YAZARLAR

Siyasette haysiyet ve şahsiyet

Yeni siyaset zemini, oluşturduğu yeni kurallardan (yapıdan) çok, iktidar sahiplerine açtığı fiili imkanlarla ilerliyor. Örneğin, belediye başkanlığına heves eden meclis başkanının yasal düzenleme yapılma gereği duyulmadan istifa etmemesi mümkün oluyor.

Türkiye’deki yönetim sisteminin veya rejimin ismi ve niteliği konusunda tartışmalar devam etmekle birlikte, yapılan son anayasa değişikliği ile artık başka bir durumla karşı karşıya olunduğu hakkında geniş bir mutabakat var. Anayasa değişikliğinden başlayarak (ki özellikle 2010 değişikliğini de eklemek gerek) yasal mevzuat, zaman zaman hazırlayanların bile içinden çıkamadığı kadar değişti. Bazen yerine ne kurulduğu anlaşılamasa, koyu bir belirsizlik geniş bir alana yayılmış olsa da, bilinen kuralların, alışkanlıkların bozulduğu, dağıldığı ortada. Üstelik bu değişimin karşısında direnen, en azından denetlemeye çalışan, hiç olmazsa sorgulayan güçlü bir odak, dinamik de görünmüyor. Bu değişimin sarsıcı sonuçları daha çok yönetim sistemi üzerinden okunuyor: Baskıların artması, yargının siyasallaşması, ekonomik klientalizm, keyfilik ve sorumsuzluk. Demokrasinin ve hukukun giderek devreden çıkması. Ancak siyasetin yönetsel yüzünde bunlar olup biterken, paralel olarak başka bir yapısal değişim daha yaşanıyor. Siyasetin mimarisi, örgütlenmesi, süreci etkileyen dinamikler ve onların ilişkileri de başkalaşıyor.

Hikayesi son 10 yıla sığdırılamayacak ve giderek daha net anlaşıldığı üzere hiç de Türkiye ile sınırlı olmayan bu yeni siyaset mimarisi veya siyasetsizleşmenin yarattığı bozulmaya yeniden dönmek üzere, bu yapısal değişimin sonuçları hakkında birkaç noktaya daha değinmekte fayda var. Bütün dünyada örneklerini gördüğümüz, Türkiye’de özgün tarafları olan bir versiyonunu yaşadığımız bu yeni siyaset zemini, oluşturduğu yeni kurallardan (yapıdan) çok, iktidar sahiplerine açtığı fiili imkanlarla ilerliyor. Örneğin, belediye başkanlığına heves eden meclis başkanının yasal düzenleme yapılma gereği duyulmadan istifa etmemesi mümkün oluyor. Damattan bakan, oğulun arkadaşından genel müdür, bakanın kardeşinden daire başkanı, onun eniştesinden müsteşar yapılması, bütün ihalelerin üç-beş kişi arasında döndürülmesi kurala bağlanmasa bile siyaseten veya ahlaken sorun olmaması kabul ettiriliyor. İktidarda olanlar için “yapılamaz” listesi küçülüyor, başkalarının ise sürekli artıyor. Bu keyfilik ve belirsizlik imkanı da, sadece her türden zorlama ve ittifak eliyle iktidarda kalma koşuluna bağlanıyor.

Bütün dünyada, ideolojisine, davasına, kendini destekleyen tabanın çıkarlarına, kendisini var eden örgüte, birlikte yürüdüğü ekibine ve aslında kimseye ihtiyacı olmayan, yokmuş gibi davranmasının yolu açılan, her şeyi araçsallaştırabilen liderler ve kişiselleştirilmiş yeni bir iktidar yapısı ortaya çıkıyor. Bunun, çözülmekte olan müesses nizamın çıkış arayışı mı yoksa oluşan boşluktan zuhur etmiş bir anormallik mi olduğu, gelmekte olanı mı gideni mi gösterdiği hâlâ tartışmalı. Ancak, amorf kimlik kalabalıklarının desteğiyle oluşan ve ayakta kalan bu iktidarları üreten yeni siyaset (siyasetsizlik) biçimi, doğrudan kendisini de etkileyen yapısal değişimler yaratıyor. Aşırı kişiselleştirilmiş iktidar görünümleri, gücün devamı için feda edilmesi gerekenlerin giderek daha arttığı bir dinamiği işletiyor. Destek alanı belirsizleştikçe, örgütlere, normlara, ideallere, hatta vaatlere ihtiyaç azalırken güvenilebilecek zeminler de hızla zayıflıyor. Bu yüzden, Erdoğan’ın daha altı ay önce, yerel seçimde ittifak için söylediği “siyaseten yapılması mümkün olmayanlar” yapılıyor, “aman teşkilatlar küsmesin” hassasiyeti yerini “itiraz eden gitsin” restine bırakıyor.

AKP ve MHP’nin yerel seçim için tekrar etmeye karar verdikleri Cumhur İttifakı, liderlerin “kararlı” tutumu sayesinde çıkarabileceğinden çok daha az sıkıntı ile ilerliyor. Hele daha önce yerel seçimde ittifak yapılmayacağının açıklanması sonrasında her iki tarafta da oluşan sevinç dalgası düşünüldüğünde, çıkan sıkıntının olası gerilim potansiyelinin çok çok altında kaldığı ortada. Geçtiğimiz haftalarda Samsun’da yaşanan tartışma, iki partinin il başkanının azli, MHP’li bir milletvekilinin disipline gönderilmesiyle sert bir karşılık gördü. Olayın, “kişisel görüş” denilerek yatıştırılmak yerine böylesine yüksek bir tepkiyle karşılanması, mızırdanma seviyesini pek aşamayacak gibi görünen itirazlar için bir erken ayar özelliği olduğunu gösteriyor.

Kendi partisinin seçilmiş belediye başkanlarını gerekçe göstermeden görevden alan, önemli merkezlerde örgütsel karşılığı olmayan adaylar belirleyen, kadro üretmekten çok tüketen bir siyasi liderlik için, bu ne ilk ne de en önemli örnek. Bu liderlik tarzı ve iktidar aklı, iktidar olmak-kalmak uğraşısından parti olmaya vakit bulamamış AKP’yi en kolay vazgeçilir özne haline getirerek siyasi ağırlığını bitiriyor. Heyecanını kaybetmiş parti, bir hizmet birimine dönüşüyor.

Dinçer Demirkent, 3 Ocak’taki Gazete Duvar yazısında; “Türkiye’de kurumların haysiyet kaybı çok geniş bir şahsiyetsizleşmenin zeminini sağlıyor. Bugün Türkiye’de hiçbir kamusal kurumun haysiyetinden bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla kurumların içinde kişilerin de bir şahsiyet gösterme olanakları giderek zayıflamaktadır. Kurum, güvence ve öngörülebilirlik vaat eder. Güvence ve öngörülebilirlik sağladığı sürece kurumların haysiyeti, itibarı var kalır” diyor. Siyaset ve siyasi partiler de kamusal kurumlar olduğuna göre, bu sürecin aynı sonuçları doğuracağı gayet açık. “Siyaseten mümkün olmayan” diye tarif edilen, “teşkilatıma açıklayamam” diye gerekçelendirilen itirazlar, bu güvence alanıyla ve kurumsal haysiyetle ilişkili. Bunları kaldıran, yasaklayan, tartışmaya kapatan, örgütleri hiçleştiren süreçler ise siyasi şahsiyetin kaybıyla ilgili. Dünyadaki yeni siyaset mimarisi Berlusconi, Macron, Bolsonaro gibi zaten örgütü olmayan siyasi aktörler yarattığı gibi, Türkiye’de ve kısmen ABD’de görüldüğü üzere kendini yaratan örgütünü/zeminini kapatan veya fazla zorlayan örnekler de üretebiliyor. Ama ortak sonuç: İktidarı kişiselleştirdikçe yalnızlaşan; büyüdükçe güvenilirliği sürekli azalan desteğe mecbur bir liderlik.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).