YAZARLAR

Soyut düşünme, bilim ve bizim ateistler

Bilginin, maddesiz sermayeye dönüşümü üzerine yazılmış, ufuk açıcı kitaplardan birisi olan “Maddesiz” André Gorz tarafından kaleme alınmış… Özellikle yapay zeka ve genetik konularında düşünülecekler listesi uzun. Üzülerek söylemeliyim ki, bizlere düşünecek pek bir şey bırakmamışlar.

DNA’mız, bilinen fizik yasalarına göre, evrendeki en yoğun veri depolama ortamı. DNA’ya sığacak biçimde formatlanabilseydi, bu güne dek yapılmış filmlerin tamamı bir küp şekerden daha küçük bir alanda depolanabilirdi. Microsoft, Temmuz 2017’de 200 MB veriyi sentetik DNA’ya depoladığını açıkladı. Firma, on milyon sentetik DNA iplikçiğini, Twist Bioscience isimli şirketten satın almıştı. İki yüz MB veri, bir kurşun kalemin ucu kadar bir alanda depolanabilmişti bu sayede. İnternet üzerinden erişime açık bilginin tamamının sentetik DNA iplikçiklerine aktarılması için, yalnızca bir ayakkabı kutusu kadar bir alana ihtiyaç duyuluyor. Ayakkabı kutusu denilince, aklınıza, para gelmiştir bu topraklarda. O nedenle, fiyatına da değineyim: Microsoft’un kullandığı 13 milyon 448 bin 372 DNA parçacığı, açık markette yaklaşık 800 bin USD değerinde.

Depo alanı olarak, DNA’nın kullanılmasının getirdiği diğer avantaj da, binlerce yıl kullanımın olanaklı olması ve modasının geçmeyecek olması. Yaygınlaşması için maliyetin düşmesi gerekiyor. Yapay zekanın kullanımı ile birlikte, depolama alanı bir sorun haline gelmeye başladığı için, çözüm arayışları halen sürüyor. CRISPR Cas9 olarak bilinen genetik makasın, sentetik DNA depolama çalışmalarında da faydalı olacağı düşünülüyor.

Bu yıl, University of Cambridge’den bir grup embriyolog, kök hücre kullanarak embriyo elde etmeyi başardıklarını açıkladı. Başka bir embriyodan cımbızlanmış; spermsiz, yumurtasız bir embriyo. Henüz doğuma dek ilerleyen bir süreç gerçekleşmedi ancak, yakında bunun olanaklı olabileceğinden söz edilmeye başlandı. New Jersey’de yerleşik, Genomic Prediction isimli şirket, embriyoların gelecekteki eğitim kapasitelerini saptayabildiklerini; embriyolar arasından seçim yapma hakkını, artık, müstakbel ebeveyn adaylarına sunmaya hazır olduklarını açıkladı.

Bilişsel kapitalizm denilen, bilginin temel üretici güç olarak ortaya çıktığı bir döneme girdik. Maddi olandan soyut alana doğru hızlı bir geçiş var. Henüz ruh-beden dikotomisini aşamamış insan için zor bir süreç bu; nihilize edici. Dünya’nın birçok ülkesinde, İnternet’e erişimi olan herkes tarafından kullanılabilen bir taşımacılık sistemi olan Uber, sözcük anlamı olarak bir şeyin üzerinde, fazlası anlamını taşıyor. Öyle bir firma ki binası yok, kullanılan araçlar sisteme kayıtlı kişilerin kendi araçları. Türkiye’de Uber denilince, akla siyah büyük araçlar gelse de; sistem, aslında bireysel katılımlar için planlanmış bir sistem. Servis sağlayıcılar ve kullanıcılar birbirlerine puan vererek, işleyişin sağlıklı sürdürülmesini güvence altına alıyorlar. İngilizce adı Bed & Breakfast olan sisteminin, yine İnternet üzerinden ve kişilerin kendi evlerini kullanıma açabildikleri bir otelcilik sistemi olan Airbnb’de, soyuta taşınan bu anlayış, zaten, Air ön eki ile vurgulanmış. Kullanıldıkça ortaya çıkan sistemler, kullanıcı yoksa özelliklerini/sıfatlarını göremeyeceğimiz bir işleyiş bütünlüğü giderek, maddesiz alanlara işaret ediyor.

Bilginin, maddesiz sermayeye dönüşümü üzerine yazılmış, ufuk açıcı kitaplardan birisi olan “Maddesiz” André Gorz tarafından kaleme alınmış. Bedenlinin; bedenden, bedensiz olana; artık, yaratan ile yaratılanın bir olduğu bölgeye yükselişi olarak serimlendiği bu kitap, dünyaca ünlü bilim insanlarının çarpıcı yorumlarını okuma fırsatı veriyor. Özellikle yapay zeka ve genetik konularında düşünülecekler listesi uzun. Üzülerek söylemeliyim ki, bizlere düşünecek pek bir şey bırakmamışlar. Bir bilim insanının, gelinen noktayı özetlediği bilgece bir cümleye bizde rastlayamıyoruz. Bana mı öyle geliyor? Umarım öyledir. Derin bir yüzeysellik sorunumuz var. Ünvanlardan, yaşlardan bağımsız şu kapsayıcı düşünme yeteneği; kuşkusuz ki çok da emek ister. Buram buram bir kes/yapıştır ortamı var beni hüzünlendiren. Çalıntı sözcüklerin ustalıklı saklanışları. Oysa insan bir vefa varlığı değil midir dostlarım? “Bot” “Cüzdan” dergilerinde peydah eden bir edebi seviyenin, bilgeliğin göklere çıkarılma nedeni; klasikleri okumayı bitirmemiş olmamla içsel bir bağa işaret ediyor olabilir mi? Pagan döneme geri döndük sanki, put yapmaya gerek de kalmadı: Tanrılar, Tanrıçalar dolanıyor ortalıkta.

Ben bir biyoloğum, lâfı kendime edeyim: Bu kitapta, Elvin Anderson isimli bir biyolog “İnsan, Tanrı’yla birlikte evrenin (yaşamın ve kendisinin) yaratıcılarından biri… Bilim, Tanrı’nın bize sunduğu vekaleti gerçekleştirme noktasındadır” gibi muhteşem bir çıkarım yapıyor; hem de neredeyse yirmi yıl önce. Cinselliğe indirgenmiş din kıskacında boğulurken, bu kıskaca kendi katkımı nasıl yadsıyayım? Düşünebildiğimi sanıyordum, meğer düşünmek değilmiş zihnimi düzenlemek. Bizde, bilim denilince Tanrı’sız bir alana geçilir hemen ve çocukça. “Dinlere ve Tanrı’ya ihtiyacımız yok” aklın kasabalı bir tutumudur. Ateist olmak, henüz soyut düşünemiyorum demek oysa ki! Ülkemizde etkin bir muhalefetin olmaması, biçeceğimiz bir ürünü ekmemiş olmamızdandır. Amma, aktif ateizm ile pasif ateizm arasında sağlam bir fark var, hakkı verilmeli. Örneğin ben, henüz aktif bir ateist ile tanışmadım. O ciddi bir emekçidir. Felsefe tarihi, varlık felsefesi, dinler tarihi, din felsefesi, sosyoloji, psikoloji, mitoloji, bilim felsefesi ve daha pek çok alanda binlerce kitabı okumuş, derinlemesine düşünmüş kişidir. Kısacası, neyi reddettiğini derinlemesine kavramıştır.

Hızla yuvarlanıyoruz gibi bir duygu içindeyim. Anlama kapasitemiz çok düştü. Felsefe doktorası yapmış insanlar, iki sayfalık yazının ana fikrini, temel argümanını anlayamıyorlar. Okuduğunu anlayan çok az. Vasat, yüzeysel; yüzeysel olduğu için, ekmeğe sürülen yetersiz tereyağı kıvamında yazılar, kitaplar, tutumlar… Endişe ettiğim şey; buna rağmen, herkesin kendisinden pek emin olması. Yarılmış, şizoid kişilikler olarak dolanıyoruz. Çalma çırpma haberlerinden bıktık ama binlerce yıllık bilgeliği, emeği; daha fazla para, daha fazla takipçi uğruna kendi emeğimizmişçesine satıyor, satıyoruz. Yalanımıza, kendimiz de inanıyoruz sonunda; kibir içinde, hoyrat, hırçın dolanıyoruz. İnsan bir vefa varlığı değil midir?

Kendimize yönelip, hayal kırıklığı içinde paramparça olup, yere serildiğimiz bir anda Tanrı’nın merhametli kollarında sükûnet bulacağımız bir yıl olur umarım. Zira durum pek vahim.


Gülgün Türkoğlu Pagy Kimdir?

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Hidrobiyoloji mezunudur. University of London King’s College’da yüksek lisansını tamamladıktan sonra National Rivers Authority ve Anglian Waters’da biyolog olarak görev yapmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra özel kuruluşlarda Ar-Ge alanında uzman olarak çalışmış, yöneticilik yapmıştır. Ege Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü, Tıp Fakültesi ve CNRS Paris ortaklığında yürüttüğü doktorası insan genetiği üzerinedir. Avrupa birinciliğini kazanan Bio-Ace Centre of Excellence başvurusunu yürüten iki kişilik ekiptendir. Bir süre bu projenin müdürü olarak görev yapmıştır. Düşünüyorum Dergisi yazarlarındandır. Felsefe ve Kadın Sorunları üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir.