Emek, depresyon, şampiyonluk, gözyaşı ve veda
Anlatmak istediğim iki büyük yıldız üstünden bireysel sporların zorluğuna dair iki örnek. Odaklanmak mı çok fazla odaklanmak mı, acıyla yaşamak mı acıya hayatını adadığın şeyi kurban etmek mi, yetenek mi baskı mı, şampiyonluğun motivasyonu mu normal hayatın getirdiği ek motivasyon mu?
Spor büyük emek istiyor. Daha önce de yazmıştım. Ailenin emeği, sporcunun emeği, karşına çıkan/çıkartılan engellerin aşılması için verilen emek, harcanan zaman, yıllar, belki ömürler… Her şey bir hedefe ulaşmak için. Ve o emek bireysel sporlarda gerçekten de daha fazla. Çünkü spor alanında hatanızı kapatabilecek, psikolojik olarak inişe geçtiğinizde sizi toparlayabilecek biri olmuyor. Çalışırken belki bir ekibiniz olabilir ama saatlerce, günlerce, yıllarca çalıştığınız hedefe giderken yalnızsınız.
Peki bu nasıl bir motivasyon? Bu yalnızlık ve hedefe odaklanmışlık hali nasıl bir psikoloji yaratıyor? Bunu iki tenis oyuncusunun son açıklamalarından anlayabiliriz. Sanırım. İlk konuşan aslında kadınlar dünya bir numarası Simona Halep’ti. Ama biz güncel olanla başlayalım. Yani erkekler dünya eski bir numarası Andy Murray’dan. Kariyerinde üç grand slam şampiyonluğu bulunan Büyük Britanyalı tenisçi, kalçasındaki sakatlıktan dolayı çektiği acılara daha fazla dayanamayacağını ve pazartesi günü başlayacak Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nın son turnuvası olabileceğini açıkladı. Buraya kadar bir sorun yok. Ama bunca yılını bir fazla Grand Slam daha kazanmak için harcayan, iki Olimpiyat şampiyonluğu bulunan, Britanya tarihine Wimbledon zaferi ile geçen Murray, bu kararını gözyaşları içinde açıkladı. Acısı, emeklerinin ve hedeflerinin önüne geçti. Yıllarını verdiği tenis, bir hayattı onun için. Ve o belki de kendisine veda ediyordu aslında. Tek başına çıktığı korttan yine tek başına ayrılacaktı. Ama mutlak ki kafasında kurduğu ‘veda busesi’ bu değildi.
SADECE TENİS VARDI
Bu madalyonun bir yüzü. Bir de diğer yüzü var. Onu da Halep bize anlattı. Tenise veda etmenin değil de mutlak kazanma baskısının bireysel bir sporcunun üstünde nasıl bir ağırlık olduğunu The Guardian’a ne de güzel anlattı.
Söz, hayatında yaptığı her şeyi tenis için yaptığını söyleyen Rumen yıldızda:
"Tenis dışında beni ilgilendiren başka bir şey yoktu. İşte sırf bu yüzden de bu çok fazla. Hayat sadece tenis olursa o zaman sıkıntı yaşarsınız. Ne teniste ne de hayatta istediğinize ulaşamazsınız. Omuzlarımda çok büyük bir yük vardı. Çok uzun zamandır kendimiz yüzde 100 olarak tenise adamıştım. Ve Fransa Açık’ı (Roland Garros) kazanana kadar da böyle oldu. Şimdi ise çok daha hafif hissediyorum kendimi. Hayatımda hiç bu kadar rahat hissettiğimi hatırlamıyorum. O andan sonra hayattan zevk almaya başladım. Arkadaşlarımla dışarı çıkmaya başladım. Daha açık görüşlü bir insan oldum."
KABUS GİBİ GEÇEN 3 AY
Tek başına başarma baskısının neler yapabildiğini ise sözü kendisinden devralarak anlatmaya çalışayım. Simona Halep, Avustralya Açık’ın finalinde üç set sonunda ikincilikle yetindiğinde hastaneye kaldırıldı. Aslında turnuva boyunca bazı sıkıntılar yaşamıştı. Belki de kariyerinin en zor turnuvalarından biriydi. Buna rağmen finale kadar çıkmıştı. Ve finalde üç set sonunda kaybetmek onu yıkmıştı. Kendisini hem fiziksel hem de psikolojik olarak o kadar zorlamıştı ki, doping testinde idrar örneği veremedi. Fiziksel olarak dehidre olmuştu, psikolojik olarak ise depresyondaydı. İdrar örneği veremeyince, mecburen kan örneği aldılar. Otele döndüğünde ise yaprak gibi titriyordu. Annesi devreye girdi. Kendisine gelmesi için ipleri eline aldı. Kabus gibi bir üç ay geçirdi. Ama oradan döndü. Çok odaklanmanın zararını görmüştü. Her şeye rağmen onu gerçek hayata döndüren, çabalarının karşılığını elde ettiği Fransa Açık şampiyonluğu oldu.
UMARIM...
Tabii ki takım sporlarında da durum buna çok benzer. Sadece düşerken sizi tutabilecek birileri olabiliyor takımda. Ama anlatmak istediğim iki büyük yıldız üstünden bireysel sporların zorluğuna dair iki örnek. Odaklanmak mı çok fazla odaklanmak mı, acıyla yaşamak mı acıya hayatını adadığın şeyi kurban etmek mi, yetenek mi baskı mı, şampiyonluğun motivasyonu mu normal hayatın getirdiği ek motivasyon mu? Ve sorulabilecek daha nice soru. Belki oturduğumuz yerden sporda belli seviyelere gelmiş atletleri eleştirirken aklımızın bir yanında durur. Yani umarım durur.