Acele işe kapitalizm karışır
Yağmur zamanları bazen çok uzun sürüyordu. İki, üç yıl kadar belki. Cortazar’a göre tabii ki bu yıllar. Hamakta geçen iki, üç yıl düşünsenize. Yağmurun sesi sadece.
Yağmur ormanlarında ev yapıyorduk Ekvador’da. Çok büyük ve kalın bambular kullanıyorduk. Tek kolunuzla ancak sarılabileceğiniz kadar kalın ama sakın sarılmayın, ince ve çok ince dikenleriyle koruyordu kendini. Macheta -uzun ve keskin bıçak- karnına saplandığında kıvılcımlar gibi sağa sola sıçrıyordu dikenler ve her şey yeşil, çok yeşildi. Yağmur saatine göre çalışıyorduk zaten. Sabah yağmurundan önce kalkıyor, yağmurda kızarmış yuka yiyor, yağmuru seyrediyorduk. Modern zaman saatlerinden ya da ezan okunmasından iyiydi veyahut kilise çanı.
Tabii ki mesai saatlerinden ve teneffüs zillerinden…
Pek acelemiz de yoktu. İki yağmur arası bitirmeliydik evi ama hangisi olduğu fark etmiyordu. Saatleri ayarlama enstitüsü kapitalizm işiydi. Yağmur zamanı saat gibi değildi. Geç kalınca bir metroyu kaçırıp, vapura binemeyip, 15 dakika geç kaldığında zılgıt yediğin yoktu mesela bulutlardan. Yüksek de olduğu için bulut dedim yoksa patrona ya da müdüre benzediği yok zavallı bulutun…
Okula geç başlayıp sene kaybettiğinde de kimse seni küçümsemiyordu. Komşu teyze sorguları öldürücü olmuyordu böylece. Yukaların neden erken çürüdüğünden konuşuyorduk daha çok. Hangi ağaç kabuğundan öksürük şurubu yapıldığından, papaya çekirdeklerinden ve "hangi komşu köye dans etmeye gitsek acaba?" gibi yararlı konulardı bunlar ve kimse bizi notlamıyordu o sırada.
Yağmur aramızdaki her şeyi eşitliyordu.
Bir de Cortazar zamanı var. Bir öyküsünde vardı. Bir şey anlatacağım saat tutun, diyordu. Anlatıyordu. Ne kadar tuttu, diye soruyordu. 20 dakika, diyordu dinleyen. "İki metro istasyonu arası kaç dakika?" diye soruyordu. "1,5 dakika" diyordu dinleyen. İşte ben o 20 dakikayı o 1.5 dakikada yaşadım, diyordu.
Yağmur zamanları bazen çok uzun sürüyordu. İki, üç yıl kadar belki. Cortazar’a göre tabii ki bu yıllar. Hamakta geçen iki, üç yıl düşünsenize. Yağmurun sesi sadece. Bazen papağan çığlıkları. Bana öyle geliyordu, belki de kahkaha atıyorlardı papağanlar. Çok tanımıyordum onları. Yağmurdan sonra ilk güneşte, hep uçuyorlardı onu biliyorum. Bazen biraz sonra keseceğimiz bambunun üstüne konuyorlardı. Sakince uçmalarını bekliyorduk. Nasıl olsa zamanımız çoktu. Acele işe kapitalizm karışır çünkü.
Haftada bir yağmur ertesinde hamaktan iniyor, 2,5 saat yürüyor, bir köylü örgütlenmesinin ofisindeki dünyanın en yavaş bilgisayarına gidiyordum. Öğle yağmuru sırasında yazımı yazıp, 2,5 saat geriye yürüyordum. O sırada yaptığımız ev de duruyordu. Papağanlar istedikleri bambulara konuyorlardı.
Bazen nasıl bu kadar çabuk yazıyorsun diyorlar. Mesela metroda, işçilik yaparken kahve molasında, gerilla konferansı sırasında bir yandan dinlerken, sokaklar yanarken eylemde yanmış lastik kokulu…
Çabuk olur mu? Neresi çabuk? Her yazının arkasında kaç yıl Cortazar zamanı, kaç yüzyıl yağmur zamanı ve oldukça çok saatli maarif takvimi var…