YAZARLAR

Ölüm Allah emri ya eziyetler!

Avukat Selçuk Kozağaçlı’nın kelepçeli fotoğrafı sadece kalp kırıcı bir kabalık değil, içinden geçtiğimiz “anti hukuk” günlerinde devletin temel talimatını tekrar eden bir mutlak güç jestiydi. Çıplak güce karşı çıplak bireyler olarak mutlak itaat dışında bir yolun olmadığının tekraren ilanı.

.

Başlık Pir Sultan’dan. Hızır Paşa zindanlarından konuşan tutsağın sesi. Siyaset günleri gelip çatmadan kapılara seslendiği şiirden, açılsın diye. Şah’a gitmek için. Kime seslenecek, susmayı hiç bilmeyen, dinlemeyi hiç bilmeyen Hızır Paşa düzeninin elinde tutsakken? Duvardan daha sağır, çelikten daha soğuk devlete mi, hiç dinlemeyen hep konuşan devlete mi?

Ne geveze bir devletimiz var değil mi? Her yetkilisiyle konuşuyor. Yetmiyor, her sembolüyle konuşuyor. Yetmiyor, alametiyle konuşuyor. Yetmiyor, en susması gereken yerde bile çelik soğukluğunda, kelepçe kalpsizliğinde bir nutuk atıyor.

KELEPÇE DER Kİ BEN DEVLETİM!

O fotoğrafı diyorum, devletin kelepçesiyle kadraja girdiği cenaze merasimini. KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği’nin genel başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın merhum babasının cenaze törenindeki fotoğrafı diyorum. Kozağaçlı’nın kolunda bas bağıran,“Ben devletim, bağlarım” bağırtısını taşıyan fotoğrafı. Son yılların en geveze fotoğrafı, en çok susulması gereken yerde bağıran.

Cenaze. Konuşmanın sözle olmadığı, söze yaslanmadığı yerlerin belki de en başında gelen yer. Bir tören. Sözün sadece çaresiz bir yardımcı olduğu, birkaç kelimeyi geçtiğinde kendinden rahatsız olduğu yer. Toprak kazılır. Tabut taşınır. Çukura indirilir. Üstüne toprak atılır. Konuşma ellerdedir. Gövdede. Yüzde. Yürüyüşte. Yürüyüşe hiç benzemeyen, hiçbir yere gitmeyen, mezarın etrafında, yanında, yöresinde dolanan yürüyüşte.

Atılan her avuç kürek, toprak bir sözcük, bir cümle, bir koca sözler akışı. Sessiz sözcükler, sözcüksüz cümleler. Hıçkırık. Gözyaşı. Sessizlik. Kucaklaşma.

Gidenin bıraktığı boşluk dolmaz, yine de sarılarak, bir iki kelime mırıldanarak, hıçkırarak, kucaklaşarak, toprak keseklerini eşeleyerek, çiçekler koyarak o boşluğu doldurmaya çalışırız. Birbirimize akar, birbirimizin boşluğuna sığınırız. “Başınız sağ olsun.” Sesli söylenir ya da söylenmez, o törende bulunanın asıl cümlesi budur. Başka cümle yoktur.

Bunda bilmeyeni bildirirler mi

Eli bağlı namaz kıldırırlar mı

Yoksa Şah diyeni öldürürler mi

Açılın kapılar Şah'a gidelim.

O fotoğraf, kelepçeyle devletin bitmeyen nutkunu cenaze töreninin orta yerine taşıdı. Kucaklaşmayı engelleyerek. Kürek tutmayı engelleyerek. Sarılmayı engelleyerek. İki eliyle toprak keseklerine kapanmayı engelleyerek. “Eli bağlı namaz” dediği bu değil mi Pir Sultan’ın?

Cenaze yapamayan toplumun toplum olmadığı niye söyleniyor? Konuşmadan konuşamayan, birbirini hiç bilmeyen, birbirine verecek gözyaşı, hıçkırığı, kucağı olmayan toplum, toplum mudur sahi? Cevap verdi o fotoğraf: Cenaze töreninin orta yerine kelepçeyle arzı endam eden güç, “toplum değilsiniz” diye bağırdı herkese, “bana bağlısınız, kelepçelisiniz” diye bağırdı, “bir elim üstünüzde hep.”

GÜÇ GÖSTERİSİNDEKİ GÜÇSÜZLÜK

KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı, avukat Selçuk Kozağaçlı babasının mezarının başında. Bir bileğinde kelepçe var, bir eli serbest. Kelepçenin öbür tarafı herhangi bir kişinin bileğinde. O bir jandarma, sivil giyinmiş. Devlet görevlisi. Kelepçe, devletin gücü. Sivil jandarma devletin memuru. Selçuk Kozağaçlı devlete kelepçeli. Demek ki devlet de Selçuk Kozağaçlı’ya. Kozağaçlı’yı kendisine bağlanmış sergileyerek gücünü gösteren devlet, kendisini Kozağaçlı’ya bağlayarak ne kadar güçsüz olduğunu da göstermedi mi? Töre güçsüzlüğü, edep erkan güçsüzlüğü, ahlaki güçsüzlük, hukuki güçsüzlük.

Kelep, ip yumağıdır. İp bağlar. Bağlamak, en eski tutsak alma usullerinden. İnsan, hayvan bağlanarak tutulur. Tutuklu deniliyor “hukuki tutma” gerekçesi olduğu zaman. Hukuki tutma gerekçesi yoksa tutsak.

Tutuklu ile tutsağı ayıran şey hukuktur. Bağlamanın hukuki gerekçesi varsa tutuklu, yoksa tutsak vardır. Esir. İki durumda da bağda güç görünür olur. Biri meşruiyetini, dayanağını hukuktan alır, diğeri çıplak güçten. Hukuka dayalı görünmek isteyen güç, meşruiyetini sağlamak ve korumak isteyen güç bağın, kelepçe çeliğinin değil hukukun görünmesini ister. Bağa değil hukuka bakmamızı ister. Baktığımızda hukuku görüyorsak bağı görmeyiz. Hukuku göremiyorsak bağı görürüz, gücün tezahürü olarak. Kelepçeyi bu yüzden gördük, gösterecek hukuku olmadığı için, gücünü gösterdi.

ÇIPLAK GÜCE KARŞI ÇIPLAK BEDEN

Kelepçenin çeliği, kapının sürgüsü, parmaklık ve hepsinin kullanılmasını mümkün kılan silah, fotoğrafın ağırlık merkezini oluşturur; fotoğrafta görünmese de.

Soruşturma safhasından duruşmalara, adliyeye yardımcı kuruluşlardan (Adli Tıp mesela) politik otoriteye kadar devletin adli teşkilatının her aşamasında göstere göstere sergilenen çıplak güç, herhangi bir anlamıyla hukukun ve herhangi bir yönüyle adaletin gözetilmediğini, gücün neredeyse saf, çıplak halde işleyişinden başka bir işleyişin benimsenmediğinin göstergeleri.

Böyle olunca da birey, çıplak güce karşı çıplak beden, hiçbir hukuki ya da adalet kaynaklı korumanın olmadığı çıplak beden halinde tezahür eder. O fotoğraf, sadece toplum değilsiniz diye bağırmadı, tehdidini de yineledi: Gücümün karşısında çıplaksınız, töre, edep erkan, ahlak, hukuk… sizi koruyan hiçbir şey yok. Çıplak güce karşı mutlak itaat isteyenin nutku.

Aslımız Muhammet kıyman cellatlar

Üstümüzde bite davacı otlar

Ölüm Allah emri ya eziyetler

Açılın kapılar Şah'a gidelim.

NOT: Ümit Kıvanç'ın "Kabristan'da kelepçe" yazısını okudunuz mu, keşke herkes okusa.