Fıtrat nedir? Eşitlik fıtrata aykırı mı?
İnsanlığa eşitlik devrimi getiren dindir İslam. Bu durumda eşitlik fıtrata aykırı diyenlerin düşünmesi gerekir. Ayet, son kısmıyla üstünlüğün takvada olduğunu kesin hükümle insanlara bildirirken bir Müslüman dindar, nasıl olur da kadın-erkek eşitliği fıtrata aykırı diyebilir?
Kadın düşmanı Sekiz Mart eylemine çağıran afişin sloganıyla devam edeceğim bu yazıya. Son yazımı okuyanlar linki verilen çağrıda yer alan sloganı hatırlayacaklardır. Ben şimdi sloganın ilk kısmına dair yazmak niyetindeyim. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına itiraz ediyorlardı. Hem de insanlık suçu olarak niteliyorlar, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını. Kampanyayı yürüten “kutsal aileciler” için sözüm yok aslında. Onlara bir şey söylemeye gerek görmüyorum. Önceki yazıda Diyanet görevlilerini de camilerdeki kadın düşmanı dua eylemine karşı uyarmıştım ve bugün konunun bu kısmına da girmeyeceğim. Ancak bu dua eylemi için suç ifadesini kullanışım pek anlaşılmamış. Bir cümleyle meramımı bir kere daha ifade etmeye çalışayım. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmaları ve bu mekanizmaların kalkmasını istemek elbette kadın yönelik şiddetle mücadeleye karşı çıkmak anlamı içeriyor. Bu haliyle şiddet savunuluyor ve şiddeti övmek, savunmak elbette suç.
Afişe ve slogana geri dönüp “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Eşcinsel Terörü İnsanlık Suçu” ifadesini hatırlatmak istiyorum. Bugün sanırım sadece toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı kısmını yazabileceğim. Zira bu dinbaz kutsal aileciler dışında kalan pek çok kişi de toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını dine aykırı buluyor. Dinbaz tanımının içine yerleştiremediğim pek çok dindar kadın ve erkek var, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına itiraz eden. İslamî fıtrat kavramını salt natura/doğa olgusuna indirgeyerek reddediyorlar kadın-erkek eşitliğini. İnsanı cismanî/hayvanî özelliklerinden ibaretmiş gibi görüp, gösterdiklerini önemsemez gibiler. İnsan olma halini, insanlık vasfını yok sayarak biyolojik farklılığı gerekçe gösteriyorlar eşitlik karşıtlığına. Fıtrata aykırı diyorlar. Peki, nedir fıtrat? Bu sorunun cevabı önemli çünkü sadece toplumsal cinsiyet kavramına itiraz edilirken değil her alanda dillere pelesenk olmuş, sakız gibi çiğnenen kavramlardan birisi. İş cinayetlerinde, maden kazalarında bile yetkililerin “bu işin fıtratı” dedikleri duyuldu. Bu nedenle dindar algıdaki fıtrat kavramını sorgulamak önemli…
En geniş anlamıyla insanı, hayvandan ayıran her ne varsa insanın fıtratına dahil.
Fıtrat kavramı, yaratılmışların yaratılış özelliklerini içerir. Yanı sıra zihinsel ve duygusal becerileri, aklı ve iradeyi de anlatır, insanın fıtratı ifadesi. Ayrıca yaratılış gayesini de anlatır bu kavram. Fıtrat kavramını duyduğumuz zaman iç içe geçmiş bu üç katmanı bir arada düşünmememiz gerekir. Ancak dikkatlerden kaçar genellikle kavramın ikinci vasfı ve üçüncü vasıf ise hemen hemen hiç düşünülmez. Evet, canlı, cansız tüm varlıkların yaratılış özellikleri de fıtrat kavramıyla ifade edilir İslam’da. Göklerin ve yerlerin fıtratı ifadeleri geçer. Yaratılış özellikleri ve yaratılış gayeleriyle ilgili uzun konuşmalar yerine tüm yaratılmışların temel vasıfları kısaca fıtrat kavramı kullanılarak geçiştirilebilir. Bu haliyle kavram kullanım kolaylığı sağlayan, elverişli bir açıklama aracı inananlar için. Bilimsel referansları tercih edenlerce kullanılan doğa/natura kavramıyla örtüşür bu haliyle. Deniz kaplumbağasının karadaki yumurtasından çıkar çıkmaz denize doğru amansız yolculuğuna başlaması örneğin dindarın kelamında fıtratla açıklanırken ateistin dilinde doğa bilimlerinin kavramlarıyla, içgüdüyle izah edilir. Her iki söyleyiş biçimi de aynı gerçeği ifade eder. Eşyanın hakikati, seçilen farklı kavram, sözcük ve söyleyiş biçimleriyle değişmez. Yırtıcıların, insan kadar vahşi olmayıp sadece acıktıklarında ve doyacak miktarda canlı öldürmeleri de onların fıtratıyla izah edilir kolayca. Biyolojik, fizyolojik özellikleri yaratılmışların ilk akla gelen ve en kolay anlaşılan kısmı fıtrat kavramının.
Kavramın, zihinsel ve duygusal boyutu anlatan ikinci vasfına yırtıcılarla insan arasındaki farktan devam edelim. İnsanı, vahşi hayvanlardan daha çok kan dökücü yapan şeylerin tümü de insanın fıtratına dahil. Diğer yaratılmışlardan ayıran özelliklerimiz biz insanların fıtratına, inanırız ki yaratılıştan yerleştirilmiştir. Daha çok öldürebilmemiz için mi yaratıldık bu durumda? Bütün canlı, cansız varlıklara karşı daha üstün güç kullanma becerilerimiz biz insanlara, daha kıyıcı olmamız için mi verildi? İnsanın, diğer insanlara ve tabiata hükmetmesi, yakıp, yıkıp, yok etmesi için bu özelliklerle yaratıldığını söylemek mümkün mü? Ama doğamız/naturamız böyle. Fıtratımız da var tüm bu yıkıcı beceriler. İnsanın hayvan yanı böyleyken biliyoruz ki bizleri bu vahşi kıyıcılıktan uzak tutan özelliklerimiz de var. Eşref-i mahlûk dediğimiz, insanlık onuru dediğimiz özellikleri insanın, işte fıtrat kavramının natura kavramına kıyasla derinleştiği, farklı özellikleri de içerdiği yani farklılaştığı durumları gösteriyor. Ki bilimsel açıdan sosyal bilimlerin, düşünce bilimlerinin, sanatın, estetiğin konularına giren akıl, zeka, irade ve her türlü duygulanımla sempati ve empati kısmını da fıtrata dahil. Toplumsal yapı, medeniyet kurma özelliği, kurallı yaşama iradesi insanın fıtratında var evet.
Biyolojik özellikler ve toplumsal becerileri anlatan fıtrat kavramı aynı zamanda insanın içsel yolculuğunu anlatmak için de kullanılır. İşte bu kısım dinlerin ve felsefenin biraz da sanatın alanına girmeyi gerektiriyor. İslama göre fıtratın ifade ettiği üçüncü vasıf, insanın yaratılış gayesi. Yeryüzünün halifesi olarak yaratıldığımızı söyleyen ayetler bize gösteriyor ki, fıtrat kavramı sadece yaratılış özelliklerini değil aynı zamanda yaratılış gayesini de ifade eder. Cismanî, hayvanî yanımızı baskılayarak iyiye, güzele, doğruya ilerleme becerilerini de içkin fıtratımız. Yani biyolojimizden öte şeyler var, insan olarak her birimizde. İnsanın sosyolojisini düşünmeyi gerektiren aşaması kavramın. Ancak bir de mistik yanımız var. Semavî dinler ve felsefe insanı, içindeki hayvani kontrol eder kılmış. Estetik duyumlar geliştirmeyi mümkün kılan yanımız, sempati ve empati gücüyle ve tabi yine kendi çıkarımızı da hesap edebilme becerisiyle birlikte tabiata, canlı-cansız tüm varlıklara hükmetme becerimizin kıyıcılığını, yönetilebilir kılıyor. Bu görünen bedenlerden başka bir ben var içimizde kısacası. Buraya kadarına itiraz eden yok denecektir. Güzel. Madem itiraz eden yok insanın yaratılış gayesine geçelim.
Şüphesiz insanlar dahil tüm yaratılmışların emanet edildiği eşref-i mahluk insanın bu dünyaya ilişkin ödev ve sorumlulukları yaratılış gayesinin içindedir. Peki yaratıcıya karşı görevler ve sorumluluklar yaratılış gayesine dahil değil mi? Elbette dahil. Yaratıcıya karşı görevler dünyadaki ibadetler ve iyiliklerden mi ibaret. Yoksa bu ibadetler ve iyiliğe yönelip kötülükten sakınma ve sakındırma (emri bil maruf, nehyi anil münker) becerilerinin hepsi yaratılış gayemizde var olan nihai hedefi mi anlatır? Kesinlikle evet. O nihai hedefe, iradesiyle ulaşabilecek tek yaratılmışın insan olduğunu unutmamak gerekiyor. Allah’a ibadet eden melekler varken, Allah’ın yarattığı fıtratı (içgüdü) çiğnemeden, yaratılan nizamı sürdüren canlılar varken bir de insanın yaratılması, yaratıcının eşsiz benzersiz yaratış gücünün idrak edilmesi için. Her türlü eksik ve kusurdan münezzeh yaratıcı (subhanallâh), sadece kendi emrettiklerini yapanların yanı sıra bir de emrettiklerini, cüzî iradesiyle seçerek yapabilme gücünü verdiği insanı (muhtemelen homosapiens) yaratmış. Hikmet bilinmek, Cemâl görülmek ister düsturuyla anlatılır. Yaratılış hikmetini aklıyla kavrayacak ve iradesiyle yaratıcının Cemâline vasıl olmayı seçerek buna uygun yaşam sürebilecek insanı yaratması, O’nun eşi benzeri olmayan yaratış gücünün delili aynı zamanda.
İnsanın fıtratı kavramı, İlahî hikmeti kavrayacak ve Cemâle kavuşacak o benzersiz cevheri de anlatır. Ömür dediğimiz bu insan olma yolculuğunda kemale erip Cemâle ulaşma becerisidir, fıtrat. Buraya kadar da mutabıksak dindar kardeşlerime soruyorum: İnsan olma yolunda kemale erme yolculuğunda tüm canlılar gibi çiftler halinde yani kadın ve erkek iki cins olarak yaratılmış olmamıza rağmen cinsler arasında hiyerarşi var mıdır? Yoksa kemale erme becerisi sadece takva ile anlatılıp onun da ancak Allah’ın ilminde olduğu mu ifade edilmiştir? İlk soruya hayır, ikinci soruya evet diyenler (ki Kur’an’ı bilenler bu şekilde cevaplar, kaçınılmaz olarak) nasıl olur da eşitliğin İslam’a aykırı olduğunu söyler?
Ayrıca fıtrat kavramının doğa durum haricindeki insani vasıfları içeren haliyle insanın sosyolojik varlık oluşunu perçinlediğini de inkar edemezler sanırım. Bedensel varlığı, bedenin ihtiyaç ve hazlarını, cinsler arası farklılığı ve bu farkın yarattığı başka başka cinsiyet özelliklerine rağmen aynı kemale yöneltilen insanın cinsleri arasında hiyerarşi kurmanın yaratılış gayesine aykırı hareket etmek olduğunu görmeleri gerekir. Toplum hayatında cinsiyeti ne olursa olsun insanların eşitliğini Hucurat/13 ilk cümlesiyle açıkça belirtir. Cinsler arasında hiyerarşi olmayacağı yani cinsiyet eşitliği bu ayette açıktır. Zaten aynı ayet takip eden cümleyle cinsiyetler arasındaki eşitliğin aynı zamanda ırk, kavim ve farklı diller için de geçerli olduğunu açıklar. İnsanlığa eşitlik devrimi getiren dindir İslam. Bu durumda eşitlik fıtrata aykırı diyenlerin düşünmesi gerekir. Ayet, son kısmıyla üstünlüğün takvada olduğunu kesin hükümle insanlara bildirirken bir Müslüman dindar, nasıl olur da kadın-erkek eşitliği fıtrata aykırı diyebilir?
Kur’an’ı patriyarkanın gözlüğüyle ezber kalıplardan okumayı bırakanlar, buyrulduğu gibi aklederek, fikrederek okuyanlar eşitliği kolayca görecektir...