YAZARLAR

Eşeği kaybedip sonra da bulmak: TRT 2

TRT 2, kültürel iktidar meselesinin ideolojik ayağının somutlaştığı bir alan olarak işlev görecek. Tam da bu noktada içeriğin neleri kapsadığından daha çok neleri dışarıda bıraktığıyla ilgilenmek, bu durumu daha yakından takip etmek anlamlı olacaktır.

Malum, Allah sevdiği kuluna önce eşeğini kaybettirip sonra da buldururmuş. TRT 2’nin yeniden bir kültür-sanat kanalı olarak yayın hayatına başlaması kimilerinde böyle bir etki yarattı. Bu durumda sevilen kullar daha çok bugün 40’lı yaşlarını geçmişler oluyor. Zira bizim kuşak kültür-sanat alanına dair ilgi ve birikimini büyük oranda bu kanala borçludur. 80’li yılların ikinci yarısında yayın hayatına başlayan TRT 2, akşamüstü “Yalan Rüzgârı” dizisiyle kendisine bağlamayı başardığı geniş kitlelerden süzülenleri gecenin ilerleyen saatlerinde dünya sinemasının çok önemli yapıtlarıyla ödüllendirirdi. Kendi adıma film ile sinema arasındaki farkı öğrenmemde bu kanalın çok büyük katkısını yadsıyamam. Üstelik yalnızca sinemada değil, “Güzel ve Çirkin”, “Ziyaretçiler”, “Bana Şans Dile” gibi kişisel hafızamda yer eden önemli dizileri de bu kanalda izledim.

Nihayetinde iletişimin bu kadar gelişmiş olmadığı, video dünyasında aradığımız her filmi bulmakta zorlandığımız bir dönemde böyle bir hizmetin varlığı çok önemli bir fırsattı. Hele de taşradaysanız. Vizyon filmlerinin bile İstanbul’daki gösterimlerinden altı ay, bir yıl sonra uğradığı orta halli bir ilçede sergilerden, kitaplardan, konserlerden ve filmlerden haberdar olmak çok önemliydi. Üstelik programlar öncesindeki sunumlar da oldukça eğiticiydi. Klasik müzik konserleri öncesinde besteci ve eser hakkındaki bilgiler, film gösterimlerinden önce meslek büyüklerimizin yaptığı yorumlar bir kuşağın kültür sanata bakışını şekillendiren önemli etkenlerden oldu. TRT 2’nin 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren hızla değişime uğraması, içeriğinin bozulması, nihayetinde 2010 yılında kapatılmasıyla sonuçlandı. Bu bir yandan siyasi bir tercihti kuşku yok ki ama öte yandan kültür sanat ürünlerine erişimdeki kolaylığın artışıyla kanala olan ilginin azalması da bunda etkili oldu. Kuşkusuz bir kamu televizyonunun bu tür gelişmeleri göz ardı etmesi ve topluma iyi kültür ürünlerini sunmasını bekleriz ama nihayetinde bütün bunlar TRT’nin daha ‘rekabetçi’ olacağının ilan edildiği zamanlara denk geliyor.

Peki, ne oldu da aradan dokuz yıl geçtikten sonra “eşeği yeniden bulduk”! Evet, bugün ana akım medyada kültür-sanat alanına dair bir şeyler bulmak neredeyse imkânsız. Ama sosyal medya ve internet platformları sayesinde hemen her şeyden haberdar oluyoruz. Meraklısı için her alana dair gayet doyurucu ve bilgilendirici içeriklerin bulunduğu dijital platformlar var. Üstelik her türlü içeriğe dijital ortamda ulaşmak da oldukça kolay. TRT 2’nin bir kültür- sanat kanalı olarak yeniden hayat bulmasının arkasında yatan gerekçenin bu alana yönelik kamu ihtiyacının tarafsız bir şekilde karşılanması olmadığını biliyoruz. Çok açık ki son birkaç yıldır devam eden ‘kültürel iktidar’ tartışmalarının bir aparatı olarak böylesi bir araç hayata geçirildi. Siyasal iktidarın her fırsatta kültür sanat alanında iktidar olamadıklarına dair söylemlerinin kendilerinden önceki kültürel birikimi yok sayma noktasından bir kısmını içermeye dönüştüğünü söylersek yanılmış olmayız. Sabah gazetesinin gündem yaratan ‘solcu’ sanatçılarla röportajlarından, cumhurbaşkanının Fazıl Say konserine gitmesine kadar bu durumun emarelerini görmek mümkün. Cumhuriyetin kültür-sanat birikiminin inkârıyla, bu birikimin üzerinden sanatlarını var etmiş kimi isimlerin iktidarın meşruiyet alanına çekilmesi çabası aynı anda yürütülüyor. TRT 2, kültürel iktidar meselesinin ideolojik ayağının somutlaştığı bir alan olarak işlev görecek. Tam da bu noktada içeriğin neleri kapsadığından daha çok neleri dışarıda bıraktığıyla ilgilenmek, bu durumu daha yakından takip etmek anlamlı olacaktır. Kuşkusuz kültürel alanda ideoloji ve söylem, siyasal alan gibi sert çizgilerle birbirinden ayrılmıyor. TRT 2’nin ‘ideolojik’ toleransının siyasal alandan çok daha geniş olacağını öngörebiliriz. Bu bakımdan gösterilen filmlerin, konuk edilen sanatçıların, bazı içeriklerin iktidar yanlısı olmayan (ama karşıt da olmayan) özellikler taşıması şaşırtıcı olmayacaktır. İktidarın kültür ve kimlik siyaseti nedeniyle kendisini tehdit altında hissedenlerin sığınıp nefes alabilecekleri bir alan olabilir burası. Devlet olanaklarından, kamusal alandan tamamen dışlanmamış olmanın, sınırlı da olsa kendini ifade edecek bir yer bulmanın sağlayacağı tatlı yanılsama.

TRT 2, devlet aygıtının özellikle de kamu kurumlarında henüz partizanca davranmadığı; bürokrasinin devletin çeşitli unsurları arasında ‘adaletli’ bir şekilde paylaşıldığı zamanlarda TRT’nin ‘aydın/solcu’ kadrolarının da tıkıştırıldığı bir alandı. Politik baskıya, sansür uygulamalarına rağmen bu kadrolar bir kuşak üzerinde oldukça önemli izler bırakan yayınlara imza attılar. Bu kadroların tasfiye edilip yerlerine partizanca atamalar yapılan bir kurumun işlevinin ne olacağı hakkında da dikkatli düşünmek gerekiyor. Ordu, yargı, üniversiteler, bakanlıklar ve yerel yönetimler gibi devletin bütün kurumlarının siyasal iktidarın ideolojik çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn edildiği bir dönemde TRT 2’nin bundan azade olacağını düşünmek en basit tabiriyle saflık olacaktır.

Birkaç gün önce gerçek olup olmadığı şüphe götürür bir tweet dolaşıyordu sosyal medyada. Buna göre, Bodrum otobüsüne binen bir kadın kedisini bir kutuya koyup bagaja teslim ediyor. Mola yerinde kedinin durumunu kontrol eden muavin ölmüş olduğunu fark ediyor. Panikle mola yerinden bir kedi bulup kutunun içine koyuyor. Bodrum’a vardıklarında kadın kediyi fark ediyor ve kızgınlıkla şöyle bağırıyor: “Bu benim kedim olamaz. Çünkü benim kedim ölüydü ve Bodrum’a gömmeye götürüyordum.”

TRT2’nin yeniden yayın hayatına başlaması ölü kedinin yerine yenisini koymaktan farksız. Biz gerçek kediyi çoktan gömdük ve yasını da tuttuk. Elimizdeki kedi artık başkasının kedisi!