Sadece patlıcana kızmakla mı geçecek hayatımız?
Sevilla’da bir ‘kent bahçesi’nin pazarındaydık. Tezgahlar bahçenin kenarındaydı. Henüz köklerindeki toprakları kurumamış kıvırcık salatalar, soğanlar, maydanozlar ortaya karışık ve çok yeşildiler tezgahların üstünde.
Bu Cumhur danışmanları ya da tımarlı yazar çizer gerçekten işini bilmiyor. Etraf patlıcan ve biber fiyatlarının yüksekliğinden kırılırken, son günlerin moda kelimesini tersine çevirebilirlerdi. "Zaten kış sebzesi değil onlar" diyebilirlerdi. "Sağlığa hiç uygun değildir yaz sebzesini kışın yemek ve onlarda hangi ilaçlar kullanılıyorlar biliyor musunuz?" Sanki biz müsaade ediyoruz satılmasına ve sanki biz zehir kullan diyoruz onlara gibi ama yine de tutardı. Hatta naylon poşette olduğu gibi, Çevre Bakanlığı patlıcandan vergi alarak, fiyatının daha da artmasını sağlayarak böylece sağlığımızı koruyor olabilirdi. Rakı da ve sigara da olduğu gibi. Ah ne iyi şey şu devletler, onlar olmasa ölüp gideceğiz erken erken. Savaşları saymıyorum ve nükleer santralleri, başkanları, otobanlar ve viyadükleri, vali yardımcılarını mesela, hapishane ve minyatür hallerini, otorite temerküz merkezlerini, mesai saatleri filan. Eh o kadar da olacak. Devletini seven zulmüne katlanır…
Belki patlıcanda var olan nikotinden gönderme yapılarak, bandrollü satılması da mümkün olabilirdi. Dedim ya hiç yaratıcı değil bu danışmanlar. Halbuki Bir Fransa örneği var, mazota zam yapıyorsun ve bunu iklim değişikliğine karşı önlem diye yutturmaya çalışıyorsun.
Fakat şimdi siz, kış sebzeleri de pahalı diyorsunuz. Bu durumun da çaresi var. O zaman uzmanlar hemen 'aracılar' diyecek. İki-üç gariban kabzımal fazla kâr etmekten gözaltına alınıp, hamamın namusu kurtulacak. Bir soğan deposu basılacak mesela. Ben kabzımalın yerinde olsam ‘kapitalizmde kâr etmek ne zaman suç oldu’ derim ama onlar da pek örgütlü değil bu ülkede. Herkes borsada ne kadar kâr ettiği ile kâr ediyor, bizim kabzımal satabildiği fiyatın en üstünü talep ettiğinde vur kabzımala. Çok eziliyor kabzımallar. Sağlıkta nasıl ‘sigara’ her şeyin suçlusu ise enflasyonda da ‘kabzımal’ aynı durumda.
Boş verin bunları. Onlar yani kabzımallar ve devletler ne yapıyorlarsa yapsınlar gücümüz yetmiyor onlara -şimdilik- Biz ne yapabiliriz ona bakalım. Hazır da yerel yönetim seçimleri varken belki egemen iktidarların köşesinden bir parça kırabiliriz, kıtır tarafından...
Sevilla’da bir ‘kent bahçesi’nin pazarındaydık. Tezgahlar bahçenin kenarındaydı. Henüz köklerindeki toprakları kurumamış kıvırcık salatalar, soğanlar, maydanozlar ortaya karışık ve çok yeşildiler tezgahların üstünde. Bir kadının başında 10-15 kişi ‘sabun atölyesine’ katılıyordu. Biraz ilerde bir mutfakta yine hep beraber yaptıkları ve birlikte sattıkları yiyeceklerin önünde uzun bir kuyruk vardı. 5-6 masa bu ev yemeği, şarabı ve birasıyla açık havada karnını doyuranlarla doluydu. Bahçenin koordinatörüyle konuşuyorduk.
-Burayı bir sosyal alan, bir ekolojik alan olarak örgütlüyoruz. Bu çevre örgütlenmesinin 20 yıllık bir geçmişi var. Bu parkta toprak 60 parsele ayrılmış durumda. Kent sakinleri, meraklı olanlar, işleri olmayanlar, emekliler kendi mahallelerinden referansla buraya başvurarak kendi yerlerini alabilirler. Bu topraklarda kent tarımına katılanlar öncelikle ekolojik tarım yapmaya söz verir, çok gerekirse minimum düzeyde kimyasal kullanmayı kabul eder. Aynı zamanda ekolojik tarıma ilişkin teknikleri uygulamayı da yani rotasyonlu -münavebeli- ekimi ya da polikültür- çoklu tarımı da tabii. Her kişi, her ekip bunu kendi parselinde kullanmayı kabul eder. Biz bazı programlarla başka kurumlarla işbirliği yaparız. Bu mahallelerin katıldığı ekolojik programlardır. Mesela yerel yönetimle birlikte sürdürdüğümüz kolektif olarak sebze yetiştirmek böyle bir program.
Bu arada tezgaha birkaç müşteri geliyordu. Onlar muhabbete başlıyorlardı. Üç demet kıvırcık salata alıyorlardı mesela ama basit bir şeyi anlatmıyorum aslında. Kasadan geçirilmiş barkod sesinden başka bir şeyden söz ediyorum.
-Kent tarımı sadece bir orta sınıf hobisi değildir. Esas sebze ve meyvedeki kabzımaldan bile daha fazla tutan, oraya ulaştırılma masrafını ortadan kaldırır. Bu yüzden yazının başında kullandığım ‘Bahçelerin hemen yanı başında satış tezgahları’ sadece aracıları değil, sırtımızdaki bu en büyük yükü de savuşturur. Ayrıca Küba’da kent tarımı özellikle Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra büyük krizin içinde halkın yaşamını sürdürmesinin en önemli örgütlenmesiydi. Havana’nın meyve ve sebze ihtiyacının üçte ikisi kent tarımı ile karşılandı. Havana’da benzer bir kent bahçesinde, sadece 10 hektarlık bahçeden 101 kişi yaşamını idame ettiriyordu. Bu bahçenin filmini yaparken, bu sayıya emin olamayıp peş peşe defalarca sormuştuk. Eh tabii şunu hatırlatmam gerekiyor ki bu yüz bir kişi ‘Sosyalist Küba’da ev kirası ödemiyordu. Sağlık ve eğitim tamamen bedavaydı. Elektrik ve su parası devede kulaktı vesaire ama Sovyetler Birliği sırasında monokültür-tekli tarıma mahkum edilmiş Küba’da kent tarımı ülkenin yarısının karnını doyurdu. -
Sevilla’da kent tarımcıları anlatıyordu:
-Burada herkes kendi toprağında öncelikle kendi ailesi için yetiştirir. Her parsel 120 metrekaredir, bu yüzden genellikle bir ailenin ihtiyacından çok daha fazla sebze yetişir. Ürettiklerinin fazlasını komşularıyla paylaşırlar, satarlar.
Bizim kafamızda tarım sadece köyde, kırda olur diye bir düşünce hakim. Kentte tarım yapmak nasıl bir şey?
Biz kent tarımı yapıyoruz ve bunun birçok yararını görüyoruz. Bu tarım ürünlerinin, gıdanın spekülasyonu da engellemektir. Aynı zamanda her yeri çimentonun işgal ettiği kentte sürdürebilirliği de sağlamaktadır. Bu Sevilla'da tarımın varlığını da sürdürmektedir. Ekolojik tarım ile klasik tarımdan farklı olarak katılımcıların doğrudan ihtiyaçlarının karşılanmasıdır ve bu aynı zamanda toprağın yaşaması manasına gelir.
Bahçede sadece sebze üretimi yoktu. Parkın, bahçenin bir tarafında oldukça geniş bir alanda Koyunlar, keçiler, tavuklar, kazlar, ördekler serbestçe dolaşıyordu.
Peki hayvancılık konusunda nasıl örgütleniyorsunuz?
Burada çok başarılı bir programımız var. İki tip hayvancılıkla uğraşıyoruz: Tavuklar ve koyunlar. Mahalledeki herkes kendi organik atıklarını getiriyor. Bunları tavuklarımıza veriyoruz ve bu tavukların yumurtaları o kişilere gidiyor. Bu şekilde bir çember ile organik besine ulaşımı sağlıyoruz. Tavuklar bahçenin içinde kendilerine ayrılan bolümde özgürce yaşıyorlar, kümes kullanmıyoruz. Ve bir diğeri, koyunlar için başka bir programımız var. Aşağı Guadalquivir bataklıklarından gelen yem bitkilerini kullanıyoruz. Böylece hayvanlarımız tamamen organik besleniyor. Hayvanların sütü ve onların işlenmesini, mesela peynir haline getirilmesini yine kolektif olarak yapıp çembere dahil olanlarla birlikte paylaşıyoruz.
Bu sadece bir şey üretmek, parası biraz yetenlere ‘organik’ satmak için de değildi. Bunu da sormuştum;
-Temel olarak bir çevresel savunma örgütlenmesi. Üretmek için bir araya geliyoruz bir kolektif halinde elbette, önceliğimiz ekolojik tarım, ekolojik üretim ama elbette aynı zamanda aramızda bir dayanışma kültürü geliştiriyor bu. Direkt tarımla ilişkili olmasa da çevresel savunma için de aramızda bulunan arkadaşlarımız var. Temel olarak diyebiliriz ki yaşamı örgütleme temelinde çevresel bir savunma organizasyonu.
Son beş yıldır, gıda almak için neredeyse hiç markete gitmemişlerdi bir de. Bilmem biber 28 lira dendiğinde aklıma geldi. Bu musibet bin nasihatten iyi gelir belki.
Sadece iktidarı seyretmekle ve patlıcana kızmakla mı geçecek hayatımız?