği görüldü.
İktidar, giderek sertleşen koşulların büyüttüğü yöneteme krizine çözüm olarak, 24 Haziran sonuçlarını da önemli ölçüde borçlu olduğu kutuplaştırma siyasetine hız verdi. 2018’in son çeyreğinde, önümüzdeki yıl yapılacak yerel seçimlerin atmosferi erkene taşınarak özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürükleyiciliğinde siyasi dil sertleşmeye, baskılar artmaya başladı. Bahçeli tarafından dile getirilen, yerel seçim sonuçlarının yeni yönetim sisteminin sorgulanmasına neden olmasını engelleme hedefi, siyasi atmosfer açısından 2019’un -en azından ilk aylarının- bitirmekte olduğumuz yıla fazlasıyla benzeyeceğini gösteriyor. Ancak, 2017 referandumu ve 24 Haziran seçimlerinden farklı olarak muhalefet partilerinin ve genel olarak muhalefetin ortak motivasyon üretmekte zorlanacağı görülüyor. Bunun gerisinde, 2018 seçiminin yarattığı yatıştırılamamış yenilgi hissi olduğu kadar, muhalefetin iktidar ittifakı kadar kolay ortak slogan (endişe) üretememesinin de etkisi var.
Yılın hemen başında güçlü işaretleri görülen, yaz aylarıyla sert şoklar halinde rakamlara yansıyan ve yılın sonuna doğru etkileri iyice belirginleşmiş olan ekonomik kriz, elbette 2018’in en belirleyici gündem maddesiydi. Önümüzdeki yılın da önemli başlıklarından biri olmaya devam edecek. Ancak ekonomik krizin tanımlanması ve tepkileri konusunda iktidarın aşırı atak ve etkili tavrı, “normal” koşullarda çok belirleyici olacak siyasi yansımaları fazlasıyla hafifletmiş görünüyor. Krize karşı geliştirilecek önlemler/çareler konusunda şaşırtıcı bir hareketsizlik gösteren iktidar, krizin kendisine değil iletişimine odaklanarak meselenin bir dış ekonomik saldırı gibi tanımlanmasını, bunun kabul edilmesini sağlayabildi. Ayrıca, başta imtiyazlı ve sorunlu sektörler -örneğin inşaat- olmak üzere, eski ve yeni ekonomik elitlerin krizden oluşacak zarardan az etkilenmesini sağlamak için zararı tabana yayma, milletçe ödenecek bir faturaya dönüştürme konusunda da henüz önemli bir dirençle karşılaşmadı.
2018’e Afrin operasyonu ile girilmişti. Yılı Fırat’ın doğusuna yeni bir harekat gündemiyle kapatıyoruz. ABD’nin Suriye’den çekileceğini ve vekaletini Türkiye’ye bırakacağını söylemesinin bölgede oluşturacağı yeni denge (veya dengesizlikler) yanında iç politikada da bazı yansımaları olması muhtemel. Elbette, Suriye üzerinden ithal edilen bir iç politik mesele olarak Kürt politikası da, bu konjonktürle (yeniden ve daha güçlü biçimde dönülen ittifakın milliyetçi ağırlığıyla) yakından ilişkili olacak. Dış politika açısından 2018’e bakıldığında en baş döndürücü sürecin ABD ile ilişkiler olduğuna kuşku yok. Brunson krizinden kur saldırısı iddiasına kadar uzanan sertleşmenin ardından Trump ve Erdoğan’ın “muhteşem” uyumuna öyle bir hızla geçildi ki, bir sürü insan (yorumcu) pozisyon belirleyemeden ters tarafta kaldı. Şimdi, iktidar açısından ABD’nin düşmanlığının mı, dostluğunun mu iç siyasette daha faydalı olacağını göreceğiz. Yerel seçim öncesinde bazı retorik hamleler olsa da, ekonomik kriz konjonktürünün zorladığı “dışarıya yumuşak, içeriye sert” tarzın sürmesi çok yüksek olasılık.
Tekrar iyi seneler.