Savaş siyaseti nereye kadar?
Trump “eğer Kürtlere saldırırsa Türkiye ekonomisini mahvederiz” dedi açık açık. Trump aynı mesajda 20 mil genişliğinde bir tampon bölgeden de söz etti. Ankara “sert çıkayım” dedi ama tampon bölge için “E biz de zaten öyle diyorduk” demeyi ihmal etmedi. Tampon bölge Ankara’nın ve Şam’ın ve dolayısıyla Moskova’nın önüne ne gibi olasılıklar çıkarır?
Kürtlerin Suriye’de ABD’li de olsa ABD’siz de olsa herhangi bir hak elde etmelerine tamamen karşı olan iktidarın önüne iki (+ bir) olasılık belirdi:
- ABD kalırsa Kürtler süresi belirsiz bir şekilde “koruma altında kalmaya” devam edecek(ti). Böyle bir durum PYD’yi zaman içinde daha da güçlendirecek ve YPG’nin tamamen müesseseleşmesini sağlayabilecek. Bu durumda Suriye otoritesi de dahil bütün bölgesel güçlerden bağımsız bir oluşum haline gelecek. ABD’nin bölgede hangi örgüt ile işbirliği halinde olursa olsun bölgeye gelmesi/girmesi için geçmişte elinden geleni yapan iktidar Kürtler söz konusu olunca böyle bir durumu tehlike olarak görüyor.
- Çekilme sinyali ile bile herkesin heyecanını arttıran ABD giderse Şam’ın otoritesinde ve Kürtleri hiçbir şekilde tatmin etmeyecek olsa bile PYD ile Şam arasında bir mutabakata varılması bir olasılık. Bu durumda ABD’den kurtulan Türkiye “Kürt – Şam” eski iş birliği günlerini hatırlatan bir durum ile karşı karşıya kalabilir.
- Üçüncü olasılık üç gün önce ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo tarafından dile getirildi. Pompeo bir “Arap gücü”nden bahsetti. Daha önce de gündeme getirilmiş olan bu olasılık düşük bile olsa iktidarı ABD’den sonra Suudi Arabistan ve BAE gibi -bugünlerde pek hoşlaşmadığı- komşularla baş başa bırakabilir.
Bu üç olasılık iktidar için neredeyse “zorunlu seçmeli.” Bu durumda iktidar hangisini ister? İktidar açısından aralarında “en zararsızı” ABD gibi görünüyor. Zira diğer iki olasılıkta Suriye, İran, Rusya, Kürtler gibi bölgesel somut güçler ile karşı karşıya kalınacakken ABD ehven-i şer sayılabilir. Ancak eğer kalırsa ABD’nin tek başına kalacak gibi görünmemesi ve “bölgesel müttefikler – Arap gücü” olasılığı Ankara’nın duymak istemediği bir seçenek.
Bu seçenekler ortada dururken önce karar verip sonra düşünen Trump ise olasılıkları daha da çetrefil hale getirmekte kararlı gibi. Pompeo “Herkes iyi bilsin, Suriye Kürtleri terörist değil” dedikten sonra Trump’ın tweet'i Ankara’nın tansiyonunu yükseltmeye fazlasıyla yetti. Trump “eğer Kürtlere saldırırsa Türkiye ekonomisini mahvederiz” dedi açık açık. Trump aynı mesajda 20 mil genişliğinde bir tampon bölgeden de söz etti. Ankara “sert çıkayım” dedi ama tampon bölge için “E biz de zaten öyle diyorduk” demeyi ihmal etmedi. Tampon bölge Ankara’nın ve Şam’ın ve dolayısıyla Moskova’nın önüne ne gibi olasılıklar çıkarır?
Ankara’nın “Arap gücünün” kurulması hayal bile olsa yeni komşular ile muhatap olmak zorunda kalacağı olasılığına değindik. Arap ülkeleri olsun ya da olmasın tampon bölge hayata geçerse Türkiye’nin güney ile (Arap dünyası ile) gümrük kapısı Kürtler olacak. Fırat’ın batısında sürekli kalamayacağı düşünülürse Türkiye’nin kara sınırı Fırat’tan İran’a kadar Kürtler ile olacak. Yani Türkiye tampon bölge isterken aslında kendisi tampon bölgenin ardına sıkışabilir.
Tampon bölge olursa bu kez Kürtler daha güney ile yani bugüne kadar ulaşmış oldukları sınırlar ile yetinmek zorunda kalacak. Bu durum Kürtlerin de Türkiye ve Türkiye Kürtleri ile fiziki bağlantısını büyük ölçüde koparabilir. Diğer yandan Kürtler de güneyde Suriye otoritesi ile muhatap olmak zorunda kalacaktır.
Kürtlerin ABD’nin kalması ve tampon bölgeye razı olması ise Şam ile aralarında daima mevcut olan savaş olasılığını da arttıracaktır.
YAPILMASI GEREKEN
Bütün bu gelişmelere yol açan sebepler içinde en önemlisi sanırız Türkiye’de iktidarın kullandığı dil. Erdoğan’ın ABD’nin çekilmesi sonrası bu kez de Şam ile anlaşma olasılıkları doğunca Kürtlere karşı tehditkar bir dil kullanmasaydı Trump muhtemelen “nasıl çıkış yolu bulup kalacağım” diye kara kara düşünmeye devam edecekti. Erdoğan’ın “girdik gireceğiz” sözleri Trump’ın istediği gerekçeyi yaratmış gibi görünüyor. Bu, ABD güçlerinin hiç çekilmeyeceği anlamında değil, ABD’nin etkisini bundan sonra sürdürmeye çalışacağı anlamında. Türkiye’ye karşı kullanılan dil de bunun göstergesi.
Kürtler de Trump’ın bu hamlesi üzerine zaten tıkandığı belirtilen Şam ile görüşmelerin durduğunu açıkladı. Üstelik bu açıklama Moskova’dan yapıldı. Ankara, Washington ve PYD’den yapılan açıklamalar sonrası Putin herhalde “Erdoğan galiba Trump ile gizli işbirliği halinde” diye düşünüyordur. Gerçekten de Trump’ın herkesi şaşırtan hamlesi sonrası Türkiye cenahından yapılan açıklamalar ancak danışıklı dövüşte kullanılır.
Türkiye’nin yapması gereken böyle bir dil kullanmak mıydı? ABD’nin çekilmesi neredeyse kesinleşmişken daha barışçı bir dil kullanılabilir, Kürtler ile Şam arasında başlayan görüşmelerin sonucu beklenebilir, meseleye daha yapıcı yaklaşılabilirdi. İçeride yerel seçimler yaklaşırken demokratik ve şeffaf bir seçime gidilemeyeceği düşüncesini uyandıran uygulamalardan kaçınılabilir ve herkesin rıza göstereceği, kendisini rahat hissedeceği bir sürecin yaşanması için adımlar atılabilirdi.
Ancak olmadı. Zira bu iktidarın iktidarda kalma yöntemi içeride de, dışarıda da savaşı gerektiriyor. Gerçekleştirilmese bile “girdik gireceğiz” söylemi bir anda oluşan olumlu havayı dağıtmakla kalmıyor, yeni tehlikeli bir sürecin de tetiklenme olasılığını arttırıyor.
Trump’ın açıklaması eğer hayata geçerse birçok ihtimalin açık olduğu “eskiye” dönüşe neden olabilir. İktidar önce ABD’nin çıkmasını, bölgede temel haklar çerçevesinde gelişmelerin olmasını isteyip istemediğine karar vermeli. Aksi halde Erdoğan yukarıda adı geçenlerin hepsinin birden düşmanı olma yolunda hızla ilerliyor. “Bu zaten böyleydi ve yedi düvele meydan okuyordu” diye düşünülebilir, ama her adım durumu biraz daha somutlaştırıyor gibi.