ABD'nin Ortadoğu'da bölünme siyaseti
Kimse emperyalizmin asla bölme çabası içinde olamayacağını iddia edemez. ABD Irak işgalinde olduğu gibi açık bir şekilde işgal ediyorsa, bölme de bir siyaset olabilir. Ama Batı’nın belli bir bölgeye yönelik siyasetini yalnızca bölünme endişesi içine hapsetmek, Ortadoğu bölgesinde İsrail karşıtlığıyla birlikte en çok prim yapan, siyasetin çok daha önemli diğer alanlarını gölgeleyen bir söyleme dönüştü.
Bölünme ve parçalanarak daha küçük devletlerin kurulması yalnızca Türkiye’de değil Ortadoğu’da da çok yaygın bir tartışma. 1980’lerde PKK eylemleri başladıktan sonra Türkiye’nin bölüneceği, ardından 1991’den sonra Irak’ın bölüneceği, 2006 ama özellikle Arap Baharı'ndan sonra da ölçeğin genişleyerek bu kez bölge ülkelerinin çoğunun bölüneceğine dair kaygı giderek bir analizden çok inanca dönüştü. Bu yazıda emperyalizmin, Türkiye de dahil olmak üzere Ortadoğu bölgesindeki ülkeleri parçalamaya dönük önceden planlanmış, kapsamlı bir projesinin olup olmadığını tartışacağım. Temelde Ortadoğu’da çok yaygın olan bölünme söyleminin kendisinin bir siyaset yapma biçimi olduğunu ve bu haliyle birçok işleve hizmet ettiğini savunup, Batı’nın zaten çok rahat domine ettiği Ortadoğu coğrafyasındaki ülkeleri fazladan bölmeye ihtiyacı olmadığını savunacağım.
BÖLÜNME ÜZERİNE KONSENSÜS
Konu bölge ülkelerinin, ABD ve diğer Batı ülkeleri tarafından, gizlice ya da açık olarak geliştirdikleri projelerle bölme ihtimalleri olunca Türkiye’de Halk TV, A Haber, Ulusal Kanal, ulusalcılar, İslamcılar, Ülkücüler arasında çok fazla fark kalmıyor. Milliyetçi/ulusalcı çizgidekiler Türkiye’nin bölünmesini Batı’nın Lozan’ın intikamını almaya çalışması gibi argümanlardan hareketle açıklamaya çalışırken, İslamcı kesimler, örneğin Yeni Şafak yazarlarının bir kısmı, Türkiye’nin bölünmesi üzerinden İslam dünyasının direncinin kırılmasından bahsediyorlar.
Fakat bu yaklaşım kendi içinde çok derin çelişkiler barındırıyor. Örneğin, televizyon kanallarına sabah çıkan stratejist ve güvenlik uzmanları bir yandan ABD’nin 100 yıllık, 50 yıllık, olmadı 30 yıllık planları vardır ve bunları adım adım hayata geçirir derken, akşam tartışma programlarında aynı türden uzmanlar Amerika'nın bir Ortadoğu ya da duruma göre bir Suriye politikası yok diyorlar. ABD Suriye’de yenildi diyenlerle Suriye’yi bölecek diyenler aynı insanlar. ABD hegemonyası çöküyor başlığı atanlar, çöküşteki hegemonun Ortadoğu’da sınırları değiştirme planını uyguladığını söyleyebiliyorlar.
HARİTA/PLAN BOLLUĞU
Aslında Ortadoğu halklarında ve Türkiye’deki bu hassasiyetin üzerine gitmek Batı açısından son derece maliyetsiz bir iş. Tek yapmanız gereken bir makale, gazete ya da internet sitesinde sınırları değiştiren bir harita yayınlamak. 1982’de İsrailli stratejist Oded Yinom’un planı, 1997’de Bernard Lewis’e atfedilen Ortadoğu ülkelerini bölme haritası, tabii Ralph Peters’in 2006’da bir dergide çıkan çok ünlü haritası, Franc Jacobs ve Parag Khanna’nın 22 Eylül 2012’deki New York Times’ta yayınlanan küresel sınır değişim ihtimalleri haritası, yine New York Times’ta 28 Eylül 2013’te yayınlanan Ortadoğu’daki dört ülkeden 14 ülke çıkabileceğine dair haritalar ve nihayet İngiltere’nin BOP haritası. Rahatlatmak için belirteyim ki New York Times’taki haritalar bir Kürt devletinin kurulacağını göstermiş ama edepli davranarak Türkiye’nin sınırlarına dokunmamış. Ayrıca 2012 tarihli gazetedeki haritada ilginç bir şekilde Belçika’nın ikiye bölünebileceği ihtimali de tartışılmış. Bunun Belçika’da nasıl bir endişe yarattığına bakmak gerek.
BÖL VE YÖNET STRATEJİSİ Mİ?
Toprakların parçalanması kaygısını artıran gelişme 2014’te IŞİD’in Irak-Suriye sınırında Ortadoğu’yu paylaşan Sykes-Picot gizli anlaşmasının sonunu ilan ettiği bir videoyu yayınlaması ve iki yıl sonra bu anlaşmanın 100'üncü yılı olması vesilesiyle sınır meselesinin tekrar gündeme gelmesiydi. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Sykes-Picot bir böl ve yönet stratejisinin değil, iki emperyalist gücün nüfuz alanları oluşturma politikasının bir sonucuydu. Açık söylemek gerekirse Batı o tarihten beri Ortadoğu üzerindeki hakimiyetini bu ülkeleri bölmeye gerek duymadan artırabildi. Yani fazladan bir, divida ut impera, böl ve yönet stratejisine ihtiyaç duymadan bölgeyi ekonomik, siyasal ve stratejik açıdan kontrol edebiliyor. Eğer mesele büyüklükse nüfus olarak en büyüğü Mısır 1970’lerden beri ABD nüfuz alanında, ekonomiyse Suudi Arabistan üzerindeki ABD etkisi en üst düzeyde. Genel olarak en kritik alan Körfez ve burada da enerji zengini Araplar ABD kontrolündeyken, ABD’nin bölgedeki en büyük askeri üsleri yine Kuveyt, Katar ve Bahreyn’de.
İsrail açısından bakıldığında ise bu ülkenin Arap devletlerinin zayıf olmasını tercih edeceği mantıklı ve doğru bir saptama. Ama Arap Baharı başladığında bölge ülkelerinin askeri olarak kapasite ve irade açısından İsrail ile savaşma gücü yoktu. Mısır çoktan pes etmiş, Suriye ise 1973’ten beri İsrail’e karşı hareketsizdi. Eğer İsrail bir böl ve yönet stratejisi izlemişse bu Filistin hareketine yönelikti ve bu hareketin içinde İslamcı Hamas’ın çıkışına göz yumarak bölünmesini destekledi ve bu yeterince stratejik rahatlama sağladı. İsrail, Irak ve Suriye’den kopacak bağımsız bir Kürt devletinin varlığını tabii ki tercih edebilir ama bunun olmaması yaşamsal bir tehdit ya da stratejik bir zafiyet yaratmaz.
SURİYE VE IRAK BÖLÜNÜR MÜ?
Ortadoğu jeopolitiği 2011’den bu yana çok hızlı dönüştü ve çok sayıda gelişme öngörülemedi. Bu alt üst oluştan bir Kürt devleti çıkma ihtimali vardı ama büyük bir olasılıkla Barzani’nin erken çıkışı bunu şimdilik imkansız kıldı. Suriye’de bir bağımsız Kürt devletinin kurulması ihtimali çok zayıf. Stratejik olarak böyle bir gelişmeye başta Şam yönetimi, Türkiye, İran tepki gösterip anında boğmak için ortak hareket ederler. Barzani’nin Eylül 2017’deki referandumunun Türkiye, İran ve Irak’ı nasıl yan yana getirdiği ve Kürdistan Bölgesel Yönetiminin bu süreçte Kerkük’ü nasıl kaybettiği hatırlarda. Böyle bir bağımsızlığın bu koşullarda ABD’ye getireceğinden çok daha fazla maliyeti olacaktır. İkincisi, Suriye’deki Kürtlerin gerek nüfus, gerek ekonomik koşullar gerekse de askeri kapasite açısından böyle bir bağımsızlığı taşıyacak güçleri yok. Dolayısıyla, şimdiki çabaları anayasal süreçte, bölgedeki güçleri mümkün olduğunca birbirine oynayarak, derecesi sahadaki güç dengesi ve müzakerelerle belirlenecek bir özerklik elde etmeye çalışmak.
Bu yüzden Suriye’de kurulacak ve Irak’taki KBY ile birleşecek bir Kürt devletinin ikinci İsrail olacağı yolundaki iddia gerçekçi değil. Bölgede ABD için ikinci İsrail rolünü oynayan çok sayıda devlet zaten var. Sanılanın aksine ABD İsrail’de askeri üs bulundurmazken, Türkiye dahil Müslüman ülkelerde askeri varlığı üs ve nükleer silah dahil bol miktarda var. ABD açısından bağımsızlık değil, KBY örneğinde olduğu gibi, oradaki askeri varlığını garanti edecek bir özerklik yeterli olabilir.
Konunun Türkiye ile ilgili kısmında ise şunu vurgulamak gerekir ki Türkiye, bazı sorunlara rağmen, ABD’ye bu coğrafyada olası bir Kürt devletinin sunacağından çok daha fazlasını halihazırda sağlıyor. Artık iyice oturmuş, yerleşik ve kurumsal bir ittifak ilişkisi oluşmuş durumda. 1950’lerde şekillenen güvenlik eksenli ilişkiler ve ekonomik bağımlılık denklemi aradan geçen onca zamana karşın dönüşmedi.
Kimse emperyalizmin asla bölme çabası içinde olamayacağını iddia edemez. ABD Irak işgalinde olduğu gibi açık bir şekilde işgal ediyorsa, bölme de bir siyaset olabilir. Ama Batı’nın belli bir bölgeye yönelik siyasetini yalnızca bölünme endişesi içine hapsetmek, Ortadoğu bölgesinde İsrail karşıtlığıyla birlikte en çok prim yapan, siyasetin çok daha önemli diğer alanlarını gölgeleyen bir söyleme dönüştü. Bölünme söyleminin kendisi kullanışlı bir iktidar tekniği haline geldi. Hele ABD’nin bölgedeki en önemli dayanakları olan Suudi Arabistan, Ürdün, Türkiye gibi müttefiklerini bölünmüş gösteren haritaları ciddiye alıp, buradan emperyalizm analizi yapmaya çalışmayı bırakma zamanı gelmiş olmalı.