YAZARLAR

Akademide yeni bir 'MeToo' hareketi olabilir mi?

Eril şiddetin, vatanperverlik ve milli duygu şahlanışına da bağlanarak meşrulaştırıldığı, partizan hoca ve öğrenci topluluklarının kampüslerde hegemonya kurdukları, kantinlerde kurtarılmış bölgeler ilan ettikleri ve bütün bunların üniversite yönetimleri tarafından görmezden gelindiği ve hatta çanak tutulduğu bir ortamda bunlardan uzak durmaya çalışan herkes, ama özellikle de genç kadın akademisyenler her türlü şiddete açık hale gelirler.

Birkaç gün önce, yaşıtı sayılabilecek bir öğrenci tarafından vahşice katledilen Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi araştırma görevlisi Ceren Damar’a dair haberler, fakülte web sayfasına konulsun diye ofisinde çekilmiş bir fotoğraf eşliğinde verildi. O fotoğraftaki genç kadın sevdiği bir işi yapan, huzurlu ve neşeli biri izlenimini veriyordu. Derli toplu odası, önünde duran hukuk külliyatı ve buz mavisi gömleğiyle hukuk fakültelerine özgü ciddiyete rağmen, bilgisayar ekranına iliştirdiği çıkartmalarla kendini belli eden neşe bu fotoğraftan adeta sızıyordu. Nitekim, arkadaşlarının ona veda mahiyetinde yazdıkları dokunaklı metinde, hayatı nasıl coşkuyla kucakladığı, hayvanlara, doğaya ve mesleğine düşkünlüğü dile getiriliyordu.

Akademisyenlik tuhaf bir meslektir. Unvan, koltuk, ikbal, itibar hepsi baş döndürür, kibri besler. Kültürümüze içkin anti-entelektüalist tavır bile, akademik unvan sahibi biriyle karşılaşıldığında riyakarca bir saygıya dönüşüverir. “Koskoca profesördür, doçenttir” karşıdaki. Muhatap da bu pohpohlamanın karşılığını genelde büyüklenmeci tavırla verir. Ast-üst ilişkileri, bu ilişkilerdeki eşitsizliğin neticesi olan emek sömürüsü, mobing, taciz ve hatta şiddet akademinin ruhuna hakimdir. Bu konuda daha önce, Eyüp Aygün Tayşir’in Tuhaflıklar Fabrikası kitabına göndermelerle uzun uzun yazmıştım.

Başkentin eski ve bilinen bir vakıf üniversitesinde çalışan Ceren, aynı zamanda doktora yapıyordu. Doktora ağır bir yüktür. Hukuk gibi belirli disiplinlerde daha bile ağırdır hatta. Araştırma görevliliği ise tabiri caizse zurnanın son deliği olmak hasebiyle her türlü işe koşulduğunuz, gözetmenlikten kayıt almaya, hocanızın sınav kağıdını okumaktan, onun yokluğunda derslerini yürütmeye, onun için metinler çevirmeye varan onlarca göreviniz olmasına rağmen, sözünüzün hükmü olmaması anlamına gelir. Akademik kurullarda hala meslektaş muamelesi görmezsiniz, öğrenci nezdinde ise ne devesinizdir, ne kuş. Hocasının işlerini yürütüp, sınav zamanı zebellah gibi başında dikilen kıymeti kendinden menkul ara elemansınızdır. YÖK sistemi araştırma görevliliğini güvencesiz ve geleceksiz bir kadroya dönüştürdüğünden beri, hem fakülte yönetimi, hem sabit kadrosunu oluşturan hocalar, hem de öğrenci için ancak o hanın yolcususunuzdur.

Devlet üniversiteleri güllük gülistanlık değildir tabii ama vakıf üniversitelerinde, genellikle, araştırma görevlileri ve hatta bazen hocalar müşteri hizmetlerinden sorumlu elemanlar gibidirler. Müşteri memnuniyetini sağlamak ve kârı arttırmak eğitim ve araştırma faaliyetlerinin önüne bile geçebilir. Performans önemlidir. Mesai saatlerine riayet edilmesi gerekir. Halbuki akademisyenlik bir yaşam biçimidir. Mesai saatleri dahilinde ve haricinde yapılacak faaliyetler, kültür-sanat etkinlikleri, takip edilmesi gereken bilimsel toplantılar, hatta yaşanılan çevreyi tanımak için yapılacak geziler bile akademisyeni besler. Oysa çoğunlukla yönetimin hocadan beklediği bir evrak kayıt memuru gibi makamını terk etmeden, emre amade orada bulunmasıdır. Giyim-kuşamı, hal ve tavrı kuruma yakışır nitelikte olmalı, saygı telkin etmelidir. Gerektiğinde tez konuları ve çoğunlukla tez danışmanlarına müdahale edilir. Atama ve yükselme süreçlerinde düzene uyum gösteren, eleştirel bir tavırdan uzak duranlar avantajlı olurlar. Liyakat çoğu idareciye yabancı bir kavramdır.

Bu saydıklarım tüm akademisyenler için hayatı zorlaştıran mevzular iken, kadın akademisyenler bunlara ek olarak istihdamda cinsiyet ayrımcılığı, taciz ve çoğu zaman tacizle bir arada yürüyen mobinge maruz kalırlar. Birçok fakültede dersler paylaştırılırken, kadro dağıtılırken, ofisler belirlenirken, tez danışmanlıkları dağıtılırken, tıp ve mühendislik fakültelerinde uzmanlık alanları ve nöbet çizelgeleri belirlenirken başka birçok ayrımcılıkla birlikte cinsiyet ayrımcılığı devreye girer.

Kadın hocaların, özellikle de genç kadın araştırma görevlilerinin zincirin en zayıf halkası oldukları, öğrenciler tarafından kısa sürede fark edilir. Eril şiddetin, vatanperverlik ve milli duygu şahlanışına da bağlanarak meşrulaştırıldığı, partizan hoca ve öğrenci topluluklarının kampüslerde hegemonya kurdukları, kantinlerde kurtarılmış bölgeler ilan ettikleri ve bütün bunların üniversite yönetimleri tarafından görmezden gelindiği ve hatta çanak tutulduğu bir ortamda bunlardan uzak durmaya çalışan herkes, ama özellikle de genç kadın akademisyenler her türlü şiddete açık hale gelirler. Kariyerinin başındaki kadın akademisyen asistanı olduğu erkek hocanın tacizine de uğrayabilir; kadro dağıtılırken sadece erkek veya sadece siyasi olarak makbul olduğu için bir meslektaşına yenik düşebilir; öğrenciler, özellikle de erkek öğrenciler ona rahatlıkla kafa tutabilir, taciz edebilir ve son örnekte olduğu gibi, onurunu kırdığı, canını sıktığı gerekçesiyle hunharca katledebilir.

Ceren’in hayatına mal olan, hem iktidar baskısı hem de ataerki ile zapturapt altına alınmış toplum tarafından onay gören, onay görmese bile sessizlikle geçiştirilen eril tahakküm ve şiddet, sistematik olarak fiziksel ve sembolik şiddete maruz kalan genç akademisyen kadınları adeta ayaklandırdı. Son günlerde hem sosyal medyada, hem de kişisel sohbetlerde akla hayale gelmeyecek taciz ve mobing hikâyeleri anlatılıyor. Bunların bir kısmı kadın-erkek ayrımı yapmadan yaşanıyor ama kadınlar ve LGBTİ bireyler daha büyük bir risk altındalar. Saçının rengini ayrıksı bulduğu araştırma görevlisini, derhal o rengi değiştirmesi için uyaran hoca; efemine bulduğu araştırma görevlisine göz dağı veren rektör; aldığı düşük notun sorumlusu olarak gördüğü kadın araştırma görevlisine herkesin önünde omuz, kantinde laf atan, derslerde küçük düşürmeye, takip edip korkutmaya çalışan, sözle veya silah çekerek tehdit eden öğrenci; derslerde anlattıklarını, makalesinde yazdıklarını bölücülük, Cumhurbaşkanına hakaret veya vatan hainliği olarak değerlendirip BİMER’e, CİMER’e şikayette bulunan hocalar ve öğrencilere dair hikâyeler dehşet verici. Olup bitenler faillerin hadsizlikleri, şiddete eğilimlerinin ötesinde bir sistem sorunu ve hem toplumsal, hem de akademik kültürün geldiği durumu gösterir nitelikte. Özellikle sonuncusu gibi öğrencilerin karıştığı olaylarda, öğrenciyi müşteri, yandaş, üst sınıf mensubu veya tehditkar olduğu için koruyup kollayan idari birimler, onlarla ortak perspektifleri ve çıkarları olan akademik personel de bu yaşananlardan sorumlu. Araştırma görevlilerini müstakbel hocalar olarak görmeyip, geçici olarak öğrenciye ve hocalara hizmet eden ara eleman statüsüne yerleştiren YÖK sistemi de.

Ceren Damar cinayetinin yarattığı infial, Hollywood’da başlayıp dünyaya yayılan ve cinsel tacizi/tacizcileri ifşa eden “metoo” hareketi gibi bir yaygınlık kazanırsa, bu konuda farkındalık oluşturmak, caydırıcılık sağlamak ve önlemler alınması, iyileştirmeler yapılması için talepte bulunmak mümkün olabilir. Hep birlikte, cesurca sesimizi yükseltmezsek sisteme ve ataerkiye yenik düşeriz. Kadınlar birlikte güçlü çünkü.


Funda Şenol Kimdir?

Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.