AKP’ye her şey 7 Haziran’ı hatırlatıyor
7 Haziran öncesinde AKP’liler dillerini sertleştirse de, Kürtlere ilişkin bir söz söylerken ihtiyatı elden bırakmıyordu. Fakat 31 Mart öncesinde, iktidar temsilcilerinin dilini dizginleyecek, “tüm belediye başkanlıklarını verin, bu iş huzur içinde çözülsün” diyebilecekleri herhangi bir bağlayıcı çözüm süreci, reçetesi, vaadi de olmadığı için düşmanlaştırıcı dilin dozajı korkunç boyutlara ulaşmış durumda. Bu öyle bir dil ki, AKP 31 Mart’ta kazansa da kaybetse de etkisini sürdürecek.
Görünen o ki HDP’nin Batı’daki yerel seçim stratejisi AKP-MHP’yi tahmin edilenin çok ötesinde zorluyor. Bu yüzden de “HDP’liler” adı altında Kürt siyasetçilerine ve 6 milyonu bulan büyük bir seçmen kitlesine karşı ihtiyata ihtiyaç duyulmadan korkunç, ürkütücü bir dil kullanılıyor.
AKP’nin Ankara adayı Özhaseki, CHP’ adayının kendisine yönelttiği “HDP’nin oyunu istiyor mu?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Kanlı katillerin, o lanet örgütün hiçbir şeyini istemiyoruz. Haram oylarını da istemiyoruz. Onların oylarına bizim evlatlarımızın kanı bulaştı. Ancak tüm Kürt kardeşlerimin oylarına talibim.”
Özhaseki tüm Kürtlerin oylarına talipse, istemediği, haram bulduğu, kan bulaştığını söylediği, sayısı 6 milyonu bulan HDP oylarının çoğunu Kürt “kardeşleri” kullanmıyor mu? HDP’ye oy veren Kürtler Kürt mü değil, kardeş mi değil? Hangisi?
İçişleri Bakanı HDP’li milletvekillerini kastederek “bu milletin vekili olarak kabul etmiyoruz” diyor. Peki “bu milletin” vekili değillerse, mazbatayı almış, TBMM’de “yasama” faaliyetine katılan bu insanlar hangi milletin vekili? Yoksa Kürtlerin oylarını almak, vekil olmaya yetmiyor mu?
HDP’LİLER HANGİ KÜRDİSTAN’A GİTSİN?
Erdoğan, milliyetçilerde her durumda alerji yaratacağını çok iyi bildiği Kürdistan sözcüğü üzerinden şu söylemi kuruyor: “Çok seviyorsan Irak'ın kuzeyinde Kürdistan var, yallah oraya git, Kürdistan'a. Sizin bu ülkede yeriniz yok…”
İyi de “HDP’lilere” “yallah Kürdistan’a” diyen Erdoğan, tam iki yıl önce, 25 Şubat 2017’de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde düzenlenen bağımsızlık referandumunu da Bağdat’tan daha sert şekilde hedef alan kişiydi: “Kuzey Irak yerel yönetiminin bu adımdan geri adım atması şart, olmazsa olmaz. Suriye'de de birden fazla terör devleti kurulmasına izin vermeyeceğiz. Onlar için kuru bir rüya. Dedim ya, bir gece ansızın gelebiliriz.”
Türkiye iktidarı ne içeride, ne de Irak’ta, Suriye’de, İran’da bir Kürdistan’ı kabul ediyor. Bırakın coğrafi bir bölgeyi, Kürdistan sözcüğü bile “sakıncalı.” Nitekim Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, yasal sınırlar içinde siyaset yapan ve adında “Kürdistan” olan siyasi partileri kapatmak üzere dava açtı.
Peki bu durumda “HDP’liler” hangi Kürdistan’a gitsin?
HDP’YE OY VEREN KÜRTLER DE KARDEŞİNİZ Mİ?
İktidarın “HDP’liler” diyerek hedef gösterdiği seçmen Kürtler mi, değil mi? AKP, “HDP’liler”, “haram oy”, “kanlı oy” derken HDP’ye oy veren Kürtleri mi kastediyor? Sorunca, “hayır, Kürtler kardeşimiz” diyorlar. Peki, HDP’ye oy veren Kürtler neyiniz oluyor? Onları da kardeşten sayıyor musunuz?
Açıkça, adlı adınca Kürt karşıtlığı henüz yapılamadığı için “HDP’liler”, “Kürdistan” deniyor ama dışlayıcı dilin muhatabı olanlar verilmek istenen mesajı alıyor.
HDP’li Kürdün öncelikli kimliği HDP’lilik değil, Kürtlük. Dolayısıyla “HDP’lilerin haram oyları” dediğinizde, Kürtler bu söylemi, ima ettiğiniz manasıyla okuyor. Dahası, anti-Kürt hınçla bezenmiş ırkçı kitleler de mesajı böyle alıyor.
Dolayısıyla yerel seçim öncesinde AKP ve adayları, sonunun nereye gideceği belirsiz çok ama çok tehlikeli bir söyleme başvuruyor. Fakat ülkücülerin “ya sev ya terk et” laflarını bile aratan ve HDP’ye oy veren Kürtleri açıkça hedef haline getiren bu söylem, AKP’nin nasıl bir zorlukla karşı karşıya olduğunu da gösteriyor.
AKP’NİN 7 HAZİRAN KORKUSU
Aslında AKP’nin tüm seçim kampanyasını “HDP” karşıtlığı üzerinden kurması, yakın tarihin tekerrürüyle karşı karşıya olduğunun işaretlerini de veriyor. O yakın tarih, AKP’yi iktidardan düşüren ve hâlâ korkulu rüyası olan 7 Haziran 2015 seçim süreciydi.
7 Haziran öncesinde AKP, artık son demlerini yaşayan çözüm sürecinin devamının şartı olarak HDP’nin parlamento seçimlerine bağımsız adaylarla girmesini, yani kendisinin bir kez daha tek başına iktidar olmasının koşullarının sağlanmasını dayatıyordu.
Ancak dönemin HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 15 Aralık 2014 tarihinde yaptığı açıklamada, 7 Haziran’a parti olarak gireceklerini ilan etmişti.
Devam eden, daha doğrusu AKP açısından hâlâ medet umulan çözüm süreci dolayısıyla dili henüz sertleşmemiş olan Erdoğan 6 Şubat 2015’te Bursa’da “Çözüm süreci, 400 milletvekilini vermemiz lazım ki gümbür gümbür iktidarda olan bir parti bunu gerçekleştirsin” diyerek HDP’ye mesaj vermişti.
Fakat HDP’nin seçime parti olarak girme kararı netleşince Erdoğan, 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı’nı, Suudi Arabistan seyahatinden hemen önce hükümsüz kılmış ve HDP’yi “ilkesiz” olmakla suçlamıştı.
'400 MİLLETVEKİLİNİ VERİN BU İŞ HUZUR İÇİNDE ÇÖZÜLSÜN'
Erdoğan bir hafta sonra, 7 Mart 2015’te Gaziantep’te bu sefer dilini sertleştirerek, “400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün” son uyarısını yapmıştı.
7 Haziran öncesi işler AKP aleyhine sarpa sardıkça, İç Güvenlik Paketi TBMM gündemine getirilerek kabul edilmiş (27 Mart), öncesinde ise, 14 Mart 2015’te de Çanakkale mitingi sırasında Erdoğan’ın Kürt meselesine ilişkin yaklaşımı netleşmişti: "Şu çözüm sürecine bakın, her televizyona çıkan, varsa yoksa Kürt sorunu Kürt sorunu, Kürt sorunu. Ve bununla ülkemizi adeta parçalamanın, bölmenin gayreti içerisine giriyorlar. Bu ülkedeki mevcut etnik unsurların hepsinin kendine sorunları vardır, varsa yoksa Kürt sorunu, diye bir şey yok. Ben 2005’te Diyarbakır’da bunu ifade ettim ve bu süreç kapandı”.
Selahattin Demirtaş’ın meşhur “seni başkan yaptırmayacağız” sözü, Erdoğan’ın bu açıklamasından iki gün sonra, 17 Mart 2015 tarihindedir ve aslında Erdoğan’ın bu diline yönelik bir tepkidir.
Dolmabahçe “zirvesinin” iktidar adına katılımcısı olan Yalçın Akdoğan’ın “Bundan sonra çözüm sürecinin ancak filmini yaparlar” sözü ise 8 Haziran 2015 tarihindedir. Yani seçimleri kaybetmeye bir tepkidir.
Öte yandan 7 Haziran öncesinde AKP’liler dillerini sertleştirse de, Kürtlere ilişkin bir söz söylerken ihtiyatı elden bırakmıyordu. Fakat 31 Mart öncesinde, iktidar temsilcilerinin dilini dizginleyecek, “tüm belediye başkanlıklarını verin, bu iş huzur içinde çözülsün” diyebilecekleri herhangi bir bağlayıcı çözüm süreci, reçetesi, vaadi de olmadığı için düşmanlaştırıcı dilin dozajı korkunç boyutlara ulaşmış durumda. Bu öyle bir dil ki, AKP 31 Mart’ta kazansa da kaybetse de etkisini sürdürecek.
Peki 31 Mart’ta büyük hezimet yaşaması halinde AKP, ihtiyat ihtiyacı bile duymadığı bu düşmanlaştırıcı dili tıpkı 7 Haziran sonrasındaki gibi “sahada” işlevselleştirecek mi? Bu hayati sorunun yanıtı şimdilik yok. Ama AKP’ye şu an her şey 7 Haziran’ı hatırlatıyor.
İrfan Aktan Kimdir?
Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.
Akşener’in taht oyunları continues 27 Eylül 2021
Korkut Boratav: Ekonomik kriz yok, yoksuldan alıp zengine veriyorlar 25 Eylül 2021
Oğuz Kaan Salıcı: Çözüm sürecindeki önerilerimizin arkasındayız 18 Eylül 2021
Mahmut Aytar: Bizi örgütleyen açlığımızdır 13 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI