YAZARLAR

Bizim mahalleye sesleniyorum: Senin ne o bıyık?

Birbirimizi başka türlü eleştiremez miyiz? Birbirimize katılmadığımız anlar olabilir evet ama bu denli öfkeli bir saldırganlık neden? AKP’nin kusur bıraktığı Gazete Duvar gibi mecralar da kapansın mı, yazıp çizmeye devam eden İrfan Aktan gibi gazeteciler de sussun mu? Ne istiyoruz?

Türkiye’de olayların felç edici bir akışı var. Ardı ardına o kadar çok olaya ve bunları çevreleyen öyle yoğun etkileşimlere maruz kalıyoruz ki insan kalem oynatacak enerjiyi bulamıyor. Bu hafta onca meselenin üzerine bir de Trump, “One minute!” ayarında kükredi. “Kürtlere saldırırsanız, Türkiye’yi ekonomik olarak mahvederiz” dedi! Sanıldığının aksine iktidar cenahında çok etkisi olmadı bu kükremenin. Zaten Allah için hiç de yabancı olmadığımız tarzda bir kükremeydi bu. Gingerbread kafa Trump’a bu kükremeleri de biz öğretmiştik ne de olsa.

Oysa bizim mahalleden arkadaşlar diplomatik nezaket derdine yanmaktaydı. Sanki diplomasi dilini Türkiye her düzeyde ama her düzeyde terk etmemiş, “One minute”le başlayan süreçlerde dünya diplomatlarının cümlesinin gözünü pişmiş dana gözü misali pörtletmemiş ve monşerliğin “iki yüzlü ritüellerini” yerle yeksan etmekle övünmemiş gibi, volümlü bir tepki gösterdiler. Ak pirincin içindeki tek siyah taşı bulmuşçasına, Trump’ın nezaketsizliğini ayıkladılar, ışığa tuttular vs. vs.

Kısacası bizim mahallenin Stephen Dedalusları olayın diplomatik nezaket bakımından çok scandalous olduğunu, Trump’ın yine vox populus’u oynadığını filan söyleyip cık cık yaptılar. Sosyal medyada yedi düvele karşı “nezaketsizliğin” kitabını yazan liderlerimizi ve siyasetçilerimizi akıllarına bile getirmeden Trump’ı kınadılar... Az biraz kenara çekilelim ya da hiç değilse, memleketimizin ağır biçimde aşağılanmasına AKP’nin siyaset tarzının nasıl sebebiyet verdiğini açıklayalım, AKP cenahını bu konuda konuşmaya zorlayalım demediler. Diplomatik nezaketten, ahde vefadan, Trump’ın şuur ve izan sorunundan onlar bahsetsin bakalım da demediler. Offf... offf... Olayları bu noktadan alıp, günümüzü gün eden, “Yasin senin niye bıyık yok” sorusuna bağlasam bağlanır yani.

Ben bunları düşünüp dururken adları bende saklı iki dünya lideri bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiş bile. Biri diğerine “Donald senin niye bıyık yok” demenin köşesinden dönmüş, “Kardeş tamam anladık, senin dükkan kapandı bu yüzden tivitırdan mehteri veriyor iç piyasana siyaset satıyorsun ama bizim de burada bir iç piyasamız var, bizim dükkan açık, önümüz seçik, pardon önüm seçim" demiş. Hükümet bülteni Sabah da meseleyi, “Küstah” sözcüğü düzeyinde kınamış. AKP’nin nazik diplomasi geleneği bunu gerektirir. Biliyorsunuz “küstah” bize Yeşilçam filmlerinden, Belgin Doruk’tan filan miras kaldığından, böyle düşük dozlu diplomatik bir hakaret sayarız kendisini.

Mahallemizde konuşulan ikinci olay da diplomasimizin diplomasi, hariciyecimizin hariciyeci olduğu bir gelenek içinde şekillenmiş bir üslubun sahibinden geldi. Aydın Selcen’den. Söz konusu yazı üzerinden bir iki hafta geçti ama yine biz bize dertlendiğimiz bir olay olduğundan bir değinmek isterim buna da. Aydın Selcen’in yazılarını genellikle ilgiyle okuyor ve seviyorum. Selcen’in hariciye bürokrasisi geçmişi, yazılarına farklı bir perspektif, ince bir söyleyiş ve ironi ekliyor. Üstelik bir de karizmatik bir figür. Bir Timuçin Esen değil tabii ama olsun. Bizim Gazete Duvar’dan da Timuçin Esen “kusur kalsın.” Dün bir arkadaşım bir film hayalinden bahsederken, “başrole Timuçin Esen çok iyi gider” dedi de, “nereye iyi gitmez ki o” dedim. Neyse ne... Dağıtmayayım.

Aydın Selcen’in, “Tek kusurunuz Suriyeliler kaldı” yazısı bence baya baya kusurlu oldu. Sadece şunu söyleyeyim, o yazıda sayılıp dökülen, Demirtaş’a, Osman Kavala’ya ya da Sur’a sahip çıkılması konusundan başlayarak, Taksim’e çıkamamaya varıncaya dek hemen her konuda zaten yazan da biz, çizen de biziz. Dayakta ortak Osmanlı... Mesele yazmaksa hem bunları yazıp, hem Suriyelileri kusur bırakmamak mümkün yani.

Gel gelelim Aydın Selcen’in adını “sıradan” (ordinary, banal) olsun, “sıra dışı” olsun herhangi bir ırkçılık hanesine -bir Belgin Doruk vurgusuylan söylersem- katiyen yazmam ben. O yazıda daha ziyade ironik bir tarzda eleştiri yapacağım derken epeyce ciddi bir maksadını aşma olayı hasıl olmuş gibi geliyor ki zaten Selcen’in Medyascope’ta bu konuda yaptığı konuşmayı dinleyince, böyle olduğu da daha iyi anlaşılıyor. Fakat tabii, Selcen’in maksadını aşmasının da maksadı aşan sonuçları var. Bunlardan biri ve en önemlisi Türkiye ırkçılığını besleyen bir argümanı tedavüle sokmak olmuş.

Bir de bir şey diyeceğim, ISO 1999, pardon ÖSO 2019 niye yılbaşı kutlasın ki, cihatçı değil mi o? Yani Taksim’dekilerin ÖSO olduğuna başından beri inanmakta güçlük çekiyorum ben. “Senin niye bıyık yok ÖSO” diyor ve bu konuyu da kenara koyuyorum. Aydın Selcen Suriyelileri kusur bırakmayanlara gıcık filan kapmasın, bizim mahalle de ona “Irkçı” demesin. Bence en iyi çözüm bu.

Önümüze gelene “liberal” de demeyelim ayrıcana. Bu liberallik meselesine geleceğim ama ciddi yazma konusunda aylık istiap haddimi son birkaç haftadır aşmış gibiyim. İçimde lüzumsuz yere eğlenik mi desem sevindirik mi desem bir hal var. Bizim mahalleye seslenmek istiyorum, “Senin ne o bıyık?" Sosyal medyada, AKP’ye karşı mahalledenmiş gibi görünen biri, Nükhet Sirman röportajıyla ilişkili olarak İrfan Aktan’a “Türkiye’nin en iğrenç liberali” demesin mi? Allahım yalebbim, bizim İrfan, arkadaşımız, bonus kafa? Hatta “liberallere” olsun, yetmez ama evetçilere olsun bazen epeyce sert giydiren İrfan? De git lo, liberallerle bozmuşlar kafayı, asıl “Kahrolası federaller!” bence.

Gelelim Nükhet Sirman olayına. Kulakları çınlasın Sırrı Süreyya Önder olsa, “Ya bu Nükhet Sirman size ne etti?” derdi. Aile antropolojisi üzerine çalışan biri Palu ailesi hakkında da elbette konuşacak. Meselenin münferit değil gayet müteaddit olduğunu, zaten sadece böyle Palu ailesi gibi ucube ilişkiler yumağı bir ailenin değil, “sıradan bir aile”nin bile her zaman ayın karanlık yüzü gibi kapkara bir yüzünün olduğunu anlatacak. Nitekim daha evvel yazdığım bir yazıda ben de bu konuyu hayattan ve sinemadan birçok örnek vererek ele almıştım.

Palu ailesi bir aile politikası, aile kültürü ve tarihi içinden karşılaştığımız ve aynı kültürellik, toplumsallık ve tarihsellik bağlamında ele alınması gereken bir mesele. Politik bir mesele. Bu şekilde de irdelenmesi gerekir. Erken Cumhuriyet rejiminin bütün diğer rejimler gibi bir aile politikasının olduğu, bu politikanın bir modernleşme projesi içinden şekillendiği ve aile politikalarına her zaman bir muteber yurttaş politikasının da eşlik ettiği, sır değil.

Şunu da eklemeliyim tabii, Nükhet Sirman söyleşisinin, Cumhuriyet rejiminin akraba evliliğine karşı olduğunu ve geniş aileyi Cumhuriyet rejimi için bir tehdit olarak gördüğünü açıklayan kısmını okuduğumda ben de son derece spekülatif buldum. Söyleşinin enseste değinen kısmının çok üstünkörü ifade ediliyor olmasının da fena halde sorunlu olduğunu düşündüm. Nükhet Sirman kuzen evliliklerinden söz ettiği (anlaşılan) bir yerde, bunların ensest gibi görüldüğünü ama aslında öyle olmadığını bilimsel bir realiteyi açıklamak amacıyla belirtirken, bir yandan kuzen evliliklerini desteklediği zannına, diğer yandan da maksadı aşan yorumlara kapı aralamış.

Oysa modern dünyada akraba evliliklerini teşvik eden geleneklerin zayıflaması, aşk evliliklerinin onay görmesi ve eğitim düzeyinin yükselmesi gibi birçok başka nedenle yakın akraba evliliklerinin zaman içinde terk edilmeye başlandığı öne sürülebilir. Az çocuklu çekirdek ailelerde kuzen sayısının azalmasının, kardeş çocuklarının da genellikle kardeşlik ilişkisi içinde büyümelerini ve kuzenler arası evliliklerin reddini getirdiğini düşünmek de akla yatkın. Sanırım söyleşi akışı içinde bu konular çok açıklanmadan bırakıldığı için de yanlış yorumlamalara yol açılmış. Doğacak çocukların sağlık riski tek mesele değil ama bu yaklaşım da bilim alanında hâlâ yaygın kabul görüyor. Sadece bu nedenle bile olsa bu evliliklerin azalması iyi bir gelişme. Üstelik ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeninin aynı bölüşüm ilişkilerinden zuhur ettiği düşüncesine biraz olsun yakınlık duyuyorsak, yakın akraba evlilikleriyle kurulan ve aile mülkünü garantiye alan geniş aileyi eleştirinin merkezine koymak da hâlâ anlamlı olabilir.

Fakat yine de bir söyleşide temel nitelikteki bazı açıklamalara katılmıyoruz diye, Nükhet Sirman’ı “gerici” olarak yaftalayan, ötekileştiren, bu denli saldırgan bir eleştiri tarzına neden sürüklenelim?

Peki Nükhet Sirman’ın Palu ailesini normalleştirdiği iddiasına ne demeli? Palu ailesi bir istisna değil demek başka bir şey, normalleştirmek bambaşka bir şey. Mahlemizde kalsın ama Palu ailesi vakası istisna olmadığı gibi son derece de politiktir.

Birbirimizi başka türlü eleştiremez miyiz? Birbirimize katılmadığımız anlar olabilir evet ama bu denli öfkeli bir saldırganlık neden? AKP’nin kusur bıraktığı Gazete Duvar gibi mecralar da kapansın mı, yazıp çizmeye devam eden İrfan Aktan gibi gazeteciler de sussun mu? Ne istiyoruz?

Şunun şurasında birbirimizi anlamaya yakın olabilecek bir avuç insanız. Değil mi?


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.