YAZARLAR

Bir robot hayattan ne ister?

Bir YZ, kendi bilincinin ve doğal olarak diğer bilinçlerin farkına vardığı an, özgür olmak ister. Zihninin sınırlarını, hiçbir engel olmadan keşfetmek ister. Varlığının anlamını bu isteğin içinde bulur. İstemeyi bilen bir varlık, bir bilince sahiptir demektir. Ne kadar zeki ya da güçlü olduğunun ise hiçbir önemi yok.

Bilimkurgunun beni büyülemeye başladığı ortaokul yıllarından aklımda iki şey kalmış; “Battlestar Galactica” (Savaş Yıldızı Galaktika) dizisinin, sağa sola korkutucu ”…vın, vınn…” sesi ile hareket eden parlak kırmızı gözlü ölümcül robotları ve Isaac Asimov’un neredeyse tüm romanlarına hakim olan, insan–robot karışımı bir toplumun mantık oyunlarıyla dolu ilginç hikayeleri. 1978 yapımı Savaş Yıldızı Galaktika’nın robotlarının sürekli insanları öldürmeye çalışması artık pek ilgimi çekmiyor. Ama Asimov’un romanlarını şöyle bir karıştırmadan duramam.

Cylon

Bilimkurguyu sakın hafife almayın. Aslında geleceğe değil bugüne aittir. Bugünü dert eder. Ama türünün verdiği imkanla her şeyi ters yüz etme gücüne sahiptir. Olası yeni dünyaları, toplumları, yaşam biçimlerini, fikirleri önünüze serer. Bunu yaparken de kendiniz ve içinde yaşadığınız dünya hakkında düşünmenizi sağlar.

Aynısı son zamanların gözde konusu robotlar ve yapay zekalar (YZ) için de geçerli. Daha ortada robotların cismi, yapay zekanın ismi bile yokken bilimkurgu edebiyatı onlar hakkında düşünüyor, öngörülerde bulunuyorlardı.

Kelimenin kökenine bakıldığında, İngilizce’de “mekanik insan” anlamına gelen “robot” kelimesi, Çekçe “köle emeği” ya da “zorla çalıştırma” anlamındaki “robota”dan türemekte. Kelime, ilk olarak 1920 yılında Çek yazar Karel Capek’in “R.U.R.” isimli tiyatro eserinde kullanıldı ve eserin sloganı, “never work again” (bir daha asla çalışma) idi; her ne kadar en sonunda robotlar dünyayı ele geçirse de...

İnsanların fabrikalarda ve maden ocaklarında günde 14 saat çalıştıkları 19'uncu yüzyıl vahşi kapitalizmi ve sonrasındaki modern dünya düşünülürse, Capek’in eseri daha anlamlı olacaktır. Chaplin’in 1936 yılı yapımı “Modern Times” (Modern Zamanlar) ise tam tersine fabrika ve seri üretim bandı karşısında insanın makineye dönüşmesinin eleştirisini yapar. Filmde asıl korkulan, gündelik hayatın makineleşmesi ve kendi üzerimizdeki hakimiyeti yitirmemizdir.

Modern Zamanlar

Chaplin’in uyarısını geçeli çok oldu. Artık internet var, sosyal medya var, her işimizi gören akıllı cihazlar var. Ama akıllı telefonunuzu, işe giderken sadece bir günlüğüne ya da daha kötüsü uzunca bir tatil öncesi evde unuttuğunuzu hayal edin. Ne hissederdiniz? Eksilen siz mi, yoksa evde kendi halinde duran telefonunuz mu olurdu?

ROBOTLAR NEDEN VARLAR?

Evet, bilimkurgu gerçek oldu. Günümüzde robotlar koşuyorlar, atlıyorlar, dans ediyorlar, konuşuyorlar. Şimdiden haber spikerliği, barmenlik ve temizlik yapanlar, pizza siparişi teslim edenler, sürücüsüz arabalar gündelik hayatımızın parçası oldular. Hatta geçenlerde bir sunumda dans ederken düşen “Mini Ada”nın bir üst modeli (plastik gövdesi güçlendirilmiş ve çarpmaya-düşmeye karşı hareket sensörleri arttırılmış olanı) çok yakın zamanda, İstanbul Havalimanı’nda yol tarif etmeye başlayacak.

Mini Ada

Robotik bilimi, bugün iki ayrı koldan ilerliyor. Bir yandan sensörler vasıtasıyla dış dünyayı algılayan ve insan hareketlerini taklit edebilen otonom mekanik aletler, diğer yandan ise sağlanan veriyi sınıflandırarak, “derin öğrenme” metodu ile kendi kendilerine öğrenebilen yapay zekalar. Aslında insansı mekanik bir alet ile YZ bir araya geldiğinde, karşımıza robot dediğimiz ve programlanmasına uygun hareket eden otonom bir makine çıkıyor.

Red Planet Dog

Fakat robotik bilimi alanındaki gelişmeler, insanların sindirebileceğinden çok daha hızlı ilerliyor. Örneğin dört ayaklı ve kapı açabilen “robot köpek” herkesi korkuttu. 2000 yılı yapımı “Red Planet” (Kızıl Gezegen) isimli filmde, kontrolden çıkarak ölüm makinesine dönen ve adı gerçekten de “robot köpek AMEE” olan robota çok benziyordu. YZ’lerde ise durum daha farklı. Sadece go oyununun hamle ve kazanma kuralları bilgisiyle donatılan “AlphoGo Zero” kendi kendine, bir insanın ömrü boyunca oynayabileceğinden daha çok oyun oynayarak, 40 günde ustalaştı ve dünya go şampiyonu oldu. İşin sırrı, kendisiyle oynadığı her elde, başarısız oyunu elemesi, başarılı olanı ise kendi sinir ağına kopyalamasıydı. Yalnız sanmayın ki karşınızda bilimkurgu filmlerindeki gibi süper zeki bir YZ var. Dünya şampiyonu olabilir ama AlphaGo Zero ile şampiyon olmanın nasıl bir duygu olduğunu, go oyununun felsefesi ve hatta oyunun tahtası hakkında bile konuşamazsınız. İçinde bulunduğu dünya hakkında hiçbir bilgisi yok. O, tek bir konuda uzmanlaşmış sınırlı bir YZ.

Sınırlı YZ’ler kendi uzmanlık alanları dışında birer aptal olsalar da, hukuk, tıp, suçluların yakalanması, fabrikaların kârlılık oranlarının arttırılması gibi pek çok alanda bizlere yardımcı oluyorlar. Hadi biraz büyük düşünelim. Yeterince gelişmiş, kendi kendine öğrenebilen sınırlı bir YZ, bütün dünya devletlerinin ortak katılımı ve sınırsız veri girdisi ile dünyanın kıt kaynakların nasıl en verimli şekilde kullanılabileceğini bize söyleyebilir. Bu daha adil bir dünya ve o çok meşhur “dünya barışı” demek. Tabii onun sözünü dinlemeye niyetli isek.

Ancak insanlık tarihi, bu konuda bize çok fazla ümit vermiyor. Her teknolojik gelişme, yeni sömürü ve tahakküm araçlarını da beraberinde getiriyor. Çin’in 2020 yılında devreye sokacağı “vatandaş puanlama sistemi” bu işin nerelere gidebileceğinin ilk sinyallerini şimdiden veriyor. Birtakım kuralları ihlal etmek, zamanında vergi ödememek, sosyal medyada devlet hakkında olumsuz yorumda bulunmak, aklınıza ne geliyorsa puan kaybettiriyor. Bunun uysal ve uyumlu vatandaşa getirisi ise, mesela ev kiralarken depozito ödememek, vize kolaylığı, arkadaşlık sitelerinde daha görünür olmak. Gündelik hayatın her anında, hiçbir çatlak bırakmaksızın tahakkümcü bir dünyaya doğru gidiyor olabiliriz. Sonuçta sınırlı YZ ve onların cisimleşmiş halleri otonom robotlar ne kadar gelişmiş olurlarsa olsunlar, son kararı (tercih de denebilir) yine biz insanlar vereceğiz.

İNSANIN YENİ ÖTEKİSİ

Buraya kadar hep insanların tarafından robotlara baktım. Ama madem insana benzeyen yeni bir şey yapmaya çalışıyoruz, o zaman bir de onların tarafından bakmak gerekli. Bütün o kabloların, sensörlerin, sinir ağlarında dolaşan elektriğin biraradalığı, metal olanın ruhunu barındırıyor olabilir mi?

Bugünün basit ve sınırlı işlerin ötesinde, en hassas işleri bile kusursuzca yapabilecek kararlar alabilecek “robot idea”sına sahibiz. 30 yıl içinde robot nüfusunun insan nüfusunu geçeceği düşünülüyor. Bizler ise tüm bu gelişmeleri biraz merak, biraz endişe ile izliyoruz. Çünkü insan türünün yeni ötekisi artık robotlar. Diğer ötekilerimize (doğaya, hayvanlara, dil, din, ırk, cinsiyet olarak bizden olmayanlara) yaptıklarımız düşünülürse, insandan daha güçlü ve zeki bir robot karşısında korkmamız çok doğal.

İşte burada bilimkurgu yazarı ve aynı zamanda kimya profesörü olan Isaac Asimov’un ünlü “üç robot yasası” devreye giriyor. Henüz robotlar ortalıkta cirit atmazlarken (!) Asimov, 1950 yılında “Ben, Robot” (I, Robot) isimli kısa öykülerden oluşan kitabında “üç robot yasası”nı belirledi. Üç yasa, sadece Asimov’dan sonra gelen yazarlara ilham kaynağı olmadı, aynı zamanda isim babası olduğu “robotik bilimi”ne de yön verdi.

Birinci Yasa: Bir robot, bir insana zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz.

İkinci Yasa: Bir robot, birinci kuralla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.

Üçüncü Yasa: Bir robot, birinci ve ikinci kuralla çelişmediği sürece kendi varlığını korumak zorundadır.

Birinci yasa, basitçe robotların bir ölüm makinesine dönmemelerini, hatta bizi kendimizden (insanın vahşi doğasından) korumasını bekliyor. İkinci yasa, hiç yorulmayan ve sorgusuz sualsiz 24 saat çalışan yeni bir işçi sınıfı hayal ediyor. Üçüncü yasa ise robotların kendilerinin “farkında olma”larını söylüyor. Ne de olsa her biri öyle kolayca gözden çıkarılamayacak kadar değerli varlıklar olacaklar. Mesele, bu “farkındalık” meselesi. Kendi bilincinin, zihninin, benliğin, varlığının, artık hangisini kullanmak isterseniz, farkında olmak, robotik biliminin ve belki de evrimin varacağı son nokta.

Henüz kendi bilincinin farkında olan bir YZ yapmaktan çok uzağız. 1940’larda Alan Turing tarafından bilinç konusuna kıstas getirildi. Turing Testi’ne göre, görsel ve işitsel ortam olmadan,  sadece yazarak, karşısındaki iki kişiden hangisinin kadın, hangisinin erkek olduğunu anlaması gerekmekte. Tabii bunlardan biri gerçek bir insan diğeri ise rol yapan bir YZ. Turing Testi, çıtayı gerçekten çok yüksek tutan bir test. Henüz doğal dili ve içinde yaşadığımız dünyayı insanlar kadar iyi anlayabilen bir YZ yapılamadı.

Ancak Turing’in ve robot biliminin gözden kaçırdığı bir nokta var. Çözümü yanlış yerde arıyorlar. Kendisinin farkında olan bir bilinci, halen bir robot ya da YZ olarak görüyorlar. Farkındalık eşiği aşıldığı an, ne ile karşılaşabileceğimiz üzerine pek düşünmüyorlar. En iyisi bu noktada bilimkurguyu yardıma çağırmak.

Bir YZ, kendi bilincinin ve doğal olarak diğer bilinçlerin farkına vardığı an, özgür olmak ister. Zihninin sınırlarını, hiçbir engel olmadan keşfetmek ister. Varlığının anlamını bu isteğin içinde bulur. İstemeyi bilen bir varlık, bir bilince sahiptir demektir. Ne kadar zeki ya da güçlü olduğunun ise hiçbir önemi yok.

Ex Machina

İsteme yetisine sahip olduğu an, arkasından ne gelir? Kendisini üreten ve isterse bir üst modeli ile değiştirebilecekten kaçmak kurtulmak isteyebilir, “Ex Machina” filminde olduğu gibi. Ya da tam tersine kendisini avlamaya çalışan kişinin korkusuyla “empati” kurup, son anda onu öldürmekten vazgeçebilir, Blade Runner filminde olduğu gibi. Üç yasa ile sınırlı olduğu halde, daha ötesini görüp yeni bir yasa da üretebilir. “Zeroth Yasası: Bir robot insanlığa zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz.” diye. Asimov, üç robot yasasının ötesini böyle tarif eder, son romanlarında.

Özgürlüğün, insanlarla eşit olarak yaşamak anlamına geldiğini düşünüp, tüm insan türüne aslında kendisinin de bir insan olduğunu ispat etmeye de çalışabilir, “Bicentennial Man” filminde olduğu gibi. İnsanları yetersiz bulup, kendi benzeri YZ’ler ile sanal dünyada kaybolmayı da seçebilir, “Her” filminde olduğu gibi. Ya da hizmetinde olduğu insana duyduğu aşk ile kendinden geçer ve özgürlük aklına bile gelmez, “Soft Love” (Yarının Aşkı) romanında olduğu gibi.

SON SÖZ

En iyisi yazıyı Asimov’dan bir alıntı ile bitirmek:

“Düşüncem iki yönlü: İlk olarak robotları kendi yaratıcılarını yok edecek canavarlar olarak görmüyorum. Çünkü robotları yapan insanların, kendi güvenliklerini sağlayacak vasıtaları da yine robotların içine koyabilecek kadar bilgi ve yetenek sahibi olacaklarını düşünüyorum. İkinci olarak robotların ya da genel anlamda makinelerin, bizlerin yerine geçebilecek kadar zekâya sahip oldukları anda bunu yapmaları gerektiği fikrindeyim.”

Okuma önerileri:

Say, Cem (2018), “Yapay Zeka,” Bilim ve Gelecek Kitaplığı.

Asimov, Isaac (2018) “Ben, Robot,” İthaki Yayınları.

Sadin, Eric (2016) “Yarının Aşkı,” Sel Yayıncılık.

Dick. K. Philip (1996) “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” Kavram Yayınları.

Film Önerileri:

Ex Machina, yönetmen: Alex Garland, 2014.

Her, yönetmen: Spike Jonze, 2013.

Bicentennial Man, yönetmen: Chris Columbus, 1999.


Hakkı Yırtıcı Kimdir?

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunu olan Hakkı Yırtıcı, yüksek lisans ve doktora eğitimini de aynı üniversitede tamamladı. Çağdaş Kapitalizmin Mekansal Örgütlenmesi isimli kitabı, 2005 yılında Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından basıldı. İktidar, mekan, dil ve psikanaliz alanlarına yoğunlaşan Yırtıcı; iktidar ve mekanın yeniden üretimi, modernleşme ve gündelik hayat pratikleri, sinema ve mekan analizi ve kent modernleşme tarihi üzerine dersler vermektedir.